Bir kendimiz sevemedik

05 Eylül 2024 Perşembe

Yirmili yaşlardaydım. Türkiye’ye geldiğinde 5-6 dil bilen bir İngilizle tanıştım. Adanalı birine âşık olmuş, Adana’ya gelmiş, Türkçeyi Adana’da öğrenmiş. Kocası, Adana’daki çevresi İngilizce adına benzeterek ona “Sıla” demişler. Eşinden ayrılıp Adana’dan çıkmış, Akdeniz’den Karadeniz’e gitmedik kent, köy bırakmamış.

Türkçeyi, şiir yazacak kadar iyi öğrenmek istiyormuş. “Çocuk kitapları oku. İlkokul Türkçe kitaplarını bul, şiir de yazarsın, roman da” diyen olmuş. Bir öğretmen, “Ankara’ya git” demiş; sık sık TDK’ye gelir gider oldu. Hem güzel konuşmak hem güzel yazmak istiyordu. Çalışma saatlerim dışında buluştuğum Sıla’ya Türkçe öğretirken çok eğleniyor, çok da üzülüyordum. İyi eğitim aldığı belliydi; anadilindeki dil olaylarıyla karşılaştırarak Türkçenin ses uyumlarındaki matematiksel dizgeyi, “ettirgen-edilgen-işteş çatılar” gibi anlamsal-biçimsel özellikleri yolda belde sürekli sorguluyordu. Adını öğrendiği meyvelere, yemeklere düşkündü. Bir öğlen Tunalı Hilmi Caddesinde meyvelerle tablo yapan manava yanaştı, “Gardaş, buçuk kilo elma versene” dedi. Manav şakayı anlamamış, bana bakmıştı. Sıla, “Bacım sen önce bu agama Türkçe öğret. Bu gardaşım, yarımla buçuk farkını iyi bilse gülüşürdük” dedi. Ders alan Sıla, hepimize ders veriyordu.

1978 baharında Farsça öğrenmek için İran’a gitmeye karar verdi. Ankara’dan ayrılacağı için üzgündü; arkadaşımla beni götürdüğü müzikli yerde bir kadın Fransızca şarkılar söylüyordu. Arkadaşım, “Fransızcaya bayılıyorum, müziği olağanüstü...” der demez, sık sık “Adanalıyık, Allahın adamıyık” diyen Sıla’nın yumruğu masaya indi: “Allahıma kitabıma manyaksınız! Yuh! Ulan dünyanın en müzikli diline sahipsiniz... Ben sizin...”

İngiliz Sıla şiir yazamadı; gazetelerdeki, tek kanal TRT’deki yanlış kullanımları yakalayacak, Dil Devrimi karşıtlarının yalanlarını anlayacak kadar Türkçeyi öğrendi. Bir tır sürücüsüyle İran’a gitti. Birkaç ay sonra İran’da mollalar iktidarı ele geçirdi. Dilerim Atatürk’ü anlatan kitabı, Türkçe romanları başını yakmamıştır; müzikli gecemi karartan sövgüsünü, çektiği yuhu hiç unutmadım.

Dünya dillerinden kendine özel müziğiyle ayrılan bir dile sahibiz. Türkçenin ses+biçim+anlam özellikleriyle oluşan bu doğal müzik bilimsel çalışmalarla, edebiyatla beslenemiyor. Eğitim öğretim sistemi bu müziği çocuk ve gençlere duyuramıyor. Sıla’dan sonra Türkçe öğrettiğim bir iki yabancı daha Türkçenin müziğini duymuş, doğru konuşur olmuştu. İsveçli felsefe öğretmeni Türkçeyi her yaz geldiği Dikili’de öğrenmiş, “Ses uyumları güçlü, yapısı matematiksel, felsefesi yüksek bir dil” demişti. Birçok yabancı Türkbilimci de böyle düşünür.

Çok konuşur, çok yazarım. Yanlışımı, ağzımdan kaçan yabancı sözcükleri yakalayıp davul zurnayla duyuranlara hiç kızmam. Keşke dile hep okuyarak, dinleyerek, eleştirerek eğilsek...

Sorun bireysel değil...

Dün koalisyonların MEB’si, ortak dil Türkçenin ses+biçim+anlam özelliklerini, bir başka deyişle ölçünlü dili gözle ve kulakla öğretemiyordu.

BUGÜN SORUN DAHA DERİN...

Tek parti elindeki MEB, çeyrek yüzyıldır eğitim kural ve kurumlarını didikliyor. Çok bakan, çok program değişti; çok istedikleri dindar+kindar kalıbına kimseyi sokamadılar. Eğitimin bilimi, yetkin bilimciler yok sayıldı. Dinsel baskılar laik eğitimi eğip bükemeyince MEB+Diyanet+tarikat ortaklığı kuruldu. Okullar “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”yle açıldı.

“Türkiye Yüzyılı” ne, hangi “maarif” modeli?

Ürettiği teknolojiyi, trink parayla bize satan hangi ülke model?

Bilimin “b”si Fizan’da mı?

Hangi Türkçe?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kötünün kötüsü... 14 Kasım 2024
İş işten geçmeden 17 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları