Ayşe Emel Mesci

Bir balerin kolay yetişmez

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Cumhuriyet esas olarak bir kırılmadır. Bir dönem bitmiş, yeni bir sayfa açılmıştır. Bir devrim olmuştur.
Bu devrimin, bu kırılmanın en net sonuçları kadınların toplumsal, siyasal ve özellikle de kültürel tercih olanaklarındaki olağanüstü genişlemede kendini gösterir. Bazı meslek ve sanat dalları bu yeniliğin simgeleri haline gelmişlerdir. Bale de bu simgelerden biridir.
Annem sanata çok düşkündü, sesi de güzeldi, liseyi bitirdikten sonra konservatuvara gitmek istemiş, ama kulağındaki bir rahatsızlık buna engel olmuştu. O da halkevinin amatör tiyatro çalışmalarından beri içinde biriktirdiği tüm sanat sevgisini, sanat yapma isteğini kızıyla yaşama yolunu seçmişti. Benim için düşündüğü sanat dalı baleydi, bunda kuşkusuz balenin yukarıda değindiğim simgesel öneminin de payı vardı.
Beş yaşında sevgili hocam Yıldız Alpar’ın dershanesine yazdırdı beni. Altı yaşımda da konservatuvarın giriş sınavına soktu. Sınavı kazandım, o sırada Beşiktaş’ta olan konservatuvara devam etmeye başladım. Hocalarımı hatırlıyorum: Evin Ilgar, Madam Olga, Rezzan Abidinoğlu, Gönül Yaltırık...
Bale izlenirken tül gibi hafif, uçuşkan, hava elementiyle iç içe bir sanattır. Gelin görün ki bu uçuşkan sanat oldukça sert bir eğitimin, her gün ilerletilmesi gereken bir tekniğin, sonu gelmez tekrarların, temrinlerin ürünüdür. Emin olun, bir balerin kolay yetişmez, hele başbalerin olmak çok daha zorlu bir süreçtir. Geniş bir klasik müzik, çok ileri düzeyde solfej ve ritmik bilgisi gerektirir; dans ve hareket belleği, mekân ölçümleme duygusu, sahnede varolma, sağlam bir iç duygu ve mimik gücü... Bale hakkıyla yapıldığında baştan sona kolektif disiplin ve yaratıcılıktır.

Bacağını ‘Tülin Oğurman gibi’ açmak
Bizler, konservatuvarın minikleri örnek alacağımız yıldızları uzaklarda değil, yanı başımızda, üst sınıf öğrencileri arasında arardık. Onlar da öğrenciydi gerçi, ama gözümüzün önündeydiler. Hepimiz bara tutunduğumuzda bacağımızı “Tülin Oğurman gibi” açmaya, puanta onun gibi kalkmaya çalışırdık. Tülin, bizden üç sınıf büyüktü, harika bir tekniği vardı.
Sonra Ankara Konservatuvarı’nda okudu, 1965’te İstanbul’a dönüp konservatuvarın yüksek bölümünü bitirdi. O dönemde okul Beyazıt’a taşınmış, ben de 1969’da mezun olmuştum. Ama aklım artık tiyatrodaydı. O son yıllarda, bir Türk balesinde Tülin Oğurman’ın sırdaşını oynamıştım. Onunla birlikte dans edeceğim için nasıl heyecanlandığımı bugün bile hatırlarım.
Madam Ninette de Valois’nın da çok değer verdiği balerinlerden biri olan Tülin Oğurman, birçok eserde başrol ve solist olarak oynamış, Oytun Turfanda, Sait Sökmen gibi çok değerli yaratıcılarla birlikte çalışmış, başkoreograf olmuş, yıllarca İzmir Devlet Opera ve Balesi’nde “başöğretmen” olarak sayısız öğrenci yetiştirmiş, “Şehrazat”, “Coppelia”, “Faust”, “Giselle” gibi birçok bale sahnelemişti.
Tülin ile tam 43 yıl sonra, İzmir’de Devlet Tiyatrosu’nun Konak Sahnesi’nin bahçesinde sarılmıştık birbirimize. O sırada “Son Çığlık” adlı oyunu sahneye koyuyordum; koreografide yardımcılığımı yapan İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından Meltem Yorulmaz buluşturmuştu bizi. “Sen benim ilk gençlik düşlerimin erişilmez balerinisin” demiştim, gülüşmüştük.
Sevgili Tuncer Cücenoğlu’nu yitirdiğimiz gün, Meltem aradı İzmir’den, Tülin Oğurman’ı da kaybettik, dedi. Ne yanıt vereceğimi bilemedim, zihnimde beş yaşıma geri gittim, konservatuvarda dolaştım, bara tutundum, bacağımı Tülin Oğurman gibi açmaya çalıştım.
Işıklar içinde yat Tülin, bir balerin, hele senin gibi bir balerin kolay yetişmiyor, ama Cumhuriyet ayarlarından iyice uzaklaşmış bu memlekette bunun değeri ne kadar biliniyor, o ayrı bir sorun...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları