Olaylar Ve Görüşler

Atatürk ve bilim kültürü üzerine - H. Olcay TAŞLI

09 Şubat 2022 Çarşamba

Atatürk’e bir zamanlar Fransızca yazılmış bir coğrafya kitabı gösterirler. Kitapta, insanlar renklerine göre sınıflandırılmış; Türkler ise ikinci derece ırk sayılan sarı ırk arasında gösterilmiştir. Atatürk bu kitaba epey öfkelenmiştir. İşte bu kitaptır, Atatürk’ü tarih üzerine çalışmalara yoğunlaştıran. Kısa sürede Türk Tarih ve Türk Dil Kurumu kurulmuştur. 1935 yılında ise Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılmıştır. Bu çalışmaları dil ve tarih üzerine üretilen iki tez takip etmiştir: Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi.

Atatürk’ün bu tezlerle asıl amacı ne tüm dil kökenlerinin Türkçe olduğunu söylemekti ne de Türk tarihinin Etilere, Sümerlere dayandığını iddia etmekti. Daha öncelikli olan iki hedefi vardı: Birincisi Türk halkına ve aydınına güven aşılamak, ikincisi ise belki de en çok göz ardı edileni, bilim kültürü oluşturmaktı. Bir başka deyişle; fikirlerin özgürce tartışıldığı, bilimin üretildiği bir kültür ortamı oluşturmaktı, asıl amaç. O yüzden de Atatürk öncelikle ortaya atılan bu tezlerin tartışılmasını istiyordu. Bir anı ile açıklamaya çalışayım:

Atatürk, Florya’da dönemin aydınları ile birlikte dil üzerine yoğun ve titiz bir çalışma yürütmekteydi; böyle yoğun bir çalışma akşamında, 1935 yılında basılan Cep Kılavuzu’nda yer alan bazı kelimeler üzerindeki düşüncelerini masada bulunan aydınlara, şöyle aktarmıştır:

“Bazı Türkçe kelimeleri de Arapça diye atmışız. Mesela zam kelimesi... Bu, düpedüz Türkçe bir sözdür. Ben bunu inceledim, siz de açınız, bakınız, Yakutçada sami-, ayn ile zam demektir. Onat da bize sayısız kelimelerin Arapçaya Türkçeden geçtiğini ispat etmiyor mu?”

‘VERİMLİ BİR TARLA...’

Naim Hazım Onat, adı karışınca sessiz kalmayarak Atatürk’e katılmadığını şu sözlerle belirtmiştir:

“Paşam, dildeki kelimelerin aslını araştırıp karşılaştırma başka şey, dili arıtıp özleştirmek yine başka şey. Bir zam kelimesi için çok çalıştık. Bu kelime bizim tam bir günümüzü almışt...”

Ardından güzel bir hikâye ile karşı çıkışını süslemiştir, Onat. Onat’ın bu çıkışı Atatürk’ün etrafındaki “mutat zevatı” kaygılandırmış olacak ki gecenin uygun bir boşluğunda şaka yollu da olsa Onat’ı bu zevatlardan biri uyarma gereği hissetmiştir; halbuki Atatürk gece sonunda Onat’a şu sözlerle veda edecektir:

“Merak etme, Onat, attığımız ileri adımları geri çevirecek değiliz.”

Atatürk’ün, en rahatsız olduğu kişiler her dediğini onaylayan dalkavuklar olmuştur. O, hiçbir zaman ortaya koyduğu fikirlerin tartışılmadan kabul edilmesini istemezdi; ortaya atılan tezlerin güncel bilimsel yöntemlerle incelenmesini, sonucunda eğer doğruysa savunulması taraftarı olmuştur. Böyle bir liderin inşa ettiği dönemin Ankara’sının, bir genç akademisyen üzerinde oluşturduğu etkiye bir göz atalım:

“ Ankara’da yaşamın tadına doyamıyordum... Tam bir özgürlük havası... umut doluydu Ankara o dönemde... Herkes gençti, çünkü genç bir Türkiye kuruluyordu, herkes de bu kurulan yapının güç ve güven dolu işçisiydi. Atatürk Türkiye’si gür bir ağaç gibi büyüyor, dal budak salıyordu...”

Yukarıdaki bahsi geçen genç akademisyen Azra Erhat’tır. Erhat, kendisinin de katıldığı 1937’de düzenlenen İkinci Tarih Kongresi’nde, Atatürk’ün tavrını şu sözlerle ifade etmiştir:

“Bir bozkırdan, üstünde altın başaklar sallanan verimli bir tarla yapmak, Türkiye’nin kültürünü kurmak ve Atatürk dünyanın dört bir ucundan bir araya getirdiği bilginlerin katıldığı bu kongrede, sözüyle değil, gözüyle yol göstermek durumundaydı... Altı günlük toplantıların hiçbirinde Atatürk ağzını açıp bir söz söylememiştir. Yalnız hazır bulunmuş, dinleyicilerin arasında oturmuş, dinlemiş ve bakmıştır...”

Büyük olasılıkla bu tabloyu gururla izlemişti, Atatürk; hayal ettiği bilimsel konuların bilim insanları tarafından tartışıldığı yeni Türkiye. 

BAŞARI ÖLÇÜTÜ

10 Kasım 2019 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde Orhan Bursalı, Atatürk ile ilgili şu anekdota yer vermiştir:

Atatürk, 1931 tarihinde Darülfünuna yaptığı ziyarette (Üniversite reformundan önceki belki de son ziyaret) oradaki bilim insanlarına şu soruyu yöneltmiştir:

“Türkiye’de ilim adamları arasında ecnebi müellifler tarafından site edilen kaç kişiye kaç eser vardır.”

Atatürk’e göre yeni Türkiye’nin başarı ölçütü, dönemin Batılı bilim insanlarının bizim çalışmalarımızdan ne kadar faydalandığıydı; işte bu ancak hayatın her noktasında bilimin kılavuz olması ve bilim kültürünün kurulmasından geçmekteydi. Şunu iyi bilmek lazım ki, Atatürk devrimleri, muasır medeniyetler seviyesini aşmak için bir başlangıçtı; bu hedefe ulaşmak sonraki kuşaklara yüklenmişti. 

H. OLCAY TAŞLI 

ÖĞRETMEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları