Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
'Ulusal sermaye korunmalıdır'
Özince, sermaye üzerine dünyayı yöneten siyasal ideolojiler kurulduğunun altını çizdi. Küresel sermayenin sadece nemasını alıp gitmediğini kaydeden Özince “Sermayenin siyasi bir tavrı da var” dedi. Özince, piyasalara güven duygusunun geri gelmesinin zaman alacağını vurguladı.
Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince dünyada ‘geliyorum’ diyen finansal krizi anlattı:
Küresel para sizi yönetir
Cumhuriyet’ten bu yana devletin izlediği politikalar açısından ne kadar eleştirirsek eleştirelim, ekonomi politikalarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yegâne ve tek iktisadi duruşu olduğunu düşünüyorum. Kısacası Cumhuriyet çok önemli bir ekonomik devrimdir.
Sermaye sadece nemasını alıp da bırakan bir tavır içinde değildir. Sermayenin aynı zamanda siyasi bir tavrı vardır. Bunun avantajınıza olup olmadığını üst platformda düşünenlerinizin olması mutlaka lazımdır. Ulusal sermaye politikalarını yürüten devlerin mutlaka bu konuda aklı, fikri, planı olmalıdır.
Türkiye İş Bankası’nın Levent’teki genel müdürlük binasındayım. Bankanın kadrosundan yetişen Genel Müdür Ersin Özince’yle konuşuyoruz. Özellikle de Türkiye İş Bankası’nın kuruluş felsefesinin bugünlere nasıl taşındığını, küresel ekonomik ve finansal krizin dünyayı nasıl etkilemeye başladığını konuşuyoruz. Özince, bankanın temel ilkesi ve yapısının “ulusal” olduğunu kalın hatlarla belirtiyor. Küresel piyasalar ve bunların düzenlemeleriyle ilgili olarak da ilginç bir görüşü var. Diyor ki: “Dünyada sınırlar ortadan kalkmadıkça, ülkeler ve ekonomileri ayrıysa mutlaka sermayeleriyle ilgili politikaları da ayrı olmak durumundadır. Yani ulusal sermayeyi savunmak kısıt getirir, köktenci bir tavırdır değerlendirmelerini yaparsanız ciddi hatalara düşersiniz.” Özince, yabancı sermayenin ülkeleri nasıl kontrol altına alabilecekleri konusunda da şunları söylüyor: “Sermaye sadece nemasını alıp da bırakan bir tavır içinde değildir. Sermayenin aynı zamanda siyasi bir tavrı da vardır. Bunun avantajınıza olup olmadığını üst platformda düşünenlerinizin bulunması gerekir.”
- Cumhuriyetin heyecanı içinde Atatürk’ün çalışma arkadaşları tarafından kurulan Türkiye İş Bankası’nın genel müdürüsünüz. Bankanın ilk genel müdürü de üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar. O günlerin ideolojisi ve heyecanını bugünlere nasıl taşıyorsunuz?
E.Ö.- Ülkemizde ekonomiyle ilgili düşünceler Cumhuriyet ve Cumhuriyet kadrosuyla gelişmeye başlamıştır. Biraz abartılı bir ifade olabilir ama Osmanlı İmparatorluğu’nun başarısı başarısızlığa döndüğünde, önemli nedenlerden birisinin ben ekonomi ve dolayısıyla sermaye birikimi yaratmada çağın yakalanamaması olduğunu düşünüyorum. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi adına planlı programlı ne yapıldıysa Cumhuriyet döneminde yapılmıştır. Cumhuriyet’ten bu yana devletin izlediği politikalar açısından ekonomi politikalarının, ne kadar eleştirirsek de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yegâne ve tek iktisadi duruşu olduğunu düşünüyorum. Kısacası Cumhuriyet çok önemli bir ekonomik devrimdir. Bugüne taşınmasına gelirsek… Bugüne taşınmasına gerek yok. Biz onu değil o bizi taşıyor. Türk bireyinin ekonomi ile kazanmasını hedeflemiştir. Bugünün çok gerçekçi dünyasında “Her şeyin başı para” diyenlerimiz ve en pragmatik geçinenlerimizin başta parayla ilgili işlerin Cumhuriyet’le ayırdına vardığımızı ve bu işleri başlatanların ekonomist olmamalarına rağmen doğru teşhis koyduklarını görmeleri lazım.
- Bugüne gelirsek?
- Ekonomi bireyler için vardır. Ekonominin tarifinde zaten bu var. Google’dan girip bakın. Herkesin, hatta ekonomistlerin bile arada bir bu tarife bakmalarını öneririm. Türkiye’yi üreten bir ülke haline getirmek amacıyla ulusal sermayeyi oluşturmak için atılan adımların bugün bizi ne kadar önemli bir yere getirdiğini görüyoruz. Örneğin Türkiye İş Bankası. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan kalan paralara halkın küçük tasarruflarını eklemek suretiyle kurulan bir kurum. Bugün dünyanın en büyük 100 bankası arasına sermaye büyüklüğüyle girdi. Ayrıca özelleştirme kapsamında, çoğu Türkiye İş Bankası’nın önayak olmasıyla satılan değerli varlıkların hemen hepsinin tohumlarının Cumhuriyet döneminde atıldığını görüyoruz. Bunlar o zamanki sermaye birikimi ve sermaye kültürünün eserleridir. Arada bir aklımız karışsa, gelip gitse de ekonomik bilincimizin tamamını ben Cumhuriyet dönemine dayandırıyorum. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllardaki ekonomi politikalarını da en az bugünkü kadar serbest piyasa ekonomisi konusunda kararlı görüyorum. Ama sonraki dönemlerde çeşitli değişiklikler olmuştur.
- Bugün Türkiye’nin bankacılık sektörünün çok büyük bir bölümü yabancıların eline geçti. Türk sermayesinin elinde toplasanız en fazla altı banka kaldı. Bunun avantajları ve dezavantajları nedir?
- Bu söylediğiniz Türk bankaları içinde dahi yabancı sermaye var. Türkiye İş Bankası’nda halka açık bölümün yüzde 70’i yine yabancı sermayenindir. Cumhuriyet kurulalı çok olmadı. Cumhuriyetimiz çok taze bir devlet. Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde ulusal sermayeyle ilgili politikalar oluşturmaya çalıştık. Bugün ben bu ihtiyacın ortadan kalktığını düşünmüyorum. Ortadan kalkmışsa alternatifi nedir? Uluslararası sermaye mi? O zaten alternatif değil. Türk ulusal sermayesi uluslararası sermayenin bütünü içindeki bir parçadır. Ama dünya uluslararası bir kimliğe bürünmedikçe, tek bayrak tek ulus olmadıkça, sınırlar ortadan kalkmadıkça, ülkeler ve ekonomileri ayrıysa mutlaka sermayeleriyle ilgili politikaları da ayrı olmak durumundadır. Yani Türkiye’de ulusal sermayeye boş vereceğiz, ulusal sermayeyi savunmak kısıt getirir, köktenci bir tavırdır, gibi bir değerlendirme yaparsanız ciddi bir ekonomik hata yapmış olursunuz. Çünkü ekonominin amacı kendi insanınızın refahını yükseltmektir. Bizim ekonomimizin amacı başka ülkenin insanının refahını yükseltmek değildir. Sonuçta bugünkü dünyada adına ister küreselleşme diyelim, sermaye kendi aklınca ve çıkarları doğrultusunda kendisini ve ortamını geliştiregeldi. Bugün görülüyor ki sermaye ulusal nitelikten oldukça uzak görüntü vermektedir. Bugün sermayenin belli bir ülke itibarıyla tanımlanması da pek kolay değil.
- Bu bağlamda Türkiye’den örnek verir misiniz?
- Ülkemizde yatırım yapan yabancı sermayedarlara baktığımızda biz bunların çoğunu belli ülkeyle ilişkilendirsek dahi bugünkü durumlarına baktığımızda çoğunun uluslararası sermayeyle iç içe olduğunu görürüz. Türkiye’de yatırım yapan bankalardan bazılarının bugün dünyadaki finansal krizden sıkıntıları olduğu ve kimine Kore’den, kimine Körfez’den Arap sermayesi konulacağı söyleniyor.
Yani bu durum artık sermayenin bayrağının da olmadığı bir aşamaya doğru gittiğini gösteren bir görüntü veriyor. Dünya insanlarının refahını geliştirmek amacıyla ekonomik hayattaki paylarını arttırmak için mutlaka parasal sermayeye de ihtiyaçları var. Yani, Türkiye’nin uluslararası kaynaklardan ister finans, ister sermaye piyasaları aracılığıyla yararlanması muhakkak ki avantajlı. Zaten bunlar sadece parasal kaynaklar değil. Her türlü kaynağı da kullanacaksınız. Bugün uluslararası bir firmanın ürünü otomobili ya da teybi kullanıyorsanız parasını da pekâlâ kullanabilirsiniz. Bunu değer yaratmak, değer arttırmak için kullanıyorsanız hiç mesele yok. Sermayeye ulaşım önemli. Ama bedavaya yemek yok hesabı sermayenin de mutlaka ücreti, faizi, kâr payı değildir. Sermaye akıllı. Para ve sermayenin üzerine dünyayı yöneten siyasal ideolojiler kurulmuştur.
- Yani sermaye yönetir mi?
- Sermaye sadece nemasını alıp da bırakan bir finansal tavır içinde değildir. Sermayenin aynı zamanda siyasi tavrı da vardır. Bunun avantajınıza olup olmadığını üst platformda düşünenlerinizin olması mutlaka lazımdır.
Ulusal sermaye politikalarını yürüten ve yönlendiren devletin mutlaka bu konuda bir aklı fikri, planı olması gerekir.
- Böyle bir akıl fikir, plan var mı?
- Olduğuna dair bir bilgim yok. Ama bu soruyu bazı yabancı ülkeden yatırım yapan bankacı dostlarımıza sordum. “Siz bizim ülkemizde yatırım yaparken ülkenizin devlet ya da benzeri kuruluşları ilgileniyorlar mı?” dedim. Aldığım cevap şu oldu: “Pek tabii ki ilgileniyorlar. Hatta bu parlamentomuzda dahi ciddi biçimde tartışıldı.”
Tabii, bu Türkiye’de hiçbir şekilde yoktur denemez. Özellikle Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) olgunlaştıkça bu konuda politikalar ortaya koymaya çalışmıştır. Ulusal bir sermaye ve bankacılık politikası olması gerektiğini BDDK’nin sayın başkanı da çeşitli platformlarda söylemiştir. Bunun mutlaka gelişeceği düşüncesindeyim.
Uluslararası sermayedarlar ortalıkta yokken ülkemizin bankacılık sektörü bugünkü kadar uluslararası normlara yaklaşmamışken bankacılık lisansları Türk vatandaşı olan ama bankacılıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilere adeta hediye edilir, sonra da yüzde yüz devlet garantisi verilirken daha mı ulusal bankacılık ve sermaye stratejisi vardı? Kesinlikle olmadığını düşünüyorum. Bugün bu tür ihtiyaçları bize uluslararası sermaye hareketleri hatırlattıysa da iyi olmuştur. Ama sanıyorum planlı kalkınma dönemi sonrasında bu konuda da bazı boşluklar oldu.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Kazanan isim belli oldu!
- 'Adama lafını yedirirler böyle, ensendeyim'
- 3 ülke daha BRICS'e 'ortak üye' oldu!
- Polis yanlış adresi bastı, ev sahibinin kolunu kırdı
- Teğmenler hakkında yeni gelişme!
- Romanya - Kosova maçı yarıda kaldı!
- 'Tahmin edemedikleri kadar dirençliyiz'
- İlk bulgular neye işaret ediyor?
- Özel'e soruşturmada 'yetkisizlik' kararı
- MHP'den 5'inci paylaşım da aynı saatte geldi!