Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kader (16.01.2014)
12’sinde evlendirilen,13’ünde doğuran ve kısacık yaşamını -tetiğine kimin bastığı belirsiz- bir av tüfeğiyle noktalayan “kadersiz Kader”in öyküsü aklıma Reis Çelik’in“Lal Gece”sini getirdi.
“Lal Gece”yi her yıl düzenli yapılan “Türk filmleri şenliği” ile tanınan Strasbourg’un Odyssee sinemasında izlemiştim. Strasbourg’da “Lal Gece”yi görmek hem bir “zaman tünelinde”, hem de mekân anlamında yolculuğa çıkmak gibiydi.
O zaman da yazmıştım…
Avrupa’nın en müreffeh ve yerleşik burjuvazisinin kalbi olan Strasbourg kenti ile “Lal Gece”yi buluşturan Odyssee sineması, tarihi Gütenberg heykelinin durduğu Gütenberg Meydanı’na çok yakındı.
Matbaanın mucidinin anısına bu meydanın ortasında dikilen Gütenberg heykelinin en dikkat çeken yanı üzerindeki “Ve ışık doğdu/Et la lumiere fut” yazısıydı. Heykeli dikenler böylece, “Aydınlanma”nın ilk filizlerinin matbaayı burada ilk kez 1453 yılında kullanan Gütenberg’le yeşerdiğini vurguluyordu. Gelip geçenlere de bu şekilde neredeyse altı yüzyıldır “Aydınlanma ile haşır neşir olan” bir kentte bulundukları hatırlatılıyordu.
Gütenberg Meydanı’ndan, en fazla 5-10 dakika mesafede bulunan Odyssee sinemasına girip “Lal Gece” ile yüz yüze geldiğinizde birden Taliban Afganistanı’na ışınlanmış gibi oluyordunuz.
Ardahan’ın kırsalında çekilen filmin ilk sahneleri, karlar altında derme çatma evlerden bir kurbanlık koyun gibi ittirilerek çıkarılan kırmızı duvaklı ufak bir kız çocuğu ile 60’ını aşan bir ihtiyarın düğünü ile başlıyordu.
Zifaf odasına hapsolmak
Bu sahnenin daha şoku geçmeden, çocuk gelinle yaşlı damat, seyircilerle birlikte bir daha dışarı hiç çıkamayacakları bir “zifaf odasına” kapatılıyordu. Zifaf odasında öykü, “töreden” daha önce hapse düşen geçkin damadın ağzından anlatılıyordu.
Filmin sonunda damadın; “Buna kader mi desek, kısmet mi, âdet mi, gelenek mi, görenek mi” sorgulamasıyla başlayan uzun tiradının ardından; “Nerdeyse sabah ezanı okunacak!” sözlerini duyuyorduk. Tek kişilik oyunuyla göz dolduran (damat) İlyas Salman;
“Pencereden ‘gelin zifaf çarşafını alın!’ diye damat daha ateş etmedi!” diyor; sonra gerdek odasında ışıklar kararıyor kamera dış mekâna dönüyordu.
Gün ağarırken de “baam” içerden yükselen tek el bir ateş sesi duyuluyordu.
Yaşlı damat; “Gelin zifaf çarşafını alın!” mı demiş oluyordu…
Yoksa intihar ediyor ya da küçük kızı mı vuruyordu belli değildi.
Bu sorunun yanıtını Reis Çelik; bazı tiyatro oyunlarındaki gibi açık bırakıyordu. Yanıt almamıza gerek kalmadan perde kararıyor; jenerik akmaya başlıyordu.
“Trajedi” her halükârda tamamlanmış oluyordu.
İster acımasız “zifaf gecesi” ritüeli yerine getirilsin, ister perdedeki kahramanların yaşamları noktalansın, asla yaşanmamış ve hiç yaşanmayacak hayatlar bir kurşunla nihayete ulaşıyordu…
Sinemadan çıkıp az ilerdeki “Gütenberg Meydanı”nın soğuğunu yiyince insan cin çarpmış gibi oluyordu. “Aydınlanma” rahlesinden geçen ülkelerle aramızdaki mesafenin kapanmazlığını sonuna kadar duyumsuyordunuz.
Çılgın proje ve çocuk gelin rekortmeni
14 yaşındaki “kadersiz Kader”in ölümü ardından gazetelerde çıkan rakamlar, bunu istatistiksel olarak kanıtlıyor. Türkiye çocuk gelin oranı en yüksek ülkeler arasında. Güneydoğu’da neredeyse yarı yarıya -yüzde 41- olan çocuk gelin oranları, ülke çapında yaklaşık 1/3 olarak belirleniyor.
Türkiye’yi Avrupa’da “rakipsiz” kılan bu feci oran; otomatikman bizi “en kadın düşmanı ülkeler”arasına savuruyor. Dünya çapındaki “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” raporlarında da hep zaten kadın haklarının en fütursuzca çiğnendiği ülkeler arasında boy gösteren AKP Türkiyesi; ileriye doğru mesafe almak şöyle dursun, bu konuda 2000’ler başına göre bariz gerileme gösteriyor.
Kimin umurunda?
Çılgın projeler ve “Türkiye’yi sözde dünyanın 17. ekonomisi” yapmakla övünen başbakan; “çocuk gelinler konusunda” ülkemizi Nepal; Dominik Cumhuriyeti, Etiyopya, Zambia, Sierra Leone gibi azgelişmişlik klasmanına sürüklemekten rahatsızlık duymuyor.
Kadın hakları, kadına şiddet, töre ve çocuk gelinler gibi konuları merceğe alan kadın sorunları bakanlığından “kadın”ın adını yok eden siyasi irade; “Kader’lerin kadersizliğine” son kertede bir sorun değil, “su testisi su yolunda kırılır” misali bir yol kazası olarak bakıyor.
Konuyu ele alan yayın organlarında da bu genel geçer yaklaşımı görüyoruz.
Bu yazıya otururken “Kader”e ilişkin tüm haberleri okudum…
İlk günlerdeki haberler berdelle evlendirilen kızın dayatma “berdel” öyküsünü açıkça vurgulamak yerine örneğin “gelinle damadın ailelerin onayı ile evlendirildiğini” söyleyerek durumu adeta meşrulaştırmaya çalışıyor...
“Erken doğum”la kaybettiği bebek yüzünden bunalıma girerek kendisini Kader’in vurmuş olabileceği(!) izlenimi yaratılmak istenirken küçük kızın aslında ikinci bebeğini aylar önce, eylül ayında yitirdiği gözlerden saklanıyor.
Şeffaflıktan tamamıyla yoksun olan bu ortam; basını ve siyasetiyle aslında, Kader’in cinayetine ortak.
Tıpkı “Lal Gece”nin sonu gibi. Bir silah sesi duyuyoruz ama karanlığın içinde tam ne olduğunu bilmiyor, anlamıyoruz.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Cüneyt Özdemir'den teğmen Ebru Eroğlu'na iş teklifi
- Fikret Orman'dan Talisca yanıtı!
- Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
- İşte en yüksek faiz veren bankalar...
- Enes'in cezaevi konuşmaları ortaya çıktı
- Nevzat Bahtiyar'ın oğlu ilk kez konuştu
- İmamoğlu'ndan Bakan Tunç'a sert yanıt
- 'Bedeli çok ama çok ağır olur'
- DP'de deprem: İstifa ettiler
- Cemal Enginyurt'tan Cumhuriyet'e ilk açıklama!