Sadık Çelik
Sadık Çelik sadik.celik.gorus@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

MİT krizinde son durum

18 Şubat 2012 Cumartesi

Önce, davaya bakan savcı, başsavcıya danışmamak ve Başbakan’dan izin almamakla suçlanarak görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle görevden alınıyor ve hakkında, HSYK tarafından soruşturma başlatılıyor. KCK operasyonları için emir veren ve çok sayıda kişinin gözaltına alınmasını sağlayan bir savcı, ancak işin ucu MİT’e dayandığında görevini kötüye kullanmış oluyor.

Hemen arkasından MİT müsteşarını özel yetkili mahkeme önünde sorgulanmaktan kurtarmak amacıyla kendisine soruşturma yolunu açan yasanın apar topar değiştirilmesi girişimi, ya da devam etmekte olan bir dava için kişiye özel bir yasa çıkartılma isteği... Ve bu isteğin yerini bulması, yasa teklifinin Meclis’te kabul edilmesi… Böylece sorunun tekrarlanmasının önüne geçilmiş oluyor, kökten bir çözümle. Bundan böyle bazı “özel” kişilerin, yani Başbakan tarafından özel bir görevi ifa etmek üzere görevlendirilen kişilerin işledikleri görev suçlarına bağlı olarak suçlanabilmeleri için Başbakanın izni gerekecek. Bu yasa önerisi sayesinde bu “özel görevli” kişiler artık her türlü suça karşı “korunaklı” ve “dokunulmaz” konumdalar.

Zaten başlı başına Türkiye’nin sorunlu alanlarından biri olan Memurin Muhakematı Kanunu’ndan kaynaklı olarak işin çıkmaza girdiği nokta; sorumlu olduğu kamu görevini ifa ettiği sırada suç işleyen bir kamu görevlisinin, bağlı bulunduğu bir üst amirin izni olmadan doğrudan yargılanamaması ve dokunulmazlığıdır.

Gelinen noktayı değerlendirmeye kalktığımızda; kurumların birbirine girmiş olduğunu ve toplumun bu kurumlara duyduğu güvenin büyük oranda kaybolduğunu üzülerek görüyoruz. Silahlı kuvvetler, emniyet, yargı ve artık son safha olarak istihbarat örgütleri… derken devlet, dehşet verici bir karmaşa, hatta adeta başarılı bir vodvil sahneye koymaktadır. İzlediğimiz oyunun bizde bıraktığı etki ise bir miktar akıl karışıklığı, bolca paranoya ve sonsuz bir güvensizlik hissinden ibaret…

“Yargı bağımsızlığı”, “demokratik – hukuk devleti”, “kuvvetler ayrılığı” gibi kavramlar ise son kertede hayalini gördüğümüz rüyalardan ibaret.
 

CHP’de son durum

CHP’de kurultay tarihleri değişti. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun çağrısı üzerine toplanacak olan 17. olağanüstü kurultay 26 Şubat günü; 362 CHP kurultay delegesinin isteği üzerine genel başkan tarafından toplantıya çağrılan olağanüstü kurultay ise 1 Mart yerine 27 Şubat’ta Ankara’da toplanıyor.\t

Genel Merkez tarafından yapılan çalışmalar neticesinde tüzük maddelerinde tasarlanan değişiklik ve düzenlemelerin bazıları muhaliflerin isteklerini karşılıyor. Zaten anti demokratik olan bu tüzük maddelerinin değiştirilmesi için çalışmalar hâlihazırda yürütülüyordu. Yani tüzük değişikliği zaten planlanmıştı, bu konuda harekete geçilmişti.
Buna rağmen parti içinde başlatılan bu çekişmeler, tartışmalar; aile içinde sürdürülen kavga kamuoyunda güvensizliğe, bu güvensizlik de partide bir tür durağanlık ve/veya oylarda bir gerilemeye neden olmaktadır. Bu da yaşananların doğal bir sonucudur. Kavgalı eve kız vermek istemeyen halkın, haklı olarak partisine duyduğu güven azalır ve seçmen ister istemez partiden uzaklaşır…

Siyaset dinamik bir sahadır ve bu sahada farklı düşünceler, farklı görüşler her zaman olacaktır. Bunlara da tahammül gösterilmelidir. Özellikle kurultay süreçleri sosyal demokrat partilerin sancılı dönemleridir. Çünkü değişimin, dönüşümün kararları alınır, alınmalıdır; bu da sancısız olmaz. Ancak tehlikeli olan parti içi tartışma ortamının kronikleşmesi, kemikleşmesi ve yapısal bir bozukluk olarak sürmesidir. Bir an evvel gerçekleştirilecek olan tüzük kurultayından sonra, parti içi kısır çekişmeleri kurultay salonunda bırakarak parti, hızlı bir şekilde Türkiye gündemine dönmelidir. Özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu bu zor süreçte CHP ülke sorunlarının çözümünde alternatif politikalar üreterek seçmene güven vermelidir.
 

İnsani koridordan müdahale

ABD ortalığı karıştırdığı ve eline yüzüne bulaştırdığı onca müdahaleden sonra Suriye konusunda elini taşın altına koymak istemiyor gibi görünüyor. Türkiye ise maddi manevi her türlü desteği Suriye halkına vermeye hazır. Bu yolda “insani koridor” adıyla yeni bir projeye bel bağlandı. ABD’nin girmeye çok da istekli görünmediği bu koridordan Suriye halkına çeşitli insani yardımlar gönderilecek. Koridorun Türkiye topraklarından değil de Akdeniz üzerinden geçmesi Ankara’nın tercihi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun söylediği gibi Suriye için “bütün seçenekler düşünülüyor”; bunların arasında askeri müdahalenin olmadığını söylemek inandırıcı olmamaktadır ne yazık ki.

Ancak asker gücüyle faaliyete geçebilecek olan insani yardım koridoru bile tek başına bir askeri müdahale başlangıcı olarak değerlendirilebilecekken Türkiye’nin askeri müdahaleye kati surette karşı olduğunu ve hiçbir biçimde bu yönde adım atmayacağını söylemek gerçeklikten uzak bir söylem olmaktadır.

sadik.celik.gorus@gmail.com



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları