Müslüman Başkan... Londra'nın mesajı: Birlik

10 Mayıs 2016 Salı

İngilizce bir tabir köpek düdüğü siyaseti. Üfleyince, sadece köpekler ve bazen de kediler tarafından duyulabilen, ancak insan kulağınca fark edilemeyen yüksek frekanslı ultrasonik bir ses çıkaran bu düdükler, hayvanların eğitiminde kullanılıyor. Köpek düdüğü siyaseti de halkın itaatini sağlamak isteyen, ancak bunu çok da fark ettirmeden yapmayı arzulayan siyasetçilerin tekelinde. Bu siyaset, belli bir dil kullanımını öngörüyor. Korku taktiği güdülüyor özünde, ancak tepki toplayacak kelimeler yerine onları çağrıştıracak başka kelimeler kullanılıyor. Mesela “radikal” diyorlar belki, ama İngiltere’de belli bir kesim bu kelimeyi “Müslüman” olarak algılıyor. Böylece doğrudan doğruya ırkçılık yapmış olmuyorlar, ama dikkatini çekmek istedikleri kitleyle aralarında sadece onların anlaşabildikleri bir dil geliştirmeyi başarıyorlar. Onlar düdüğü üfleyince, kitleler yanlarına koşuyor.

Köpek düdüğü siyaseti, dünyanın birçok yerinde çok defalarca düdüğü üfleyenleri ihya etmiş bir seçenek. Ancak Londra’da ters tepti. Hatta bir Cumhuriyetçi milletvekilinin tabiriyle olan tam da şuydu: Köpeklerin olmadığı bir kentte köpek düdüğünü üflemişlerdi.

Londra’da belediye başkanlığı seçimleri, kentin tarihinde görülmemiş sert bir kampanyayla geçti. Seçimlerde iki aday yarışıyordu: Bir yanda Pakistanlı göçmen bir otobüs şoförünün oğlu Sadiq Khan, diğer yanda milyarder bir bankacının oğlu Zac Goldsmith. İşçi Partisi milletvekili olan Sadiq Khan, kendisini verdiği bir mülakatta şöyle anlatıyordu: “Londralıyım, Avrupalıyım, Britanyalıyım, İslam dinine inanıyorum, Asya kökenliyim, Pakistan kökenliyim, bir babayım, bir kocayım.” Ama bu çok kimlikli siyasetçinin, seçim kampanyasında ve dahi sonrasında öne çıkarılan başlıca özelliği Müslüman olmasıydı. Eşcinsel evliliklerine destek vermesi, bu nedenle kimi aşırılık yanlılarından ölüm tehditleri alması da mühim değildi. Zira Müslüman demek birçok kişinin gözünde “radikal” olarak nitelenmek için yeterli görülüyordu.

Aslında çevreci politikalarıyla bilinen, liberal, aklı başında bir siyasetçi olarak görülen Zac Goldsmith’in önünde başka bir yol vardı. Kamuoyu yoklamaları da bu parlak ve genç siyasetçinin yolunun açık olduğuna işaret ediyordu. Ama Goldsmith, sosyete sütunlarının pek sevdiği kardeşi Jemima’nın dahi beklemediği ve seçim sonrası eleştirdiği şekilde, kendisini yansıtmayan ve kimilerine göre kendisine yakışmayan kutuplaştırıcı bir kampanya yürütmeyi tercih etti. Sağ görüşlü gazete Daily Mail’e seçimlere dört gün kala yazdığı bir makalede şöyle soruyordu: “Dünyanın en muhteşem şehrini, teröristleri dostları olarak gören İşçi Partisi’ne teslim mi edeceğiz?” Yazıya Londra’nın gördüğü en büyük terör saldırısının o ünlü karesi, 7 Temmuz saldırılarında hedef olan bir belediye otobüsünün fotoğrafı eşlik ediyordu.

Hatta Başbakan David Cameron tarafından Asya kökenli vatandaşların adreslerine neden Cameron’ın Goldsmith’i desteklediğini anlatan bazı broşürler gönderilmiş, Sadiq Khan’ın politikaları “tehlikeli” olarak nitelendirilmişti. Cameron şöyle diyordu: “Khan kazanırsa, Londralılar dev bir siyasi deneyin kobay fareleri olacaklar.” Cameron, Müslüman ya da Pakistan kökenli demiyordu. Demesine de gerek yoktu. Ne dediği anlaşılıyordu.

kozmopolit kentlerinden biri olan Londra’nın halkı, mesajı aldı, yanıtı verdi. Kampanyanın ilk günlerinde hiç şansı yok diye görülen Sadiq Khan, rakibi Zac Goldsmith’e dokuz puan fark attı, tartışmasız bir zaferin sahibi oldu. IŞİD’in Avrupa başkentlerini hedef aldığı, ABD’de Cumhuriyetçilerin başkan adayı olmasına ramak kalmış Donald Trump’ın Müslümanları ülkeye sokmamaktan bahsettiği, İslam ve Müslüman karşıtlığının çoğu Batılı kentte prim yaptığı böyle bir dönemde Londra, “Hayır, biz bir bütünüz” dedi; ötekileştirmeye, dışlamaya, ayrımcılığa, kutuplaştırmaya karşı çıktı. Hayatının önemli bir bölümünü insan hakları avukatlığı yaparak geçirmiş Pakistan kökenli bir siyasetçiye, kentin anahtarını vermekte beis görmedi.

Zafer konuşmasında Sadiq Khan şöyle diyordu: “Londra bugün korku karşısında umudu, bölünme karşısında birleşmeyi seçtiği için gurur duyuyorum.” Sandıklara oy pusulalarını atarken korku politikalarına teslim olmayan, yoksul bir ailenin sekiz çocuğundan birini siyasetin en üst kademelerinden birine taşıyan bir milyonu aşkın Londralı seçmen de kuşkusuz bugünlerde kendileriyle gurur duyuyor. Çünkü zor bir şeyi başardılar: Siyaset oyununun korku dili kullanmadan da oynanabileceğini gösterdiler. Korku dilini kullananların ağır bedeller ödeyebileceğini de.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Seçim açık oturumu 9 Mayıs 2018
May kısa yolu seçti 14 Nisan 2018

Günün Köşe Yazıları