Olaylar Ve Görüşler

20 yıllık tarih dersi - Salih ÖZBARAN

13 Mayıs 2022 Cuma

Ülkemizde, değer verdiğim meslektaşlarımın da paylaştıkları değerlendirmelerini unutmam mümkün değil. Onlar ele aldıkları konuları, akademik disiplin içinde çalışarak yaparlar ve topluma daha fazla açılmak istediklerinde yani vülgarize/yaygın metinlerle ve söylemlerle geniş kitleleri hedef alırlar. 

Ama ondan kendi çıkarları için yararlanmak isteyenler tarihçinin objektifine farklı görüntüler, uydurma manzaralar, yalan istatistikler eklerler veya sesine karışırlar. Kısacası tahrif ederler gelecekte kullanılacak olan tarih kaynaklarını. Geçmişin olayları, olguları, kurumları ve kişileri (hatta uzun süreçler için de keşfedilmiş yasa mertebesindeki sonuçları) “tarih” adı altında günlük siyasa içine sürüklenmeye çalışılır; öte yandan, nereye vuracağı, nasıl çağrı yapacağı, hangi güçlerin ekmeğine yağ süreceği belirsiz bir serüvene itilmiş olur “tarih”. Son 20 yıldır böyle bir zihniyetin doruğunu yaşamaktayız.

Son 20 yıl içinde iktidarın ve onun başında tek seçici konumundaki (önce başbakan, sonra partili cumhurbaşkanı) yönetiminden tarihe nasıl ve ne tür “veriler” bırakıldığını düşündüğümde, o süreci yazmaya çalışacak olan tarihçilerin ne denli dikkatli ve disiplinli çalışmaları gerektiğini vurgulamak isterim. Gizlenmiş gerçekleri, ayan-beyan göstergeleri yok sayarak kendi verileriyle vatandaşı oyalayan, yaşam zorluğuyla baş başa bırakılan halkın perişanlığını göz ardı eden, Cumhuriyetin kazanımlarını kenara iten, topluma ümmet kimliğini yeterli bulan, Türkiye Cumhuriyeti’ni dış dünyaya karşı itibarı zedelenmiş bir devlet durumuna getiren, “Misakı Milli”nin topraklarını, nehirlerini, denizlerini -mali durumunu düzeltmek için!- istediği hoyratlıkla gözden çıkaran ve ona hükmeden zihniyetin, sessiz çoğunluğa lütfettiği ianenin/maişetin tarihini nasıl yazacaktır tarihçi? 

TARİHÇİ DEVRİMİ YOK SAYMAZ

Şu anda (20 yıldır ülkeyi yöneten) iktidarın, türlü olumsuzluğa bulaştırmak istediği ve paranteze almaya çalıştığı “Cumhuriyet rejimi”nin ilk 20 yılını (hatta 15 yıla sıkıştırılmış bir olağanüstü süreci), deyim yerindeyse, Osmanlılardan devraldığı enkazı ve emperyalizme karşı kazandığı bağımsızlığı ve çağdaşlığı hatırlatarak bitireyim yazımı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra söyledikleri arasındaki bir cümle: “Şimdi daha güçlü bir savaş bekliyor” ve ardından sözlerini tamamlıyor: “Çağdaşlaşma savaşı yapılacak”. Neler yapılmamış ki bu çağdaşlaşma savaşında. Seçime ve partilere dayalı hükümetlerin oluşumu, biattan/ümmetten vatandaşlık kimliği üretme, sosyal ve ekonomik hayattaki yenilikler, eğitim ve öğretimdeki atılımlar, laik düzen, kültür devrimi, doğaya/çevreye verilen değer, dış politikada sağlam ve barışçı duruş. Saydıklarımı (ve sayamadıklarımı düşünerek) Atatürk’ün şu sözleriyle bitireyim yazımı:

“Türkler bütün medeni milletlerin dostlarıdır... Memleketler muhteliftir fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi için bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lazımdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sukutu, garba karşı elde ettiği muzafferiyetlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan rabıtaları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.”  

Son 20 yılı yazacak tarihçiler, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyetin ilk 15-20 yılını da anımsayacaklar, kıyaslamayı yapacaklar, eminim bağımsızlık savaşı veren ve uygarlık yolunu tutmuş olanlar üstüne getirilmek istenen karanlığı anımsatacaklardır.

SALİH ÖZBARAN

EMEKLİ TARİH PROFESÖRÜ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları