Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ve İşte ‘Onlar Ortak, Biz Pazar!’

28 Ocak 2014 Salı

Bugün farklı bir konudan söz edecektim. Ama okur temsilcisi sayfasında önem verdiğim bir konuda benimle ilgili bir eleştiri görünce, cevap hakkı doğdu ve AB konusuna geri dönmek zorunda kaldım.
Mehmet Şen okurumuz “Brüksel’de Riya Yarışı” başlıklı 23 Ocak tarihli yazımın; “Elli yıl önceki ortaklık anlaşması yıllarında hani ‘Onlar ortak, biz pazar!’ diye bir tekerleme vardı” cümlesine takılmış…
“Öncelikle ‘Onlar ortak, biz pazar!’ sözü bir tekerleme değil, 1968 kuşağının görüşlerini özlü bir biçimde tanımlayan deyişi, yani sloganıydı” diyor. “Yaşı müsait olanlar 1968 yılında İTÜ Gümüşsuyu binasının önünden geçtiyse ‘Onlar ortak, biz pazar!’ sloganını büyük bir bez afişin üzerinde görmüş olmalılar” diye ekliyor...
Şen “tekerleme” ifadesine içerlemiş…
Okur temsilcimiz sevgili Güray Öz de; “Cumhuriyet yazarları farklı görüşleri savunmakta özgürdürler” yanıtıyla karşılık veriyor…

Sloganla dış politika yapılmaz
Şen’e ben yanıt verseydim; “Onlar ortak, biz pazar!” pozisyonu için kendisinin bizzat kullanmakta sakınca görmediği “slogan” sözcüğü ile “tekerleme” arasında büyük fark olmadığını söylerdim…
Sayın Şen, “tekerleme” için “basmakalıp sözdür” diyor…
“Tekerleme” basmakalıptır da, “slogan” basmakalıp değil midir?
Sözü edilen cümleyi “‘Onlar ortak, biz pazar!’ diye bir slogan vardı” şeklinde yazsam ne değişir?
Bana göre çok şey değişmez. Çünkü “sloganla” dış politika yapılmaz…
’68 kuşağı bu sloganla özdeşleşebilir…
Ama Ankara’nın Brüksel politikasının, böyle bir sloganla şartlanması yanlış olmuştur.
Vaktiyle bu yüzden Türkiye, Yunanistan’la beraber hareket etmeyi düşünmemiş; Batı komşusuyla birlikte “üyelik” talebinde bulunmadığı için kontrpiyede kalmıştı.
Yunanistan’ın AB’ye girdiği 1981 yılından beri AB konularını izleyen bir gazeteciyim.
Geciken refleksle Özal’ın sonra AB’den “üyelik” talebinde bulunduğu 80’lerin sonunda, Brüksel’de konuyu dönemin önde gelen isimleriyle konuşmuştum.
Bahis konusu olan tarih diliminde Avrupa Komisyonu’nun en güçlü adamı olan Avrupa Komisyonu Genel Sekreteri Emile Noel örneğin, “Türkiye fırsatı değerlendiremedi” demiş, eklemişti: ‘‘(Ankara) Aynı Ortaklık Anlaşması için yapmış olduğu gibi tam üyelik talebini (Yunanistan’la birlikte) masanın üzerine koymalıydı. Bunu ne Erbakan’la koalisyon içinde olan Ecevit; ne hem Erbakan hem de Türkeş’le koalisyon içinde olan Demirel yapabildi... Türkiye ’50’ler sonundaki gibi Yunanistan’la paralel bir atılım yapsaydı, bu, Batılı ülkeleri Yunanistan ile Türkiye arasında daima gözetilmiş olan dengeyi muhafazaya zorlayacaktı. Denge nasıl muhafaza edilecekti? Bunun spekülasyonunu yapmak güç. Ama durum Türkiye’yi şüphesiz olduğundan daha iyi bir duruma götürecekti. Çünkü 1981’den beri Yunanistan topluluğun içinde mevcuttur... Türkiye ise tamamen bu organların dışındadır... Türkiye’yi topluluğa bağlayan tek güç 20 yıl boyunca felce uğramış olan ortaklık anlaşmasıdır. Türkiye; Yunanistan’la tam üyelik talebinde bulunmuş olsaydı, bu ülkeyle yaptığımız tüm müzakerelerde Türkiye faktörünü göz önünde bulunduracaktık. Oysa Türkiye bunun aksini yaptı. Ve o sırada açıkça tam üyelikle ilgilenmediğini belirtti. Dolayısıyla Yunanistan’la yapılan anlaşma; Türkiye’nin dışa vurmadığı kaygıları dikkate almadı...’’

İki tarihi hata
Brüksel’de çeşitli çevrelerden dinlediğim bu görüşleri Cumhuriyet’te defalarca yazdım.
Temas kurduğum çevrelerin ortak kanısı, Türkiye’nin AB konusunda baştan itibaren çok temel “stratejik” ve “taktik” hatalar yapmış olması idi.
’68 gibi ideolojik tercihler içeren sloganlarla dış politikada yol almak mümkün olmuyor. Değişen şartlara göre esneklik gösterebilmek şart.
Türkiye Yunanistan’la hareket etmek “taktiğini” gösterebilseydi; Soğuk Savaş ortasında “Yunanistan’a evet, Türkiye’ye hayır” denemeyeceğinden... Yunanistan’ın eli mahkûm üyeliği ertelenecekti ve “Avrupa’nın güney kanadı” tek pakette ele alınacak, Atina’nın üyeliği Madrid, Lizbon’la birlikte “tek genişlemede” değerlendirilecek, Brüksel, Akdeniz’in doğusu ve batısına genişlemeyi bir arada düşünecek, Kıbrıs büyük olasılıkla ‘tek yanlı’ AB’ye giremeyecekti! Türkiye tüm “güney kanadı kapsayan” bu trene atlayabilecek miydi? Bilinmez…
Ama her halükârda Yunanistan’ın üyeliğini “ötelemenin” yanı sıra, Noel’in de belirttiği gibi, “tüm müzakereler hep Türkiye faktörünü de göze alacaktı!”
Türkiye kısaca “taktik avantaj” sağlayacaktı, her dayatılanı kabule zorlanmayacaktı.
Bu sebeple ben “ortaklık anlaşması yıllarının” o ünlü “Onlar ortak, biz pazar” yaklaşımının hep strateji ve taktik içermeyen bir indirgemecilik olduğunu düşündüm.
Buna karşın 2004’teki “ucu açık müzakerelere” de ilk günden karşı çıkan az sayıda gazeteciden de biriyim…
Türkiye özetle AB konusunda iki büyük tarihi hata yaptı: 1. Yunanistan’la hareket etmeyerek; 2. Müzakere olmayan müzakerelere girerek…
“İki tarihi yanlış” geçen hafta Brüksel’de AB kurumları başkanlarıyla Erdoğan’ın verdiği o “özel statü fotoğrafı” ile sonuçlandı.
“Özel statü” yani “Onlar ortak, biz pazar” noktasına bu elli yıllık sürecin sonunda geldik.
“Brüksel’de Riya Yarışı” yazımın sonundaki, ‘Onlar ortak, biz pazar’ diye bir tekerleme vardı. Erdoğan’ın son Brüksel çıkarmasında o tekerlemenin ete kemiğe bürünmüş şeklini gördük!” ifadeleri bu tarihi sürece atıftır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları