Özgen Acar
Özgen Acar ozgenacar@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Yassah Hemşerim!

20 Haziran 2014 Cuma

Adana Savcılığı’nın talimatı ile MİT’in silahlarını IŞİD’e taşıdıkları saptanan TIR’lar Jandarma Komutanlığı’nca arandı. Sonrasında ne oldu? Musul’da başkonsolosluk görevlileri, bebeklerle birlikte 49, Irak’a mal götüren şoförlerle de toplam 80 Türk IŞİD teröristlerince “rehin” alındılar.
Sonrasında Adana Savcısı ve Jandarma Komutanı görevlerinden uzaklaştırılıp 13 asker için “yaşam boyu hapis” istemiyle “casusluk” davası açıldı. Sonra ne oldu “yayın yasağı” geldi!
Sonra ne oldu? Musul’daki “rehineler” hakkında, Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nden “yayın yasağı” istendi. Mahkeme istemi uygun görmedi. Savcının itirazı üzerine 9. Ağır Ceza Mahkemesi “yayın yasağını” kabul etti!
Tüm dünya bu olayları yazıp, çizip konuşurken kendi vatandaşlarının akıbeti hakkında Türklere “yassah hemşerim!” deniliyor.
Anayasanın 28-5 maddesinde “Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz” deniliyor.
“Yayın yasağı” ancak Başbakan ya da görevlendireceği bakana, 6112 sayılı Yasa’nın 7. maddesindeki “millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda” verilmesini öngörür.
2007’de Hakkâri Dağlarca’da terör saldırısına ilişkin olarak dönemin Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek “yayın yasağı” kararı vermişti. Danıştay 13. Dairesi “yayın özgürlüğünü kısıtladığı, bu haliyle ‘yasaklama’ niteliği taşıdığı, kapsam ve sınırlarının açık ve somut bir biçimde kararda belirtilmesinin zorunlu olduğu, buna uyulmadığı” gerekçesiyle yasağı durdurmuştu.
TIR ve IŞİD olaylarının altındaki çapanoğlu örtülmek isteniyor, iktidar Adnan Menderes’in 1960 öncesindeki “yassah hemşerim” yolunda ilerliyor.

Birinci öneri! 
Gaziantep’te toplanan 36. “Uluslararası Arkeoloji Çalıştayı”na ilişkin cuma günkü yazımda 10 bine yakın işsiz arkeoloğun varlığı hakkında “Üniversitelerde 41 Arkeoloji Bölümü’ne ayrılan kontenjan 2768 -ikinci öğretimi dahi var- yılda ortalama 2000 kişinin mezun olduğunu varsayarsak Kültür Bakanlığı yüzde 1 bile alım yapmıyor...” diye yazmıştım.
Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bu sorunun çözümü için bazı önerilerde bulunacağım.
Çalıştaya 500’e yakın bildiri sunan arkeologların her ikisinden biri “kaçak kazılardan” yakındı. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde yapılan barajların su altında bırakacağı höyükler, definecilerin önde gelen hedefleriydi.
90’lı yılların başında Gaziantep’teki Zeugma da kaçakçıların cirit attığı bir yerdi. Bu olayı önce Türkiye’ye Cumhuriyet’te ve sonra yabancı yayınlarda dünyaya biz duyurmuştuk. Yerel olanaklarla “kurtarma” kazılarına başlandı.
En büyük yardım ABD’deki HP bilgisayar firmasının ortağının kurduğu “Packard Vakfı’ndan” geldi. İngiltere’de var olan özel bir “arkeoloji kurtarma örgütünü” devreye, pamuk ellerini de ceplerine soktu, 1-2 milyon dolar harcadı. Türk ve yabancı arkeologlar Zeugma’yı kazdılar ve dünyanın bir numaralı mozaik müzesi Gaziantep’te yaratıldı.
Bakanlık AKUT gibi, İngiltere’deki kurum gibi, “arkeoloji kurtarma örgütü” yaratamaz mı? Bu örgütte görevli arkeologlar ve restoratörler, kaçak kazı yapılan alanlara anında müdahale edip kurtarma yapamazlar mı?
Bir başka örneği de Kütahya Seyitömer Linyit madeninden verelim. Arkeologlar 12 milyon ton linyitin bulunduğu bu alanda, tarihi 5.000 yıl öncesine giden höyükte yıllardır yangından mal kaçırırcasına kurtarma kazısı yapıyorlar.
Arkeologlar yılda 6 ay çalışıyorlardı. Ama Soma’da olduğu gibi bu madenler de özelleştirilince, şimdi ancak 2.5 ay kazı yapıyorlar. Ayrıca madende çalışan 17 işçinin işine son verilince çalışanlar da tepki gösterdi. Şirket önceki gün 750 işçiyi kovdu!
Günümüzde kurtarma kazısı sorumluluğu söz konusu alana yakın müzedeki bir arkeoloğa veriliyor. “Arkeolog” başka, “müzeci” başkadır. Müzecilere asli işleri dışında 40 kadar iş yüklendiği için gerçek işlerini yapamadıkları gibi “kurtarma kazısı” da kısa sürede sürüncemede kalıyor.
Örgüte alınacak arkeologlar Türkiye’nin 7 bölgesinde odaklanıp Zeugma’da olduğu gibi “takım” olarak müdahale edebilirler. Böylece, pek çok arkeoloğa iş sağlanmış olmakla kalınmayacak; tarihsel, kültürel ve dinsel miras da kurtarılmış olacaktır.
Kaldı ki müzelerimizde zaten yeterince arkeolog yok. Müzelerimizdeki 2 milyonu aşkın sikkenin çoğunun envanteri yapılmadığı için bunlar zamanla kayboluyor! Neden her müzemizde birer ikişer “nümizmat (sikke bilimci)yok?
Müzelerimizin depolarında binlerce eser onarılıp sergilenmeyi bekliyor? Kaç müzede restoratör, konservatör var? Pek çok önemli eser durduğu yerde eriyip bozulup önemini yitiriyor. “Arkeolog” başka, “müzeci” başka, “restoratör” ise bambaşkadır! Müzelerimizde on binlerce Hititçe, Luvice, Sümerce, Asurca, Akadça dillerinde çivi yazılı tablet var. Kaç müzemizde bu dillerin uzmanı ya da antik Yunanca ve Latince dillerindeki yazıtları okuyan dil bilimci bulunuyor?
Hangi taşı kaldırsan altından tarih çıkan Türkiye’de acaba kaç belediyemizin kadrosunda arkeolog var? Belediyelerde arkeologlara değil, hısım akrabaya öncelik geçerli değil mi?
Hükümette ise öncelik imamlarda! Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’in CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesine verdiği yanıtı anımsayalım:
“Son 4 yılda Diyanet İşleri Başkanlığı’na Kuran kursu öğreticisi, imam-hatip ve müezzin-kayyım olarak alınan yaklaşık 40 bin personelin de atama iş ve işlemleri mevzuat doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.”
Çalıştayda Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Zülküf Yılmaz kapanış konuşmasında güzel bir haber verdi. Müzelerde çocukları, gençleri, halkı eğitmek için “eğitim atölyeleri” çalışmalarına başlanmış. İnşallah, işsiz “müzecilere” de çalışma olanağı yaratılır. Önerilerim sürecek...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kadın cinayetleri... 18 Ekim 2024
İran-İsrail... 11 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları