Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Şimdi sırası mı? (10.04.2016)

10 Nisan 2016 Pazar

Sevgili,
Yahya Kemal, İstanbul’un mucizesini, bir gurup vakti, Cihangir’den Üsküdar’a bakarken kendini bir an karşıdaki rüyaya bıraktığı sırada, güneşin vehminin fakir Üsküdar’ın eski ahşap evlerinin camlarında yarattığı saraylarda görmüştür.
İstanbul, günün değişik saatlerinde, yılın çeşitli dönemlerinde bize değişik mucizeler sunar, yeter ki onları fark edebilesin. Eğer mucizeyi illa olağandışı, doğaüstü (ne demekse!) olaylar olarak kabul ediyorsan, ömür boyu boşuna bekler, durursun. Oysa doğanın bizzat kendisinin bir mucize olduğunun farkına vardığında, sana her şafak, her gurup bir mucize sunar. Mucize olayın bizatihi kendinde olmaktan çok, onu algılayan gözdedir. Güneşin vehminin ışık sarayları yarattığı camların oluşturduğu mucize, onu görecek göz olmazsa, orada durup durur.
Bir süredir bir renk cümbüşü içindeki İstanbul’un mucizesi erguvanlar.
Çiçeğe durmuş ağaçların beyaz pembe baharlarının içinde, dalları gümrah fışkırmış alev oklarını andıran erguvanlar hepsinden farklı.

***

Bu dingin sessiz mucizenin rengi erguvanidir. İstanbullular, erguvan çiçeğinin rengini ona atıf yaparak tanımlarlar: Erguvani. Zaten başka nasıl tanımlayabilirsin ki onu? Yeşili yine yeşile, kırmızıyı, kırmızıya başvurmadan anlatamazsın ki!.. Lafın kısası renkler tarif edilemez, tarif edilebilenler yalnızca tonlardır.
Son günlerde ne zaman sokağa çıksam, gözüm orada burada erguvanlara takılıyor. Ne tuhaf! İstanbul’da ne çok erguvan ağacı varmış. Bahar olmasa hiç farkına varmıyor insan.
Zaten erguvan ağacı, alelade görünümlü, hiç dikkati çekmeyen, normal zamanda dikkatli bakılsa bile pek çekici görünmeyen, ama bir ağzını açtı mı bülbül gibi şakıyıp birden bambaşka bir insan olup seni başka diyarlara taşıyan kadına benzer.
Gerçi, yoğundur ama yine de kısa sürer, normalde garip, mevsiminde eşsiz erguvanın saltanatı.
Ve bir süredir, birden her zaman fark etmeden önünden geçtiğim, bir evin bahçesinde sürekli arşınladığım bir yolun kıyısında veya karşıdan gördüğüm bir arsada beni karşılayıveriyor erguvanlar. Onlar doğanın, kentin iyi yürekli mükrim insanlarının bize armağanları, ikramlarıdırlar. Hele hele Boğaz’daki koruların erguvanları... Yalı kimin, köşk kimin, bahçe kimin, koru kimin olursa olsun, erguvanlar senindir. Sanki o, oraya sen bak, gör, keyiflen diye dikilmiş, ruhunun susuzluğunu gideren bir sebil olarak kondurulmuştur duygusuna kapılır ve ne zaman bir erguvan görsem, onu oraya diken, adını sanını bilmediğim, ömrümce de tanımayacağım dosta yürekten teşekkürlerimi sunarım...

***

İstanbul’un baş döndürücü baharlarını beş duyumla yaşarım. Bahar, çağla bademi, papaz eriği olur damağımda. Leylak olarak tüter burnumda ve de illa erguvan olur gözlerimde. Ve her bahar erguvanlar bende eski baharları, eski baharlar eski dostları çağrıştırır, alır başımı düşlerimin kentine çeker giderim.
Yeni bir alışkanlık değil bu. Yıllardır var. İki gün önce eski dosyaları karıştırıyordum, otuz üç yıl önce yazılmış bir bahar yazısıyla karşılaştım. Yine erguvanları anlatmışım. Sonra biraz da tereddüde düşmüşüm, insanlar şu soruyu soruverirler diye:
- Bunca sorun varken, erguvanların sırası mı ki şimdi?
33 yıl önce kafamda çengellenen soru bugün de geçerli? O yazıdaki soru gösteriyor ki, sorunlar yumağı her zaman girift. Ve eğer biz doğayı görmek, erguvanların keyfine varabilmek, kentin bize sunduğu mucizeleri fark etmek için sorunların geçmesini bekleyecek olursak, daha beş, on, yirmi, otuz, otuz üç yıl boşuna bekleriz.
Onun için artık, “Şimdi de sırası mı erguvanların” diye soranlara derhal şu yanıtı veriyorum:
- Evet şimdi sırası, hem de tam şimdi!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları