Olaylar Ve Görüşler

Kindar insanın gölgesi (16.03.2016)

16 Mart 2016 Çarşamba

“Hınç” ya da “kin” duygusunun beslendiği en uygun zemin, iktidar ve servet dağılımının yanında eğitimdeki derin olgusal farklılıklardadır. Böyle bir toplumsal yapı güçlü bir “hınç” enerjisinin birikimine yol açar.

Filozof Max Scheler (1874- 1928), Türkçeye “Hınç” olarak aktarılmış olan, “Kin” de denebilecek “Ressentiment” kavramı üzerinde ayrıntılı bir biçimde durmuş ve bu kavramın insanla olan ilişkisini göstermiştir. Olan bitenlerle ilgili düşüncelerimizi derinleştirebilmek ve daha anlamlı kılabilmek için, çok gerilere, Platon’a kadar giderek, onun “mağara benzetmesi” olarak bilinen anlatısında sözünü etmiş olduğu, Scheler’le ve günümüz gerçekleriyle de ilgi kurulabilecek “insana” bir göz atmak gerekir.

Platon’dan günümüze
Bu anlatısında Platon “... Eli kolu bağlı, boynu bağlı” insanlardan söz eder ki, bu insanlar için gerçek olan, somut olarak “dışımızdaki dünya”da var olan şeyler değil, onların gölgeleridir. Gölgeleri gerçek sananlara bunun bir yanılsama olduğunu anlatmak ve gerçekleri göstermek hiç de kolay değildir. Kolay olmadığı gibi böyle bir eğitim işine girenler açısından kimi zaman tehlikeli de olabilir. Ayrıca bu iş, bir insan ömrünü, belki de daha fazlasını alabilecek çok uzun soluklu bir eğitimi zorunlu kılar.
Aslında bu tür insanlar çeşit çeşittir. Bunlardan bir kısmı Scheler’in “Hınç” ya da “kin” insanı dediği insanın özelliklerini taşır. Ona göre, böyle insanların zihni “kendi kendini zehirlemiştir”. Öyle ki, insanın insan olmaklığıyla ilgili kimi duygu ve etkilenimlerin bir biçimde sistematik olarak bastırılması, değerli olanın ne olduğuna ilişkin kafa karışıklıklarına ve yanılsamalara yol açar.
Başkaları hakkında verilen olumsuz değer yargıları yoğunlaşarak intikam isteğine, nefrete, kötü niyetliliğe, hasete, kara çalma dürtüsüne ve “değersizleştirici kine” dönüşebilmektedir. “Zihnin kendi kendini zehirlemesi”, insan düşüncesinin dışarıya karşı kolay yıkılamayacak bir duvar örmesi, kendini, gözlerini ve kulaklarını dış dünyaya kapaması, kendi mantığını kendi içinde kurarak çalışması anlamına gelir.

Kindar insanın oluşumu
Kişi açısından, sözü edilen bu “duygu durumları”ndan birisini, örneğin “intikam isteği”ni ele alırsak, burada “zihnin kendisini zehirlemesi” olgusunun kendine özgü görünümleri vardır. İntikam isteğinin fiilen bir gruba yönelmesi için, o grubun bilinip tanınması gerekmez. O grup hakkında, en basit bir dedikodunun oluşturabileceği bir önyargı, bu yönelime bağlı olabilecek bir eylem ya da eylemler için yeterlidir.
İntikam duygusu, başka duygularda da olduğu gibi, tatmin edilmek ve mutlak anlamda haklı olunduğunun tescilini ister. O ancak bundan sonra olabildiğince durulabilir. Bu süreçte, duyguya bağlı eylemler bir “görev” fikrine dönüşür. Kişinin büyük bir istekle hatta zevkle yüklenebileceği bu “görev”, bir ideoloji adına olabildiği gibi bir ahlak ve din adına da olabilir.
Böyle bir durumda, çok söylendiği gibi, “kendini o davaya adayan” kişinin “...gerçekten eriyip tükenmesi ve ölmesi de mümkündür” diyor Scheler ve ekliyor: Bu kişiler, “... Başkalarının son derece masum eylem ya da sözlerinde bile kötü niyet görme eğilimine girer”.
Kindar insan, intikam duygusunun bastırılmasıyla, bu duygunun tatmin edilmemesiyle yoğunlaşan bir süreç içinde ortaya çıkar. Kindar insan, onurunun kırıldığını, başta kendisi olmak üzere kendisini ait hissettiği grubun haksızlıklara uğradığını düşünen “yaralı” ve nefret dolu bir insandır.
Kindar insanın saklı kalmış ama son derece güçlü beklentileri vardır. Bu beklentiler kendisini toplumsal statüde aşağılarda görüyor olsa bile, kaderine hiç de razı olmadan başını hep dik tutmakla, gelecek günlerin kendisi ve grubu için bugüne göre çok daha fazla mutluluk getireceğine, bugünkünden farklı bir dünyayı kurabileceğine/kurabileceklerine dair, inançlarla beslenir ve varlık kazanır
.

Toplum olmak
Scheler şöyle diyor: “... Bir kişi ya da bir grup bizatihi kendi varoluş gerçeğinin ve varoluş kalitesinin intikamı gerekli kıldığı hissine kapıldığında bu durum daha da belirginleşir”.
İnsanlar başkalarıyla ilişkiler kurarak ve birlikte bir şeyler yaparak toplum olurlar. İnsanların başkalarının da kendisi/kendileri gibi olmasını istemeye ve olumlu olmayan birtakım duygulardan hareketle zora ve zorbalığa dayalı eylemlerle başkalarını kendi istedikleri gibi olmaya, böylece birlikte yaşamayı insan için anlamsız kılmaya hakları olmasa gerektir.      

Prof. Dr. İSMAİL H. DEMİRDÖVEN
Hacettepe Üniversitesi

 

-

 

Yine bir çevre katliamı

 Düzce Belediyesi, merkeze bağlı Hecinler köyünün 300 metre üstünü “vahşi çöp depolama” alanı olarak belirledi. Köylüler buna rıza göstermeyip imza da vermediği halde imza listelerinin başlığı değiştirilerek sahte bir “izin veriyoruz” metni oluşturuldu.

Düzce merkeze bağlı Hecinler köyü, 70 hanelik 450 nüfuslu bir yerleşim yeri. Sırtını nefis ve ferah bir yamaca yaslamış. Önünde, sağında ve solunda Düzce’nin muhteşem bitki örtüsü var. Yolun hemen altındaki Küçük Melen Çayı da cabası...
Ne var ki bu güzelliği köyün hemen 300 metre üstündeki çöp atma yeri (tesisi!) bozuyor. Bozmakla kalmayıp köylülerin ve giderek Düzce halkının yaşamını tehdit ediyor. Bu nedenle Hecinler köyünün yaşlısı, genci, kadını, erkeği, çoluğu, çocuğu direnişe geçmiş durumdalar.

Ne oldu Hecinler’de?
Yaklaşık 10 ay önce Düzce Belediyesi, Hecinler köyünün 300 metre üstünü “vahşi çöp depolama” alanı olarak belirledi. Ancak köylülerin buna rıza göstermesi ve imza vermesi gerekiyormuş. Onlar rıza göstermemişler ve “yapılmasın” diye imza vermişler. Ancak imza listelerinin başlığı değiştirilerek imzalar “yapılmasına izin veriyoruz” biçimine dönüştürülmüş. Böylece inşaat bitirilmiş ve çöpler köye getirilmeye başlanmış. Çöplerin köye gelmesiyle de kısa zamanda etkisi hissedilmeye ve köydeki yaşam her yönüyle etkilenmeye başlamış.
Hecinler köyü halkı duruma hemen itiraz ederek belediyeye dava açmışlar. Ancak çöp toplama yeri ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) yönetmeliğine göre uygun bulunmuş ve böylece Düzce Belediyesi bu yere çöp atmaya devam etmiş. Bu kararı köylüler mahkemeye taşımışlar ve mahkeme köylülerden yana karar vermiş. Bakanlık durumu araştırıyor. Köylüler de bu süreçte köyün yanından geçen tek girişi kapatıp 10 Ocak 2016’dan beri çöp kamyonlarının geçişini engellemekteler.

Oylar işe yaramadı
Konuya CHP il ve ilçe örgütleri ve milletvekilleri, Düzce Valisi ve Belediye Başkanı müdahil olmuş durumda. Köylüler, AKP’ye yüzde 96 oy vermiş bir köy olarak bekledikleri ilgiyi göremediklerini söylüyorlar. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Düzce, Kocaeli ve İstanbul şubeleri köye teknik gezi düzenlediler ve durumu yerinde gördüler.
Katı atık yeri olarak adlandırılan çöp toplama yerinin hemen altında çöplerin suyunun sızması için tasarlanmış büyük bir havuz var. Buraya başıboş köpekler düşüyor ve ölüyor. Havuzun arıtma sistemi yok. Biriken sular kamyonlarla çekilip götürülüyor. Her yağmur yağışında yukarıda bulunan çöpler tekrar sulanıyor ve sular havuza doluyor. Kış aylarında dahi sinekler var.

Çöpten sızan pis sular
Bir taraftan havuzun önündeki borudan çöplerden sızan sular Küçük Melen Çayı’na karışırken Melen Çayı da aynı zamanda İstanbul’un içme suyu kaynaklarından biri olan Hasanlar barajına akıyor. Düzce’nin tarımsal bitkilerinin çoğu da bu zehirli sularla besleniyor.
Kelimenin tam anlamıyla bir doğa harikasının tam ortasında böyle bir yerin akla ve mantığa uygun hiçbir yanı yok. Buradaki proje sadece orada yaşayan insanların değil ortamı paylaşan diğer tüm canlıların da yok olma nedeni... Köyü ziyaret eden herkes bunu rahatlıkla görebilir.
Yapılması gereken bu ve benzeri çevre katliamlarına karşı durmak ve bunun için yükselen seslere sahip çıkmak. Tıpkı Artvin’de olduğu gibi Hecinler köyünde ve daha pek çok yerde seslerini çıkaramayan kitlelerin bulunduğu ülkemizde bir rant kargaşası ve peşkeş çekme furyası eşliğinde, doğru dürüst planlanmadan, tartışılmadan kararlar almak suretiyle yapılan bu girişimlerin hesabını sormak gerekir. İnsanların en temel hakkı olan yaşam alanlarını sorgusuz sualsiz istila etmek hangi düzenin uygulamasıdır? Sormak gerek, bilmek gerek! Hecinler köylülerinin gidecek başka yeri yok ve oradaki güzel gözlü bebeler zehirleniyor!

Doç . Dr. TUNCAY AKÇADAĞ
Eğitim Bilimci



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları