Müjdat Gezen

Aborjinler

17 Haziran 2024 Pazartesi

Aborjinleri de seviyorum. Avustralya’ya gitmeden önce biraz bilgi edindim onlar hakkında. Aslına bakarsanız koca Avustralya’da bir Aborjin görebildim. Ama onların felsefesini biliyorum. Bir kere isim kullanmıyorlar. O yıl en başarılı olan kişi yaptığı işe göre isim alıyor. “En iyi yemek yapan kadın” isimleri geçici, özelliklerini anlatıyor. Ama en insancıl yanları çölü geçerkenki davranışları. Çölü geçmek üç ay sürüyor. Kırbalarına su birikintilerinden su dolduruyorlar zaman zaman. Ama o suyu kesinlikle bitirmiyorlar. Neden mi? Kendilerinden sonra gelecek hayvanlar susuz kalmasın diye... Bunlar ilkel kabileler. Aborjinler saat de kullanmıyorlar. Gerekçeleri; zamanı durduramadıkları için. O zaman saat ne işe yarar diye düşünüyorlar. Acaba bazen ilkel olarak baktığımız bu düşünceler gerçekten ilkel mi, yoksa insancıl mı?

EMEK YOKSA YEMEK YOK

Çalışmıyoruz biz. Ben kendi hesabıma, çalışmadan duramam. Çalışırken yanımda ne kadar emek veren arkadaşım olursa paylaşım da o kadar çok olur. İşsizlik var mı? Var. Ama insan gerçekten çalışmak isterse ne yapar yapar bir iş bulur. Kendi icat eder. Emek olmadan hiçbir şey olmaz. Ben para kazanacak bir iş yapmıyorum. O zaman başka bir iş yapmam lazım. Çalışmam lazım... Bu arada benzine yine zam geldi. İzlemediğim ve çıkarılmadığım TRT için vergiler ödüyorum. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki... Amerikan kovboy filmlerini anımsatıyor bana bu durum. Tren gitmektedir. Birden dış planda soyguncu atlıları görürüz. Trene ustaca atlarlar ve maskeleri çekerek: “Kimse kıpırdamasın, bu bir soygundur” derler. Banka filmlerinde de vardır bu sahneler. Vergi sistemimizin cümlesi gibi.

SIKINTI YOK

Bu iki sözcük son 20 yılda dilimize yerleşti. Sıkıntının tavan yaptığı yıllardı. Aslında yerleşmedi, yerleştirildi. Hitler ve Goebbels’i iyi analiz edenler, altını çize çize dilimize yerleştirdiler: “Sıkıntı yok.” 

SOKAK KÖPEKLERİNİ ÖLDÜRMEYİN, ONLARIN ZATEN ÖMÜRLERİ KISA.

Atatürk diyor ki:

“KENDİNİZ İÇİN DEĞİL BAĞLI OLDUĞUNUZ ULUS İÇİN ELBİRLİĞİYLE ÇALIŞINIZ. ÇALIŞMALARIN EN YÜKSEĞİ BUDUR.”

NAZKA

Peru’da Nazka çizgileri var ya hani. Güya uzaylılar yapmış da yukarıdan inişe geçtiklerinde oraya iniyorlarmış. Bilimadamları yıllarca uğraştılar falan. O yörede yaşayan Nazka yerlileri ve onlardan önce yöredeki Parakaslar bu çizgileri bambaşka amaçlarla yapmışlar. Bazı çizgiler yağmur mevsimini işaret ediyor. Kıvrımlı olanlar suyu. Çölü birkaç metre kazıyorsunuz su çıkıyor. Bu işaretler onları anlatıyor. Bazı çizgiler ise ibadet için çizilmiş. Anlayacağınız uzaylılar dışında pek çok amaçları var ama uzayla uzak yakın bir ilgisi yok. İki bin yıllık bir kültür bu, öyle istemişler öyle yapmışlar. Üç bilimadamı gitti oraya, bu çizgilerin aynını birkaç saatte çizdiler. O kadar basit ki. Bir ip, iki çomak, bir kürek. Bütün gereçleri buydu. Peki, şimdi bir kısmınızın fısıltılarını duyar gibiyim: “Peki, bunları bileceksin de ne olacak?” Sizi bilmem. Ama ben bir şey daha kattım küçücük bilgi dağarcığıma ve yıllardır uzaylılar uzaylılar türküsü sona erdi benim için. Zaten yoktu. Belki kâinatta bizim dışımızda da bir şeyler vardır, ben biliyorum. Ama o çizgilerin sizin uzaylılarla ilgisi yok. Yıllardır bunun peşinde koşup duranlara söylüyorum. Aman ha, sizi üzmeyeyim. 

ABDULLAH YÜCE

Ses sanatçısıydı. “Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap” bestesini seslendirmesiyle çok ünlü olmuştu. Alaturka görünümlüydü. Douglas bıyık bırakırdı. Kravatsız hiç görmedim. Alaturkanın biraz klasik kısmını sevenler onu hafiften avam bulurlardı. Sonra aradan yıllar geçti. Öyle şarkıcılar geldi ki biz, Abdullah Yüce’nin ne kadar kibar, ne denli efendi bir sanatçı olduğunu anlayıverdik. Ağzından “efendim”siz söz çıkmayan, gür sesli, iyi yürekli iyi şarkı söyleyen bu sanatçımızın değeri ölümünden sonra daha çok anlaşıldı. Meğer avam olan o değil, bizmişiz. Çünkü sonradan öyle sanatçılara takıldık ki karşılaştırdığımızda Abdullah Yüce (eski deyimle) tam bir İstanbul efendisiyimiş. Peşin hükümlerden oldum olası kaçtım. Şimdi bakıyorum, fiziği yerinde, boylu poslu, aslan gibi politikacılarımız var. İki kelime konuş, foya hemen ortaya çıkıyor. Foya bildiğiniz gibi elmas ve pırlantaların altına koyulan parlak maddedir. Foya düşünce elmas da pırlanta da parlamaz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Süalp Tansan 18 Kasım 2024
Baylan günleri 11 Kasım 2024
Açık açık söyle 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları