Sadık Çelik
Sadık Çelik sadik.celik.gorus@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Deprem ve kapıdaki nükleer felaket

19 Mart 2011 Cumartesi

Büyük felaketlerin ilk anda insanları içine sürüklediği gerçek dışılık ve boşvermişlikten kendimizi sıyırdığımızda somut birtakım gerçekler ile belki de alınması gereken dersler de belirginleşmeye başlıyor. Japonya’da yaşanan 9.0 şiddetindeki deprem felaketi ve arkasından gelen tsunami ülkede yer alan nükleer santrallardaki reaktörlerde art arda patlamalara yol açıyor, malum. Tehlike her geçen saat daha da büyüyor. Sızıntıların önlenememesi durumunda uzun yıllar devam edecek bir felaket senaryosunun ekranlara geleceği belirtiliyor. Teknolojinin, insan hayatına doğrudan ve dolaylı olarak hükmettiği; toplumları, düzenli yaşamlarını sürdürebilmeleri için kendisine muhtaç ettiği; daha da önemlisi bunu yapabilme gücüne eriştiği böylesine gelişmiş bir çağda, ismi teknolojiyle birlikte anılan bir ülkede bulunan nükleer santrallar doğa karşısında yenik düştü. Güvenlik tehdidi insanları yerlerinden yurtlarından ediyor.

Ortada bir gerçek var; teknoloji ne derece üstün, ileri olursa olsun doğa onun karşısında hep bir adım önde olacaktır…

9.0 şiddetindeki sarsıntı bize imkânsız denilen şeylerin aslında mümkün olduğunu gösterdi. Japonya’da şahit olduğumuz manzaralar karşısında, Mersin-Akkuyu’da yapılması planlanan ve son aşamaya gelinen nükleer santralla ilgili olarak Enerji Bakanlığı tarafından yapılan “bizim tasarımımız 3’üncü nesil” açıklaması gerçekten içimizi rahatlatabilecek mi acaba… Üstelik deprem fay hattı Akkuyu’nun neredeyse yanı başından geçiyor. Sismik hareketliliğin son derece yüksek olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve depremle ilgili altyapı ve inşaat kalitesi ile güvenliği, halkın bu konudaki bilinçlenme düzeyi Japonya’ya göre çok gerilerde. Bu durumu, Japonya’da geçen hafta yaşanan büyük depremde onca insanın arasında kendini camdan atan tek kişinin bir Türk vatandaşı olduğu gerçeği çok trajik bir biçimde kanıtladı. Ve biz bu ülkede fay hattının kucağına nükleer santral bırakmayı planlıyoruz… Son olayla birlikte İsviçre nükleer santral inşa etme projesini durdurdu ve güvenlik standartlarını tekrar ele alacağını açıkladı; Almanya nükleer santralların süresini uzatan kararı askıya aldı. Merkel, “Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız” dedi ve kademeli olarak nükleer teknolojiden tamamıyla(!) vazgeçeceklerinin altını çizdi. Çin Devlet Konseyi nükleer santrallara onay verilmesi sürecini şimdilik durdurdu. Başbakanımız Erdoğan ise “Riski olmayan hiçbir yatırım yok. Yani o zaman evinize Aygaz tüpü de koymamak gerekir” dedi. İnsanların büyük kitleler halinde radyasyondan etkilenmesi, kansere yakalanması, radyoaktif etkinin nesilden nesile geçmesi, sakat doğan insanlar, nesiller boyu tehdit altında kalacak olan insanlıkla tüpgaz patlamasını aynı kefeye koymak ne kadar doğrudur acaba…

Nükleerle kumar oynamayı mı deneyeceğiz, yoksa bu konuda gerçekten “bir şeyler olmuş gibi” davranacak mıyız, bunu zaman gösterecek.

İnsan yine de endişelenmeden edemiyor. Çünkü bugün şahit olduğumuz gibi; modernleşen, sanayileşen, zenginleşen dünyanın doğaya verdiği zarar insanlığa, doğa anadan gelen ve modernleşme ile teknolojinin gücünü hiçe sayan bir hiddetle geri dönebiliyor.

Puancı doktorlar

Bu yılki 14 Mart Tıp Bayramı Ankara Garı’nda toplanarak Sıhhiye Meydanı’na yürüyen binlerce sağlık çalışanının “eşit, parasız, ulaşılabilir sağlık hizmeti özlemi”ni dile getirdiği ve “sağlığın ticarileşmesine, taşeronlaşmasına karşı” gerçekleştirdiği eylemle hafızalarımızdaki yerini aldı.

Özellikle eleştirilen performans uygulamasına göre bir hastanın muayenesi ve tetkikler için ayrılan süre 5 dakika civarında. Zira sistem her 10 dakikada bir yeni hasta girişi yapıyor. Yoğun iş yükünün doktorlara kazandırdığı ödül ise daha çok puan ve daha çok ücret (ki doktorlar bakanlıkça açıklanan rakamların da gerçeği yansıtmadığı görüşünde). Seslerini duyurmak için bir araya gelen 30 bin sağlık çalışanının endişesi, “hastalara ihtiyaç duydukları ideal süreyi ayıramama, yanlış tanı koyma oranlarında görülebilecek artış, abartılı tanılarla yapılabilecek gereksiz ameliyatlar” gibi başlıklar altında toplanıyor. Sağlık çalışanları, “hastaları birer puan makinesi olarak görmek istemiyorlar”. Ne de olsa söz konusu olan insan sağlığı; insana ve yaşam hakkına duyulan sorumluluğun bilincinde olan doktorlar endişeli. “Sağlık da dahil tüm yaşam alanlarının piyasalaştığını” ve “insan olmaktan, vatandaş olmaktan müşteri olmaya yükseldiklerini” düşünüyorlar. Ne hekimlerin ne de hastaların bunu hak etmediğini de…

sadik.celik.gorus@gmail.com



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları