Olaylar Ve Görüşler

Karikatürün Ağır İşçisi...

11 Mart 2015 Çarşamba

11 MART 2010 TARİHİNDE YİTİRDİĞİMİZ, DÜNYANIN EN İYİ KARİKATÜRİSTLERİ ARASINDA SAYILAN USTA KARİKATÜRİST TURHAN SELÇUK ÇİZGİDEN KOPMAMAK İÇİN SON SAKİKASINA KADAR DİRENDİ.

Turhan Selçuk ustayı yitireli tam beş sene oldu. Dile kolay beş yıl. Çağdaş Türk karikatürünün büyük ustası Turhan Selçuk’suz geçen tam beş koca yıl.
Turhan Usta’yla, 1979 yılında Cumhuriyet gazetesinde tanışmıştım.
Son derece alçakgönüllü kişiliği kendisiyle tanışan birçok kişiyi olduğu gibi beni de etkilemişti.
Yıllar geçtikçe üstadı daha da yakından tanıma fırsatı buldum. Aramızdaki onca yaş farkına rağmen dostluğumuz gün geçtikçe perçinleşti.

Vazgeçemediği masası
Turhan Selçuk’a her uğradığımda onu masasının başında çalışırken bulurdum.
Masasıyla bütünleşmiş, onun bir parçası olmuştu sanki.
Sabahın ilk ışıklarıyla oturduğu masasında, arada verdiği molalar dışında, gecenin geç saatlerine kadar sürdürürdü çalışmalarını.
Bir gün dayanamayıp: “Yatınca karikatürden kurtulabiliyor musunuz?” diye sordum. Aldığım yanıt beni şaşırtmadı: “Bu kez de konu düşünerek dalıp gidiyorum...”
Turhan Selçuk çizginin ağır işçisiydi.
Günde on-on iki saat çalışan bir ağır işçi. Bu uzun çalışma süresi sonunda oluşan zihinsel yorgunluk, bedensel yorgunluğa dönüşüyordu haliyle.
“Bazı günler, kendimi tonlarca yük taşımış gibi hissediyorum” diye yakınırdı.

Ve Abdülcanbaz...
Güzel bir dünya için çizgiyle yola çıktı. Unutulmaz çizgi romanı Abdülcanbaz’ı yarattı.
Yurtsever Abdülcanbaz, doğrunun, haklının, iyinin yanında yer alsın; namussuzlara, zalimlere karşı mücadele versin diye.
Genç kuşaktan Abdülcanbaz’la tanışmayan biri varsa, onlara halen yayınlanmakta olan Abdülcanbaz’ın maceralarını izlemelerini öneririm. Abdülcanbaz’ın zalimlere, din tüccarlarına, namussuzlara karşı, o meşhur “Osmanlı Tokadı”nı nasıl aşkettiğini görsünler.

Yılmaz bir mücadele

Turhan Selçuk, Anadolu’dur, halktır, devrimcidir, yurtseverdir, Atatürkçüdür, aydınlanmanın bilgesidir.
Her zaman ezilenden yana kavga verir. Yalnızca çizerek kazanmıştır ekmek parasını, kimseye boyun eğmemiştir.
Onun bu yılmaz mücadelesi, karanlık güçleri, halk düşmanlarını, dinbazları sık sık rahatsız etmiştir. Dünyada en usta çizerler arasında gösterilirken ülkemizde karikatürlerinden ötürü mahkemelerde yargılanmış, gözaltındayken kaburga kemikleri kırılana kadar dövülmüş ve çok defa da hedef gösterilmiştir.

Çizgiden kopmadı
Yıllar yılları kovaladı, gözleri birer birer: “Bizden buraya kadar Turhan” demeye başladı. Çizgiden kopmamak için son dakikasına kadar direndi.
Turhan Selçuk, çizmeden yaşayamazdı çünkü.
Doğum yeri Milas’ta gazetemiz çizeri Kamil Masaracı’nın çabaları ve Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat’ın desteğiyle üstadın adına Karikatürlü Ev açılacağı ve uluslararası karikatür yarışması düzenleneceği haberiyle biraz soluk aldı ama canından çok sevdiği kardeşi ve yoldaşı İlhan Selçuk’un, gözaltına alınması ve ardından da ağır bir kalp ameliyatı geçirmesi onu sarstı.
En çok da ülkemizin içinde bulunduğu duruma üzüldü.
Ülke bir uçuruma doğru gidiyor ama onun elinden bir şey gelmiyordu.
Bu durum için için büyük ustayı bitiriyordu. Omuzlarında yılların yorgunluğu vardı ve sonunda bu ağırlığa pes etti...
Kalemine atlayıp, beyaz bulutların içinden geçip, sonsuzluğa doğru yola çıktı...

HAKAN DERMAN Karikatürist

 

 

Kibrin kaynağı nedir?

iyi romancının, iyi filmcinin, iyi müzisyenin değerini, gündeme, şartlara, onun duruşunun bizimkine olan mesafesine göre tarif etmeye eğilimliyiz.

Geçen hafta bir arkadaşımla yolda yürürken ağzımdan belli belirsiz “Tamam sen de çok şey yapma artık” cümlesi çıktı. Hemen arkasından fark ettim: Bir dede gibi konuşmuştum. Yazının başlığı da biraz öyle belki. Hepimiz çok yorulduk, bazılarımız yaşından büyük yüklerle yaşamaya mecbur, bazılarımız yeni yaşlara girme hakkından mahrum, gerçekten dede olan bazılarımız ise kibirden kör olmuş durumda.

Kibir kimseye mahsus değil
Yalnız kendimizi kandırmayalım, kibir kimseye mahsus değil. Zehir gibi zeki, çelik gibi sağlam devrimci, Messi kadar yetenekli olanlarımız da bazen çok kibirli. Çok kendinden emin ve çok küstah. Ve bunun maliyeti çok büyük.
Kibirli bir üslupla kimsenin fikrini değiştiremezsiniz. Yaptığınız, söylediğiniz, eylediğiniz ne kadar doğru olursa olsun, kendi kendinize ortaya koyduğunuz değerin önüne geçersiniz. Alerji yaratırsınız. Kendini veya derdini anlatma şansını ıskalarsınız. Büyük ihtimalle de bu durumu bir başkasında gözlemleyince tamı tamına aynı sonuçlara varırsınız.
Kibir bazen şımarıklıktan, bazen çaresizlikten kaynaklanır. Sizin gibi olmayan, düşünmeyen başkalarını etkileyememek ilkinin sonucuysa, bu durumun sabit olduğuna inanmak da galiba ikincisinin sebebi. Bu iki çıkış noktası, bu iki tarif eğer hakikate karşılık geliyorsa, ilki iktidarın, gücün, zalimin, ikincisi de muhalifin, görece zayıfın, mağdurun kibirine denk geliyor.
Zaliminkine uzun süredir bir şey yapılamadığına göre (13 seneden değil binlerce yıldan bahsediyorum) en azından diğerine bakmak boynumuzun borcu. Fikri, zikri iktidarda olmayan kim varsa sözüm ona, sana, bize.

Anlamsız ve işlevsiz
Birbirimizle veya başkasıyla “uğraşırken” ona benzememek çok önemli. Hem mana açısından, hem de işlev. Şöyle ki, fark etmeden giderek karşındakine benzersen iddian nedir? Onun yerine geçmek dışında ne önerebilirsin bu durumda? Senin varlığının anlamı ne, senin için en anlamlı şey “ona” alternatif olmakken ona benzersen? Ve bu şekilde, yani onun bir kopyası olarak, onun arızalarını içererek onu nasıl yenebilirsin? Yani kibir hem anlamsız, hem işlevsiz.
Bunlar merhametsizlik için de geçerli. Mükemmeliyetçilik için de. Takıntılı olmak, güvensizlik, fanatizm, gevezelik, otoriterlik için de geçerli.

Sanatçıyı aşağı görmek
Ve bunlar kadar bariz olmayan bir şey için daha geçerli: Sanatçıyı aşağı görmek, onun kıymetini sana yakın olduğu ölçüde bilmek, sinirini bozan bir şey yapar ya da söylerse onu yerin dibine sokmak eğilimleri de sizi temin ederim ki iktidara ya da ona gönül verenlere özgü bir arıza değil.
İyi romanın, iyi filmin, iyi müziğin; iyi romancının, iyi filmcinin, iyi müzisyenin değerini gündeme, şartlara, onun duruşunun bizimkine olan mesafesine göre tarif etmeye eğilimliyiz ve buna bir son vermemiz gerek.
Kimse bağıra bağıra İstanbul Türkçesiyle şiir okuyor diye tiyatronun dev ismi olmuyor. Orhan Pamuk ve Murat Menteş ne yaparlarsa yapsınlar uzaya gönderilecek 10 Türkçe romana birer kitapları giriyor, ki her ikisi de göze aldıkları yalnızlıkla fikirlerinden bağımsız saygıyı hak ediyor. Büyük şarkı yazarı Sezen Aksu bir dönem “bizce” çok yanıldı diye asla Fazıl Say’dan değersiz olmadığı gibi, Atillâ İlhan’ın şiirinin derinliği, son yıllarında nükleer enerjiyi destekledi diye yok olmuyor, keşke öyle yapmasaydı, ayrı. Ve Turgut Uyar, zamanında toplumsal gerçeklikten uzak, bohem, anlaşılmaz olmakla “eleştirilmişti” diye 2013 Haziranı’nı en iyi anlatan şair olma vasfını kaybetmiyor.
Ve inanın, siyasetin, ekonomizmin veya herhangi bir -izm’in, milliyetçiliklerin, ezbere solculuğun veya muhafazakârlığın yahut siyasal İslamcılığın anlatma, barıştırma, anlamlandırma, ilham verme gücü; bütün bu isimlerin ve yanlarına eklenecek nicelerininkinin yanında kumsalda bir kum tanesi kadar kalıyor.
Sahi, oyuncular sendikasının fiilen sürgünde olan bir önceki başkanı Memet Ali Alabora, devlet büyüklerinin hepsinden daha uzun boylu olduğu için mi hedef gösterilmişti, yoksa kutuplaşma oyununa panzehir olacak kadar büyük yüreği ve hemen herkesle konuşabilecek bir dil üretebilen aklı sebebiyle mi?

HARUN TEKİN Müzisyen



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları