Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Aborjinler
Aborjinleri de seviyorum.
Avustralya’ya gitmeden önce
biraz bilgi edindim onlar
hakkında. Aslına bakarsanız koca
Avustralya’da bir Aborjin görebildim.
Ama onların felsefesini biliyorum. Bir
kere isim kullanmıyorlar. O yıl en başarılı
olan kişi yaptığı işe göre isim alıyor. “En
iyi yemek yapan kadın” isimleri geçici,
özelliklerini anlatıyor. Ama en insancıl
yanları çölü geçerkenki davranışları.
Çölü geçmek üç ay sürüyor. Kırbalarına
su birikintilerinden su dolduruyorlar
zaman zaman. Ama o suyu kesinlikle
bitirmiyorlar. Neden mi? Kendilerinden
sonra gelecek hayvanlar susuz
kalmasın diye... Bunlar ilkel kabileler.
Aborjinler saat de kullanmıyorlar.
Gerekçeleri; zamanı durduramadıkları
için. O zaman saat ne işe yarar diye
düşünüyorlar. Acaba bazen ilkel olarak
baktığımız bu düşünceler gerçekten
ilkel mi, yoksa insancıl mı?
EMEK YOKSA YEMEK YOK
Çalışmıyoruz biz. Ben kendi
hesabıma, çalışmadan duramam.
Çalışırken yanımda ne kadar emek
veren arkadaşım olursa paylaşım
da o kadar çok olur. İşsizlik var mı?
Var. Ama insan gerçekten çalışmak
isterse ne yapar yapar bir iş bulur.
Kendi icat eder. Emek olmadan hiçbir
şey olmaz. Ben para kazanacak bir
iş yapmıyorum. O zaman başka bir
iş yapmam lazım. Çalışmam lazım...
Bu arada benzine
yine zam geldi.
İzlemediğim ve çıkarılmadığım TRT
için vergiler ödüyorum. Bilmediğimiz
o kadar çok şey var ki... Amerikan
kovboy filmlerini anımsatıyor bana
bu durum. Tren gitmektedir. Birden
dış planda soyguncu atlıları görürüz.
Trene ustaca atlarlar ve maskeleri
çekerek: “Kimse kıpırdamasın, bu bir
soygundur” derler. Banka filmlerinde
de vardır bu sahneler. Vergi
sistemimizin cümlesi gibi.
SIKINTI YOK
Bu iki sözcük son
20 yılda dilimize
yerleşti. Sıkıntının
tavan yaptığı
yıllardı. Aslında
yerleşmedi,
yerleştirildi. Hitler
ve Goebbels’i iyi
analiz edenler, altını
çize çize dilimize
yerleştirdiler:
“Sıkıntı yok.”
SOKAK KÖPEKLERİNİ
ÖLDÜRMEYİN,
ONLARIN ZATEN
ÖMÜRLERİ KISA.
Atatürk
diyor ki:
“KENDİNİZ İÇİN DEĞİL BAĞLI OLDUĞUNUZ
ULUS İÇİN ELBİRLİĞİYLE ÇALIŞINIZ.
ÇALIŞMALARIN EN YÜKSEĞİ BUDUR.”
NAZKA
Peru’da Nazka çizgileri
var ya hani. Güya
uzaylılar yapmış da
yukarıdan inişe geçtiklerinde oraya
iniyorlarmış. Bilimadamları yıllarca
uğraştılar falan. O yörede yaşayan
Nazka yerlileri ve onlardan önce
yöredeki Parakaslar bu çizgileri
bambaşka amaçlarla yapmışlar.
Bazı çizgiler yağmur mevsimini
işaret ediyor. Kıvrımlı olanlar suyu.
Çölü birkaç metre kazıyorsunuz su
çıkıyor. Bu işaretler onları anlatıyor.
Bazı çizgiler ise ibadet için çizilmiş.
Anlayacağınız uzaylılar dışında
pek çok amaçları var ama uzayla
uzak yakın bir ilgisi yok. İki bin yıllık
bir kültür bu, öyle istemişler öyle
yapmışlar. Üç bilimadamı
gitti oraya, bu çizgilerin
aynını birkaç saatte
çizdiler. O kadar basit ki. Bir ip, iki
çomak, bir kürek. Bütün gereçleri
buydu. Peki, şimdi bir kısmınızın
fısıltılarını duyar gibiyim: “Peki,
bunları bileceksin de ne olacak?”
Sizi bilmem. Ama ben bir şey daha
kattım küçücük bilgi dağarcığıma
ve yıllardır uzaylılar uzaylılar türküsü
sona erdi benim için. Zaten yoktu.
Belki kâinatta bizim dışımızda da bir
şeyler vardır, ben biliyorum. Ama
o çizgilerin sizin uzaylılarla ilgisi
yok. Yıllardır bunun peşinde koşup
duranlara söylüyorum. Aman ha, sizi
üzmeyeyim.
ABDULLAH YÜCE
Ses sanatçısıydı. “Bu ne sevgi
ah, bu ne ıstırap” bestesini
seslendirmesiyle çok ünlü olmuştu.
Alaturka görünümlüydü. Douglas
bıyık bırakırdı. Kravatsız hiç
görmedim. Alaturkanın biraz klasik
kısmını sevenler onu hafiften avam
bulurlardı. Sonra aradan yıllar
geçti. Öyle şarkıcılar geldi ki biz,
Abdullah Yüce’nin ne kadar kibar,
ne denli efendi bir sanatçı olduğunu
anlayıverdik. Ağzından “efendim”siz
söz çıkmayan, gür sesli, iyi yürekli iyi
şarkı söyleyen bu sanatçımızın değeri
ölümünden sonra daha çok anlaşıldı.
Meğer avam olan o değil, bizmişiz.
Çünkü sonradan öyle sanatçılara
takıldık ki karşılaştırdığımızda
Abdullah Yüce (eski deyimle) tam
bir İstanbul efendisiyimiş. Peşin
hükümlerden oldum olası kaçtım.
Şimdi bakıyorum, fiziği yerinde, boylu
poslu, aslan gibi politikacılarımız var.
İki kelime konuş, foya hemen ortaya
çıkıyor. Foya bildiğiniz gibi elmas
ve pırlantaların altına koyulan parlak
maddedir. Foya düşünce elmas da
pırlanta da parlamaz.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- MHP'de 3 milletvekilinin istifası istendi!
- 2'si ağır, 3 polis yaralandı!
- Uğur Dündar'ın 'babalık' davasında karar çıktı
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- Storm Shadow füzesi Rusya'ya ateşlendi!
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Mauro Icardi'den Wanda Nara açıklaması!
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!