Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
26 Eylül Dil Bayramı Nedeniyle Son Yılların “Noktasında” Modasına Değinelim… Neşe DOSTER
1932-
1934- 1936 yıllarında yapılan üç kurultayın üzerinden yıllar geçmiş. O yıllarda
yayımlanan bildiride; “Kadın-erkek her Türk yurttaş Türk Dili Tetkik
Cemiyeti’nin üyesidir. Kendini kurultaya çağırılmış saymalıdır” denilmiş. Bize
de gelinen noktada nereden nereye dedirten bu bildirideki düzeye bakmak kalmış…
Bu
girişten sonra o yıllara dönersek! Atatürk Dil Devrimini yapmış, Latin Harfleri
Devrimini yapmış, takvimi, saati uygar dünya ile birleştirmiş, hayata geçirdiği
devrimleri kurumlaştırmış. Sonra ne mi olmuş? Dil Bayramı’nın 88.yılında dilimizde
yaşanan sorunları, boşlukları, vurdumduymazlıkları sütuna yatırmaya çalışırsak
olanları görürüz.
Öncelikle
konunun nereden nereye geldiğini ve nerelere gidebileceğini yansıtabilmek için
biraz gerilere gitmek, bazı satırbaşları açmak, bazı olayların altını kalın
çizgilerle çizmek ve Cumhuriyetin en köklü ve en etkili atılımlarından birinin
harf ve dil devrimi olduğunu bir kez daha anımsatmak gerekir…
Büyük
Atatürk daha 1920’li yıllarda dilin sadeleşmesini, ulusal bir sözlük
hazırlanmasını düşünmüş ve “savaş silahla olduğu kadar kalemle de kazanılır”
demişti. Yurt genelinde okuma yazma bilenlerin % 4 olduğu o günlerde temel
politikasını eğitimsizliğe çare aramak
üzerine oturtmuş ve ulusun kurtuluşunu biraz da buna bağlamıştı.
Bunun
için de Latin alfabesini getirmekle, köylü yurttaşa okuma yazma, dört işlem,
tarih coğrafya alanında ana bilgiler vermekle, halk odalarını, millet
mekteplerini kurmakla, halka gece gündüz
okuma yazma kursları açmakla işe başlamış böylece; ulusçu, halkçı, devrimci, laik cumhuriyet
yurttaşları yetiştirmeyi amaçlamıştı. Bu konunun ulus olmamızda, yurttaş
olmamızda, çağdaş olmamızdaki yerini ve önemini asla yadsıyamayız…
Dünya
Pedagoji ansiklopedilerine “Türk buluşu kurumlar” diye geçen, bilim adamlarına
tez konusu olan, UNESCO tarafından “çağdaş kalkınma modeli” olarak kabul edilen
Köy Enstitülerinden yetişerek ulusunun kalkınma kervanında yer alan Cumhuriyet
Öğretmenleriyle kazanılan başarılar dağa taşa yazılmış. Cebine tebeşiri,
sırtına kara tahtayı alıp kahve kahve dolaşarak halka okuma yazma öğreten
Atatürk’ün öğretmenleriyle bir eğitim destanına imza atılmıştı…
Yıl 1928/ 9 Ağustos!
Sarayburnu’nda yurttaşlarına seslenen Büyük Önder; “Vatandaşlar! Yeni
Türk alfabesini çabuk öğreniniz. Bütün ulusa, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya
öğretiniz. Ve bunu bir yurtseverlik ve ulusçuluk bilinci sayınız” derken genç
cumhuriyeti diline sahip çıkmaya çağırmıştı. (Yıllar önce Karaman Beyliğinden
Karamanoğlu Mehmet Bey, Türkçeyi konuşma ve yazışma dili olarak resmi dil
saymışsa da diğer beylikler uygulamamıştı.)
Yıl 1932/ 26/ Eylül 1932
Dolmabahçe Sarayı’nda Birinci Türk Dil kurultayı toplanmış. Amaç; Türk dilini başka dil
aileleriyle karşılaştırmak! Gramerini hazırlamak! Türkçe bir sözlük oluşturmak!
Kurumsal bir dergi çıkarmak! Deyimleri Türkçeleştirmek! Dilimize yerleşen
yabancı sözcüklerin yerine öz Türkçelerini bulmak!
O
günlerde yapılan pek çok toplantıya kurucu ve koruyucu başkan sıfatıyla
katılan, katılamadığı zaman sürekli bilgi alan ve alınan kararları, yapılan
işleri Anadolu Ajansı aracılığı ile kamuoyuna duyuran büyük Atatürk şöyle
demişti; ”Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti dilini de
yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır. Bu çalışmaların göz kamaştırıcı
sonuçlar vereceğine şimdiden inanabilirsiniz.” Söz budur. Nokta…
TBMM’nin yeni yasama yılını açış
konuşmasında Büyük Atatürk, Türk Tarih ve Dil Kurumlarını överek; “Bu kurumlar
değerli ve önemli birer bilim kurumu haline gelmiştir” demiş, 1936 yılında TDK
adını alan dernek 26/ Eylül’ü Dil bayramı olarak kabul etmiştir. 5/ EYLÜL 1938
de durumu ağırlaşınca vasiyetini hazırlayan Atatürk, hazırlanan vasiyetin 6.
maddesinde İş Bankası’ndaki hissesinin gelirinden her yıl Türk Dil ve Tarih
kurumlarına eşit oranda pay verilmesini ifade etmiştir…
Özetle;
Bakanlarının kitap yazdığı bir ülkeden, o kitaplarla aydınlanan ve aydınlatan
bir kuşaktan sonra geldiğimiz noktada etkililer ve yetkililerin dilimiz
konusunda ne düşündükleri ve ne yaptıkları ortada. Yaptıkları dil yanlışlarıyla
ulusal ve evrensel boyutlarda ilgi odağı olan büyüklerimizin seçkin ve özgün
örneklerine geçmeden önce dilin bir ulusu oluşturan en olmazsa olmaz etken
olduğunu, eğer bir toplumda konuşulan ortak bir dil yoksa ulusun da
olamayacağını, dilin toplumları yaklaştıran, kaynaştıran öğe olduğunu bir kez
daha anımsatalım. Ve o zorlu koşullarda askerlikten tarihe, Fransızcadan
sosyolojiye, felsefeden ekonomiye inceden inceye ve altını çizerek 4 bin kitap
okuyan bir ulaşılmaz lideri bir kez daha yürekten analım, alkışlayalım…
GELELİM GÜNÜMÜZE!
Had
bildiren, gözdağı veren, posta koyan, efelenen, öfke saçan, meydan okuyan,
argoyu seven, kendi ülkesinin dertli insanlarıyla bile tonlama ve sözcük
seçiminde zorlanmayan(!) bol bol “be, ya, ulan” serpiştirilmiş müthiş
vurgularla konuşan ve “ben piyasa diliyle konuşurum” diye övünen
yöneticilerimiz var!
Sağlam
bir argo kültürü olan ve bu alana katkılarından ötürü TDK’nın teşekkür ve
takdir belgelerini hak eden bir yönetimimiz var!
Derin
bilgisizliklerini pazarlamayı alışkanlık haline getiren, her sözlerinin
ardından “yanlış anlaşıldı!” diye sıyrılmaya çalışan devlet büyüklerimiz var.
Vee
1932 yılında, “Türk Dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine
kavuşması için bütün devlet teşkilatının dikkatli ve alakalı olmasını isteriz.”
diyen Büyük Atatürk’ümüz var. “Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.
Dilin milli ve zengin olması milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk
dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.” diyen
Büyük Önderimiz var.
Uluslararası
bir sanayi kuruluşunun Paris’te yapılan toplantısında toplantıyı düzenleyen
kurumun Fransız başkanının İngilizce konuşması karşısında derhal ayağa kalkıp
toplantı salonunu terk eden, nedeni sorulunca da: “Fransa kendi diline saygısı
olan büyük bir devlettir. Fransız başkanın İngilizce konuşması kabul edilemez” diyen
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac var…
ŞİMDİ SORU ZAMANI!
İstikbal
ve geleceği aynı anda kullanan siyasilerimize mi bakalım? Basketbol maçı
anlatan deneyimli spor spikerinin “yer yaşlandı, görevliler silecekler” sözüne mi şaşırıp kalalım? “Teşekkür ederim”
dediğinizde karşı tarafın “oldu” cevabına mı takılalım? “Çay mı, kahve mi?”
teklif ettiğinizde aldığınız “fark etmez” yanıtına bakarak; Siz çayı kahveden
ayıramıyor musunuz? Ne demek bu mu diyelim? Yoksa örnekleri daha fazla
uzatmadan yeni renklere mi geçelim?
Dilimiz
bayağı zengin artık! Yeşil yerine “oliv” diyoruz. Portakal renginin yerini “oranj” aldı. Camgöbeği “turkuaz”,
eflatun “lila”, kırık beyaz “ekru” olalı çok oldu. Pastel renkleri uzun
yıllardır kullanır olduk. Dağ çileği
ya da Böğürtlen yerine “Frambuazımız”, Allaha ısmarladık yerine “baaay, ya da
bay bayımız” var! Örnekleri uzatmayı ne süremiz kaldırır ne de yüreğimiz. İyisi
mi sadede gelelim! Özetle Türkçemiz yani ana dilimiz kendi öz
vatanında sahipsiz, öksüz, ilgisiz ve yetim bir durumdadır. İlgililer, yetkililer,
etkililer sanki ağız birliği etmişçesine “Türkçe değil mi uydur uydur
söyle” anlayışı içindedirler.
O
halde yıllar ötesinden seslenen Konfüçyüs’ün; “Dil bozulursa her şey bozulur”
sözünü niye haklı çıkarıyoruz? “Dil ile düğümlenen, diş ile çözülemez” diyen
atalarımızın kemikleri neden sızlatıyoruz? “Türkçem, benim ses bayrağım” diyen
Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı niçin üzüyoruz? “Atalarımla torunlarım sende buluşurlar”
diyen Turan Oflazoğlu’nun şimdilerde ne düşündüğünü niçin görmezden geliyoruz?
Ya
da cadde ve sokaklarımızda yabancı sözcüklerle dolu tabelalardan geçilmediğini,
özensiz konuşmaların her katmanda giderek arttığını, gençlerimizin sınırlı
sayıda sözcükle yetindiğini, buna rağmen kimsenin kılının kıpırdamadığını,
kimsenin sorumluluk duymadığını, basın kuruluşlarının bile ilgisiz davrandığını
görüp üzülmemize rağmen hala kalkıp “Dil Bayramı” yazısını nasıl yazabiliyoruz?
Ne yüzle ve neyin bayramı?
YÖNETİCİLER SIK SIK;
“DEĞİŞEREK GELİŞMEK, GELİŞEREK DEĞİŞMEK” DERLER. SONUÇ ORTADA!
Son
yıllarda nasıl bir moda, ya da salgınsa büyük küçük, yetkili yetkisiz, vekil
bakan, gazeteci, muhabir, vali, bürokrat herkesin diline yapışan bir sözcük
var: “Noktasında!” Bu sözü dolandırmaktan, uzatmaktan, anlamsızlaştırmaktan
başka bir şeye yaramıyor üstelik. Ancak CB kullandığı için akan sular durmuyor,
donma noktasında(!) ilerliyor. Bu ne
arkadaş? İnsan ana dilini böyle kolay harcar mı, ya da ona kıyar mı?
“Kent
temizliği noktasında! Koruyucu malzeme noktasında! İzin verme noktasında!
Kaynaklara erişim noktasında! Görüşme noktasında! Şahsımla uğraşma noktasında!
Eksiklik oluşturma noktasında!” daha neler, ne örnekler…
Kent
temizliği konusu, koruyucu malzeme sorunu, izin verme gerekliliği, kaynaklara
erişim meselesi, görüşme talebi vb dururken noktasında nedir? Danışman ordusu
ne güne duruyor? Eskiden aklı olan aklını, bilgisi olan bilgisini, ekmeği olan
ekmeğini, vicdanı olan tümünü paylaşırdı bize ne oldu böyle?
Ne
diyor CB; “Eski Türkiye artık tamamen geride kalmıştır. Çıtayı sürekli daha
yükseğe çıkarma noktasında vizyon ortaya koyduk:” Yeni Türkiye’de artık akıl
değil çıkar ve algı yönetimi yükselen değer olunca “noktasında” sözü alır
başını gider!
NEŞE DOSTER
Y.N: Bu yazdıklarım neye yarar, kime yarar
bilmiyorum Hariçten gazel okuyor da değilim. Toplumsal "manzarayı umumiyeyi" görünce; Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi almış ve bu dersi veren biri olarak
konuya geri dönmek, tarihsel süreci hatırlatmak, güncel örneklerle değerlendirmek
ve yapılan dil yanlışlarının altını çizmek zorundaydım…
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- 9 sayfalık not bırakmışlar
- İki ünlü markanın balları sahte çıktı!
- 'Üs bölgesi' kamera görüntüleri ortaya çıktı
- Atatürk 'sticker'ına basan kişiyi uçarak dövdü
- 'Sessiz katil' konusunda önemli uyarılar
- Yazarımız Meydan'dan, Acemoğlu'na 'Atatürk' yanıtı
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Alnı secdeye düşenlerin iktidarında...'
- Bahçeli'nin videosu neye işaret ediyor?