Örgütlü kötülük, örgütlü suskunluk... Narin

04 Ekim 2024 Cuma

Büyük Fransız düşünürü ve matematikçisi Blaise Pascal, insanı en iyi tanımlayanlardan biri: “İnsan nasıl bir kâbus: Ne kadar değişik ve yeni, ne kadar canavar, ne karmaşık, çelişki ve mucize dolu. Her şeyini bir tartın: Bir solucan ama gerçeğin de hazinesi, yanlışlık ve kuşkuların lağımı, evrenin şerefi ve pisliği.”

Yüzyıllar birbirini kovalıyor ve bu gerçek değişmiyor. İyi ile kötünün sonsuz savaşı... 

Savaşın terazisi ise adalet. Hukuk yayından çıktığında, hakkını aramada insanın adalete olan güveni sarsıldığında; insanlığın onurunu, adil düzeni korumak için konulan yasaların “sözde” kaldığı, uygulamada hukukun sadece gücü elinde tutana ve onun ideolojilerine hizmet ettiği ortaya çıktığında çözülme de başlar... O çözülme durdurulamadığında çürümeye gelir sıra; kurumların tek tek çürümesine, yozlaşmasına... 

İşte Türkiye bugün bu çürümenin sonucu oluşan pis kokuların, lağımın içinde. Tam dibinde. Üstelik 8 yaşında bir güzel minik bir kız çocuğunun cansız bedeni üzerinden...

Güneydoğu’da küçük bir köy “örgütlü kötülüğün” somutlaşmış haline nasıl bürünebilir? TBMM’de muhalefetin verdiği Narin cinayetinin araştırılma önergesi” AKP ve MHP oyları ile neden reddedilir? Küçük bir köyde kısa sürede çözülebilecek bir cinayet neden iki aya yakın bir zamandır çözülemez? Bilinip de söylenmeyenler nedir? Kimler niçin korunmaktadır?

Narin cinayeti vakası kapsamında bir köyün topyekûn suskunluğu, bunun iktidar eliyle “sessiz kalarak” meşrulaştırılması ile bugün Türkiye’nin her noktasını saran yolsuzlukların, siyaset-mafya-iş dünyası arasındaki ilişkilerinin; yozlaşıların, talanın, su yüzüne çıksa bile örtbas edilmesi arasında hiç fark yok. 

Bakalım Sinan Ateş davasına; bakalım bundan 10 yıl önce Soma’da 301 madencinin hayatını kaybettiği maden faciasında tutuklu sanıkların hepsinin tahliye edilmesine; bakalım 6 Şubat depreminin ardından yaşananlara, kimlerin ceza aldığına; bakalım kadın cinayetlerin davalarının akıbetlerine; bakalım putlaştırılan “kutsal aile” kalkanının içinde yaşananlardan içinde ortaya dökülenlere... Daha yüzlercesi, binlercesi var. Evlerde, kapalı perdelerin arkasında, yürek çarpıntısı ile bekleyen minik bedenler... Sayalım mı daha?

Yolsuzluk, cezasızlık ve suçluluk; bunlar demokrasileri otokrasiye taşıyan üçlü. Üçü de insanlığı yalnızca kötülüğe taşıdıkları için yakından izleniyor ve uluslararası genel kabul gören endekslerle ölçülüyor. Ve Türkiye’nin karnesi her üç endekste de en sonlarda. Bu üçlünün bedelini yakından ödeyen bir ülkeyiz. İyi biliyoruz. Eşitsizliklerin bu denli artmasından, sorunların çözümsüz kalmasından, “ben yaptım oldu” mantığının toplumun katmanlarına yerleşmesinden..

Başta da dediğimiz gibi... İnsan... Evrenin şerefi ve pisliği...

Sustukça, sessiz kaldıkça pislik daha da bulaşıyor... 

Yaşama saygı duyan, haksızlığa isyan eden, şiddeti reddeden, paraya tapmayan, özgür düşünceye, sanata, bilime uygarlığın temeli olarak bakan insan nesli tükenen hayvan türleri gibi... Dünya onlar için giderek tehlikeli hale geliyor. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Küresel korku toplumu 20 Eylül 2024

Günün Köşe Yazıları