Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Bir Yazı Macerası
Bu yazının daha başlığını yazarken Başbakan Davutoğlu, Tunceli Üniversitesi’nde konuşuyordu. Başlangıcını dinledim. Ancak konuşma sürüyor ve ne zaman biteceği de belli değil. Oysa benim yazı yollama saatim geldi, hatta geçti.
Ne yapılır?
Kolayı konu değiştirmektir.
Görüyorsunuz, öyle yapmıyorum.
Başlık yeterli ipucu veriyor mu bilmiyorum. Ama benim altını çizmek istediklerim için Davutoğlu’nun şu ana kadar söyledikleri yeterli.
Gözünüzden kaçmamıştır; Davutoğlu’nun günlerdir sözü edilen Dersim gezisi için hep “AKP’nin Alevi açılımı” dendi.
Peki Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının “Dersim vilayeti”nin, 25 Aralık 1935’te bir kanunla adı değiştirilip Tunceli olan bölgenin sorunu Alevi sorunu mudur?
Soruyu daha da inceltirsek: Dersim sorunu salt Alevi sorununa indirgenebilir mi?
1937-1938’de yaşanan, resmi tarihin diliyle söylersek “Dersim isyanı”, sadece Sünni Osmanlı egemenliğinin, Cumhuriyet döneminde yine Diyanet İşleri Başkanlığı üstünden sürdürülen Sünni dayatmacılığa bir tepki olarak mı patlamıştır?
***
Okumakta olduğunuz Tırmık’ın ilk paragrafları yukarıdaki.
Tuhaf bir yazı macerası yaşıyorum. Bir yandan bilgisayarın internet bağlantısından Davutoğlu’nun konuşmasını dinliyor, bir yandan da yazıyı vaktinde yetiştirmek için klavyeyi tıkırdatıyorum…
Derken…
Derken yazı bitmeden Davutoğlu’nun Tunceli Üniversitesi’ndeki konuşması bitti.
Sıcağı sıcağına bir döküm yapalım:
Bir: Davutoğlu, konuşmasının hemen hemen tamamında hep “Dersim” dedi, “Dersimliler” dedi.
(Şimdi bir anının tam da zamanı. Ben askerliğimi 1962-1964 arasında, Erzincan’ın Dersim’e yakın bölgelerinde yedek subay öğretmen olarak yaptım. Başında kavak yelleri esen, ilk kez Doğu Anadolu ile tanışmış bir Ege çocuğuydum. Oradaki köylülerimden sık sık 1938 cankırımı üstüne ürkek, fısıltı tonunda dillendirilen anı dilimcikleri dinledim ve Dersim adına kulaklarım da, dilim de alıştı. O alışkanlıkla teftiş için gelen Milli Eğitim müfettişiyle konuşurken “Dersim köylerinde Türkçe bilmeyen Kürt Aleviler…” diye başlayan bir cümle kurdum ve cümlemi bitiremedim. Müfettişin öfkeyle ve hatta korkuyla açılan gözleri sözümü kesti.
Sözü o aldı: “Eceline mi susadın sen” diye sordu ve devam etti: “Burası Tunceli’dir, Tunceli!.. O Kürt dediklerin Horasan’dan göç etmiş özbeöz Türk boyları, oymaklardır. Diline hâkim ol delikanlı. Yoksa başın belaya girer…”)
Bu zihniyeti ve bu resmi söylemi sonraki yıllarda defalarca, hem de bıktırmacasına duydum. O kadar sık ki sonunda “Oranın adının Dersim olduğunu”; orada ağırlıklı olarak Kürtlerin ve Zazaların yaşadıklarını sezmek, bulup çıkarmak zor olmadı.
İki: Davutoğlu 1938’i hiç anmadan şöyle dedi: “Oğlumu benden sonra asın, diye yalvaran bir babanın gözönünde oğlunu asan bir zihniyet, zalim bir zihniyettir. Biz yüzleşiyoruz ve söylüyoruz. Size zulmedildi ve ayıp edildi.”
Üç: Cemevlerinin ibadethane olarak kabulü, zorunlu din dersinin kaldırılması, din derslerinin Sünni içeriğindeki Aleviliğe karşı saldırgan söylem ve değerlendirmeler gibi temel Alevi talepleri üstüne kendini bağlayacak sözler vermemeye özen gösterdi.
Yani Davutoğlu, Dersim Alevilerine “Zerdüşt dininden bunlar Zerdüşt” diye naralanan Tayyip Erdoğan’dan hayli farklı bir üslûp kullanmayı yeğledi.
Sonra da somut olarak Dersim’e neler getireceklerini sıralamaya başladı.
Bir: Tunceli Üniversitesi’nin adının Munzur Üniversitesi olarak değişeceğinin sözünü verdi.
İki: Ziyaret yollarının yapılacağını ilan etti.
Üç: Eski kışla binasının müzeye dönüştürüleceğini ve bunun için 10 milyon liralık ödenek ayrıldığını belirtti.
***
Peki, durup dinlenmeden, bıkıp usanmadan 1937-1938 cankırımının yüreklerde ve bilinçlerde açtığı derin yaralardan söz eden Dersim Kürt ve Zazaları için üniversitenin adının değişmesi, kışlanın müze yapılması, yolların asfaltlanması gibi önlemlerin ciddiye alacakları bir anlamı olabilir mi?
Sanmıyorum.
Bildiğim, önümüzdeki günlerde Dersim üstüne, 1937-1938 cankırımı üstüne daha çok konuşacak ve yazacak ve okuyacağız.
Ben de çok sıcak bir olay üstüne yazmaya kalkıp, her paragraftan sonra “Acep yazının yönünü, ana vurgusunu değiştirsem mi” derdine düşmüşlüğümün cezasını çekeyim ve bu bitmemiş yazıyı noktalayayım.
Dedim a, nasıl olsa önümüzdeki günlerde daha çok yazacak, çizecek, tartışacağız…
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Ünlü ton balığı markalarında 'yasaklı' madde!
- Teğmenler hakkında yeni gelişme!
- CHP'den Tekin hakkında suç duyurusu!
- Grip nedeniyle hastaneye gitti, hayatının şokunu yaşadı
- Hangi suçlara tutuklama geleceği belli oldu
- MHP'den 5'inci paylaşım da aynı saatte geldi!
- Erdoğan'ın Özer'e mektubu, davetler...
- Süleyman Soylu 'tarafını' seçti
- 'Atatürk’e bağlılık ne zamandan beri suç sayılıyor?'
- Seyircisiz konserlere ne kadar harcandı?