Ayşegül Yüksel

Ölümünün 20. yılında sahnedeki Melih Cevdet Anday

06 Aralık 2022 Salı

Zaman nasıl akıyor! Melih Cevdet Anday ile Şükran (Kurdakul) Ağabey’in Babıâli Yokuşu’ndaki Ataç Yayınevi’nde tanışmıştım. Kırklı yaşlarındaydı. Son karşılaşmamız ise 80. yaşının Ankara’da bir etkinlikle kutlandığı 1995 yılında oldu. Yemekteyiz. Anday’ın eşi Suna Hanım da aramızda. Melih Bey bir sessizlik anında, bana dönerek “Cumhuriyet’teki AKAN ZAMAN DURAN ZAMAN köşemi biliyorsun” dedi. Sonra gülümseyerek ekledi: “Fark etmişsindir, senden aldım ‘akan zaman duran zaman’ sözlerini.” Fark etmiştim de üstüme kondurmamıştım. (Anday’ın “senden aldım” dediği sözler, “Melih Cevdet Anday Tiyatrosu: Yapısalcılık ve Bir Uygulama” başlıklı kitabımda yer alıyordu).

MİTOLOGYANIN ‘GENİŞ ZAMAN’INDA

Melih Bey’i 20 yıl önce 28 Kasım 2002’de yitirdik. (Adı geçen kitabımın genişletilmiş 3. basımı yakında Habitus Kitap’tan çıkacak).

Anday, yazlarını Milas’ın Ören beldesinde geçirirdi. Denizle göğün buluşarak uzamı sınırsızlaştırdığı, geçmişle geleceğin birbirine karışarak “geniş zaman”a aktığı, insan yaşamının mitologya boyutunda sonsuzlaştığı bir beldedir Ören. Yazarımız 20 yıldır mitologyanın evrenindedir.

Anday, yalnız şiirleri, denemeleri, romanları ile değil, sahne yapıtlarıyla da belleklere kazınmış bir yazı ustasıdır. “Toplumsal” olan ile “evrensel” olan Anday’ın tüm oyunlarında iç içe yer alır. Çünkü sanatı, toplumumuzun “şimdi”sinde yaşananlar ile “geniş zaman”da (dünyanın ve Anadolu’nun binlerce yıllık serüveninde) var olanı aynı anda duyumsayabilen bir bilincin ürünüdür. Ustanın yapıtlarında “bilgi”nin “duyarlık”la sarmaş dolaş olduğu noktada ulaşılan bilgelik yansır.

Anday’ın oyunlarında somut (güncel, göreneksel, tanıdık) olan ile soyut (genel, düşünsel, yadırgatıcı) olan öğeler öylesine iç içedir ki bir yandan sahnede ülkemizde yaşananları (siyasi tutukluların sorgulanma süreçlerini, kadını ve erkeği ezen yargı ve önyargıları, baskıcı siyasal dönemlerin yarattığı kuşku ve dehşet ortamını, aynı dönemlerdeki “her kafadan başka sesin çıktığı” toplumsal görüntüyü) izlerken öte yandan da insanın varoluş sancılarının, yalnızlığının, iletişimsizliğinin, yaşamın gizini çözememişliğinin “gülünesi/acınası” manzarasına tanık olursunuz.

Anday, “kahraman olmayan kahramanlar”ın yazarıdır. Sahne metinlerini “olaylar dizisi”ne dayandırmaz; yalın bir ezgiyi, zengin bir uyum (armoni) oluşumuyla yoğunlaştırmayı yeğlemiştir. Oyunları, iç içe dokunmuş toplumsal/evrensel düzlemdeki anlam katmanlarından zorlu kulaçlar atarak geçmeyi gerektirir.

DIONISOS’U APOLLON İLE DENGELEMEK

Anday’ın 1960’ların ürünü olan iki başyapıtının “yaşama sevinci”ne açıldığı görülür. “Mikado’nun Çöpleri”nde karlı bir gecede kucağındaki bebeğiyle sokakta kalmış bir kadını evine alan yalnız bir erkekle tanışırız. Birbirlerine yakınlaşırlar, sevişirler, sonra da evlenirler diye bekleriz. Oysa yalnızca konuşurlar. Sabah olunca kadın çocuğuyla çıkıp gider. Erkek yine yalnızdır. Ama birbirlerini olumlu yönde etkilemişlerdir... “İçerdekiler”in yazıldığı dönemde “işkence” olgusu dile düşmemişti henüz. Anday’ın “Komiser” karakteri fiziksel işkenceye başvurmaz ama amirlere yaranmaya endekslenmiş emir kulu psikolojisinin, gözaltındaki kurbanları çökertme çabasının, klişeleşmiş bir belden aşağılığın alaturka arketipini oluşturur. Aynı oyunun “Tutuklu”su, devletin “aydın kişi” karşısındaki kuşkucu tutumunun göstergesi olan baskı karşısındaki direnme gücünün simgesidir. 

1970’lerde gündeme gelen dört soyut oyunda (“Yarın Başka Koruda”, “Dikkat Köpek Var”, “Ölüler Konuşmak İster”, “Müfettişler”) bir yandan Türkiye’nin güncelini, öte yandan da insanoğlunun, “yaşam”ı “aldanışlarla yaşanır kılma” çabası ile “ölüm” gerçeğinin çatıştırıldığı “trajikomik” serüvenini izlersiniz. Anday’ın Jül Sezar’ın “ölümsüzlük” serüvenini anlattığı “Ölümsüzler”e (1980’ler) gelindiğinde ise “yaşam” ile “ölüm” uzlaşmıştır. İnsan -isterse Jül Sezar olsun- yaşar ve ölür. “Ölümsüzlük” tarihin bir “yakıştırması”dır olsa olsa. Anday’ın sahnede yarattığı “pathos” (buruk etki), oyunların dokusuna incecik işlenmiştir.

Anday’ın oyunlarının içerdiği “düşsel (fantezi) boyut” hiçbir zaman “gerçeği” dışlamaz. Yazar, aklın, sağduyunun tanrısı Apollon’u, coşkunluğun tanrısı Dionisos’un karşısına çıkartarak “duygu”yu “akıl” ile dengelemiştir. 

Birbirine benzemeyen çok özel metinlerdir Anday’ın sahne yapıtları. Dahası, her biri zaman aşımına karşı durabilecek güçtedir. Doğru biçimde sahnelenmeleri için yoğun çaba, zekâ ve yetenek gerekir.

Büyük ustayı hayranlıkla, saygıyla bir kez daha anıyoruz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Öteki’nin dramı 22 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları