Konuşmalıyız!

22 Ağustos 2024 Perşembe

Ağustosu bitirmek üzereyiz. Ormanlar, mutfak, çiftçi-emekli-işçi-öğrenci içindeki yangınla baş başa, Diyanet+MEB ürünü “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” laik cumhuriyete fırlatılan alevli ok...

Tarihin geri sarıldığı, dilin alabildiğine bozulduğu günlerdeyiz. 

“Konuşsak bir türlü, sussak başka” duygusuyla dönenip duruyoruz. 

Bireysel ya da toplumsal yaşamdaki olumsuzlukların nedenini bilip de bile isteye susanlar, yapmacıklı mutluluk oyunuyla dili çözülenler başına basanın dilini, elini güçlendirmiyor mu?

Akşam yediğini gün doğmadan unutanlar sevincini, acısını paylaşacak birini fenerle arayanlar susarak çoğalırken... Düşünce özgürlüğünü, ekmeği, dostluğu akrabalığı bile unutturmaya çalışanların zehir zemberek dili toplumsal belleği hem boşaltıyor hem kirletiyordu. 

“Boşaltıyordu, kirletiyordu” diye öyküleyen şimdiki bileşik zamanlı yüklemlerim rahatsız edebilir. “Hayırdır! Güneş batıdan mı doğdu, devrim mi oldu?” diye soran olabilir. 

Birkaç yıl, dahası üç beş ay öncesine dek sokaklar, toplutaşım araçları, çarşı pazar yakınan ürkeklerle doluydu. Birinin sesi azıcık yükselse, “Kardeş güvenlik kamerası vardır” uyarısı fısıldanıyordu. Sokakta, toplutaşımda, çarşı pazarda birkaç kez tanık oldum. Kızılay’da kamera gören kadınlar erkekler yel yeperek kaçıyordu. Bir şeyler değişiyor; şansız bir çocuk akşam alacasında bula bula sesini yitirmeyenleri buldu, kadınlı erkekli korodan da kaçarak kurtuldu. 

Çeyrek yüzyıldır çoğunluk ne yaşadığını algılayamadan günü tüketiyor. Güneşin yeri yönü değişmedi, devrim mevrim de olmadı. Gündemi anında pembeleştiriveren güçlü(ler) birkaç yıl, hatta birkaç saat önce söylediğini, kendi ağzıyla yalanlarken birden tencere tabak dile geldi. 

“Komşu boncuğunu çalan gece takınır” demiş atalar, komşu boncuğu ne ki? Gözümüze baka baka doğmamış bebelerin boncuğunu çalanlara ay erken doğuyor; çaldıranlar niçin görmemeyi, susmayı yeğliyor? Konuşanın ensesinde boza pişiriliyor... Korku insancıl bir duygudur da... Nereye dek?

Acıkan ne olsa yer, (canı) acıyan ne olsa söyler. 

Kendini eğitim-gelir düzeyi düşürülen halktan üstün gören TV’lerin vazgeçilmezi sözde gazeteciler, akademisyenler, sürekli toplumun önüne çıkarılan sanatçılar... Çıkarını, orununu, ününü koruyanların sözcüsü olmanın utancını boncuğu çalınana yükleyerek şakıyorlar. Alçak yerde tepecik kendini dağ sanırmış! İnanç ve köken ayrımını siyasaya araç yapmak, yapanların aracı olmak, kuş sütünün eksik olmadığı sofralara dadanmak, bugün ezberletileni yarın yalanlamak düşünce özgürlüğü, eleştirmek hakaret!  

Çürük tahta çivi tutmaz! Ülkeye, kimseye, kendine bile yararı olmayacak birinin, bir kurumun zamanla düzeleceğini düşünmek göz göre göre aldanmaktır. İnsanlık tarihi, yolun başında yarın ne yapacağı belli olan kişilere, kurumlara umut bağlama yanılgılarıyla dolu değil mi?

Gözü perdeli devletliye inanıp yanılan, bu yüzden acı çeken, türlü savaşımlar savaşlarda yiten milyonlar; silinen yerler yurtlar olmadı mı? Osmanlının halife padişahına umut bağlayıp Kurtuluş Savaşının önüne dikilenler, “kul” saydıkları halkı yanıltıp korkutmadılar mı? 

Ne oldu? 

Devrimlerle kılığı, dili yenileşen, laik eğitimle kadını erkeği eşitleyen cumhuriyet doğdu. 

İktidarın, “Millet böyle istiyor” savı sokakta, çarşı pazarda buz gibi eriyor.

Takkeli cüppeliler cennete bilet kesip durur, toplum yoksulluğu “minnet”le kabullensin istenir, minnacık çocuklar ekonomiyi konuşur, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”yle eğitim çağdışına taşınırken... Dilimizde biten tüyleri koparma zamanı gelmedi mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Narinler, Sılalar... 19 Eylül 2024
Bir kendimiz sevemedik 5 Eylül 2024
Konuşmalıyız! 22 Ağustos 2024

Günün Köşe Yazıları