Olaylar Ve Görüşler

Sorumsuzluk, kâr hırsı, ahlaki çöküş - Prof. Dr. Salih ÖZBARAN

19 Ağustos 2021 Perşembe

“Neden bazı insan ve insan grupları kasten insan hayatını tehlikeye sokacak işler yapmaktadır? Sorumluluktan kaçma ya da sorumlulukları en aza indirme çabası, kısa vadeli kârın çekiciliği... Ve tabii ahlaki zorunluluklardaki aşınma... Eğer bunları çözmek için kararlı adımlar atmazsak gelecek birkaç on yılda tüm dünyanın yaşam standardı düşecek veya belki daha da kötüsü olacak!”

Bu satırlar Jared Diamond’un Çöküş kitabından. Ardındaki bilimsel tavrın ve cesurca düşünmenin elverdiği bir ortamda yazıldığı belli. Ama ben bu satırları yazmak için tuşlara basarken ellerim titriyor, tedirginliğim son haddinde. Çöküş’ün öngördüğü yıkımları acı, pişmanlık ve nefret dolu duygularımla hissediyor ve seyrediyorum. 81 yıllık yaşamımda, özellikle bugüne kadar yaptığım tarihçilik yıllarımda önceki kuşaklardan duymadığım, hiç karşılaşmadığım, okumadığım orman yangınlarıyla (ve diğer doğal afetlerle) boğuşan Türkiye için büyük şaşkınlık yaşıyorum; hükmetmeyi şiar edinmiş olan yetkililerin ihmaline, dünya devletlerinin (ABD başta olmak üzere) vurdumduymazlığına ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarının hazmındaki isteksizliğe hatta kösteklenmesine tanık oldukça acı çekiyorum. Tüm evreni Doğa ve İktidar başlıklı kitabıyla inceleyen Joachim Radkau’nun şu sözlerini de hatırladıkça insanlığın utancını yaşıyorum: 

“Dar görüşlü kişisel çıkarlar, uzun vadede hep birlikte hayatta kalma hedefine baskın çıkar... İnsanlar ve çevreleri arasındaki sayısız kuşak boyunca oluşturulmuş olan denge, harici etkiler, istilalar ve ademi merkezciliğin yitirilmesi yüzünden bozulur.”

Gerek andığım bu dünya ünlüsü bilginlerden gerekse önceki yıllarda yazdığım kitaplarda andığım bilim insanlarının uyarılarından söz etmeyeceğim şu anda. Güzel yurdumun yemyeşilliğinde çıkan (nedeni -kimilerince ve kolayca- iklim krizine bağlanan!) korkunç bir yangınla baş edebilecek önlemleri almayan, alma gereği dahi duymamış tek adam yönetim kadrosunun kendini savunma refleksini, hükümeti her ne pahasına olursa olsun destekleme içgüdüsüyle sessiz kalan medyayı da anmayacağım. Tedbirsizlik ve doğa yağması karşısında her daim duyarlılık gösteren, doğa sevgisi taşıyan kişilerin demeç ve tepkilerinden de bahsetmeyeceğim. Sadece, faciayı -yıllardır deneyim ve bilgilerle donanmış- içimizden iki bilginin tanım ve uyarılarını dile getirmekle yetineceğim (yaşanan bu tüyler ürpertici doğa felaketinin ve başka salgın ve taşkınların bilimsel açıklamalarını yapan, uyaran değerli insanlar için taşıdığım şükran duygularımı da eklemeyi unutmadan).

UÇURUMUN KENARINDAYIZ!

Böylesine yaşamsal bir sorun üzerinde yıllardır kafa yorduğunu bildiğim Ömer Madra, 9 Ağustos 2021 tarihinde Cumhuriyet’te İpek Özbey’in Söyleşi sayfasında “uçurumun kenarındayız” uyarısında bulunuyor; daha doğrusu “Böyle giderse yakın zamanda 3 derecelik sıcaklık artışı, dünyada 8 milyar insanı etkileyecek” diyor. Herhalde şaka yapmıyor! Şaka yapmıyordu Ömer Madra, 15-16 Kasım 2015 tarihinde Antalya’da dünyanın en zengin ve güçlü ülkelerinin katıldığı toplantıyı “Antalya’da son tango” olarak nitelediği zamanda da. Çünkü gidişat çok kötüydü; çanlar, sirenler çalıyor, acıklı sesler duyuluyordu; doğa yıllardır feryat ediyordu. Asırlık ağacını, bağını bahçesini kurtarmak isteyen köylü, kimliğini ve rızkını yaşadığı topraklardan alan vatandaş, karşısında -emir kulu- jandarmayı görüyordu ve şaşkınlık yaşıyordu. Yıllardır bilimsel çıkış noktalarına temas eden Madra, ciddiye alınmadığından şikâyet ediyor, “kitle seferberliği” gerektiğini söylüyordu. Şimdi bir kez daha uyarıyor andığım söyleşiyle, “Çözümlere odaklanmalıyız” diyor, çok geç kalınmadan:

“Doğayı eski haline getirmeye odaklanmalıyız. Sadece iklim krizi değil, aynı zamanda biyoçeşitlilik yok oluyor çünkü. Yine Thunberg’e atıf yapmak istiyorum. Ne yapacaksak hemen yapmamız gerekiyor. Belki de doğayı yeniden canlandırmak ve yeniden yabanileştirmek, doğayı görme şeklimizi değiştirmek için yapabileceğimiz en önemli şeylerden biridir diyor. Oysa insan doğaya parayla hükmetmeye çalışıyor.”

TAPILACAK KUTSAL VARLIK: MUHİT

Bir diğer bilgin antropolog Tayfun Atay’ın bilgilendirmeleriyle tamamlayayım yazımı, bilimsel ayrıntıya girmeden, bir gazetede verilebilecek en kısa biçimiyle, insanın tarih boyunca “doğa”dan “dua”ya uzanan yolculuğunu, bir bakıma kopuşunu da dile getirerek: “İnsan, kültür dolayımı ile bir parçası olmaktan hâkimi olmaya doğru konum değiştirdiği doğadan bu biçimde kopma sonucu ortaya çıkan boşluğu da dua ile doldurmuştur... Doğanın bir parçası olduğumuzu bilmedikçe, onunla kaim ve daim olacağımıza inanmadıkça ve ona tapmak değilse de onu taparcasına sevmedikçe felaketten kurtuluş yok gibi.” 

Atay, kitabını İslam çalışmalarının ünlü ismi Seyyid Hüseyin Nasır’ın İslam ve Ekoloji: Bahşedilmiş Emanet eserinden aktardığı şu sözle bitiriyor, en azından İslam’a inananların, Allah’ın vasıflarından saydığı bir niteliği hatırlatıyor, ekoloji ile bütünleştirirken:

“Evet tapılacak en kutsal varlık doğa”dır, çünkü Allah “Muhit”tir. 

PROF. DR. SALİH ÖZBARAN

TARİHÇİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları