Leyla Tavşanoğlu

Türkiye çocuğa yabancı

01 Haziran 2014 Pazar

Mataheru’ya göre ebeveynler çocuk yetiştirme konusunda yeterli bilgiye sahip değil

Türkiye’de galiba kadına yönelik şiddetle çocuğa yönelik şiddet konuları ayrı ayrı ele alınıyor. İnsanlar anlaşılan bu iki konu arasındaki sıkı bağı göremiyor ya da anlayamıyor. Çocuğa yönelik şiddet ve çevresinin sağlığı konularında yeterli bilgi yok. Dolayısıyla biz ülke çapında bir araştırma yaptırdık. Bu araştırmanın sonuçları bize aile içi şiddetin temelindeki nedenleri anlamamıza yardımcı olacaktır.

Vakıf olarak üç alanda odaklanma kararı aldık. Bunlardan birisi, çocuğun erken yaşta eğitimi. İkinci alan çocuğa yönelik şiddetti. Proje yürüttüğümüz pek çok ortağımız sürekli pek çok çocuğun şiddet ortamlarında büyüdükleri ve bu konuda çalışmalar yapmamıza dikkat çekiyorlardı. Üçüncü alan ise çocukların yetiştikleri çevrenin ne kadar sağlıklı olduğuydu. Yani ortamları temiz miydi, içme suyuna erişim imkânları neydi?

İstanbul geçen hafta ilginç bir konferansa ev sahipliği yaptı. Konferansın konu başlığı “Aile, Çocuk, Şiddet: Türkiye’de 0-8 Yaş Grubu Çocukların Uğradığı Aile İçi Şidddet’le İlgili Araştırma”ydı. Anlaşılan Türkiye, çocuğa aile içinde uygulanan şiddet ve çocukların cinsel istismarında uluslararası alanda nam salmış. Çalışmayı yürüten Hollanda merkezli Bernard van Leer Vakfı isimli insani yardım amaçlı kuruluşun program direktörü Marc Mataheru’yla konuştum. Uzun yıllardır vakıfta görevli olan Mataheru, Türkiye’de çocuklara yönelik aile içi şiddetin önemi ve bununla mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Mataheru ayrıca Türkiye’de çocuklara yönelik cinsel istismar ve ensest olaylarının da göz ardı edilemeyeceğine işaret etti. On beş yıldır Türkiye’de çalışmalar yürüttüklerini belirten Mataheru, vakfın bu ülkedeki stratejisinin iki temel konu üzerinde yoğunlaştığını da anlattı. Bu iki konu 0-8 yaş grubundaki çocuklara yönelik aile içi şiddetin azaltılması ve 0-6 yaş grubundaki mevsimlik işçi çocuklarında çocuk ölümü ve beslenme yetersizliklerinin düşürülmesi.
- Bildiğim kadarıyla Bernard van Leer Vakfı, aynı adı taşıyan Hollandalı Yahudi bir işadamı tarafından 1949’da kuruldu. Başlangıçtaki amacı neydi?
M.M.- Size kısaca vakfın öyküsünü anlatayım. Dediğiniz gibi Bernard van Leer Yahudi Hollandalı bir işadamıydı. Petrol varili üreticisiydi. 1956’da öldü. İkinci Dünya Savaşı patlak verince Yahudi kökenli olduğu için ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Savaş bitip Avrupa’ya döndüğünde gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı. Varını yoğunu insanlığa yardıma adamaya karar vererek bütün mal varlığını kurduğu Bernard van Leer Vakfı’na bağışladı. Ayrıca Kudüs’te de Kudüs Enstitüsü’nü kurdu. Şirketinin bütün gelirinin bu iki kuruluşa kaynak olarak aktarılmasını sağladı.
Bernard van Leer Vakfı 1960’lı yıllarda bir kültür ve eğitim kurumu olarak görev yaptı. Vakfın misyonu çok küçük yaştaki, 0-8 yaş grubundaki çocuklara yatırım yapmak. Onların yeteneklerinin geliştirilmesini sağlamak. Çok küçük yaştaki çocuklara bu şekilde yatırım yapmanın yaşamlarında uzun erimli etkileri olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bugün pek çok büyük şirketin sosyal sorumluluk olarak yaptıkları çalışmayı vakıf daha 1960’lı, 1970’li yıllarda başlatmıştı.
- Peki, petrol varili şirketi bugün hâlâ faaliyette mi
M.M.- Şirket satıldı. Bunun parası Viyana’daki bir fona yatırıldı. Vakıf o fondan kaynak sağlıyor. Kuruluş yılları ve ondan sonraki dönemde vakıf yaklaşık seksen ülkede faaliyet gösteriyordu. Ancak bu kadar yaygın çalışmak verimli olmayınca 2010’da sadece sekiz ülkeye odaklanma kararı alındı. Bu ülkeler Brezilya, Peru, Hollanda, Hindistan, İsrail, Tanzanya, Uganda ve Türkiye.
- Neden Türkiye?
M.M.- Çünkü Türkiye, Avrupa’yla Doğu arasında bir köprü. Ayrıca bir de, Roman toplumuna odaklanan bir AB programımız var. Ülke programları dışında bir de küresel gündemimiz var. Bu özellikle çocuklara odaklı. Programlardan birisi de burada yürüttüğümüz çocuklara yönelik aile içi şiddeti önlemek.

Eğitim, şiddet ve sağlık

Vakıf olarak üç ana noktada odaklandıklarını söyleyen Mataheru, Türkiye’deki
yetkililerle konuştuklarında karşılaştıkları manzaraya şaşırdıklarını söylüyor

- Vakfınız çocuklara yönelik cinsel istismar ve ensest vakalarına odaklanıyor mu?
M.M.- Bu konuda da çalışmalar yapıyoruz. Çünkü bunlar çok önemli ve ciddi konular. Biz odaklandığımız ülkelerde bu olaylara nelerin yol açtığını araştırma noktasından hareket ediyoruz. Şiddet konusuna geldiğimizde çocukların aile içinde hangi koşullarda büyütüldüklerini ve şiddete nelerin yol açtığını araştırıyoruz.
Bu araştırmalar için de geçen hafta 0-8 yaş grubu çocuklara aile içi şiddetin önlenmesi konulu bir konferans yaptık.
- Peki, yaptığınız araştırmalarda, çocuklara aile içi şiddette Türkiye’de ne gibi kanıtlar buldunuz?
M.M.- Aileleri incelediğimizde tabii ki çok ciddi ensest ve cinsel istismar olayları da tespit ettik. Ben bu konuda pek uzman değilim ama bu ensest ve cinsel istismar daha çok yaşça daha büyük çocuklara yönelik.
Bir topluluk ya da bir okulda yaptığımız çalışmalarda bize cinsel istismara uğradığından şüphe edilen çocukları gösteriyorlar. Yine de vakıf olarak sadece cinsel istismar olaylarına odaklanmıyoruz. Çocuğa yönelik şiddetin bir parçası olarak cinsel istismarı da ele alıyoruz. Çalışmalarımızda ailelerin yaşadığı çevreyi, çocuklarını nasıl yetiştirdiklerini, ebeveyn görüşlerini ve algılarını inceliyoruz.
- Türkiye’de 0-8 yaş arası çocuklara yönelik aile içi şiddet konusunu ne zaman incelemeye başladınız?
M.M.- Biz projeleri hep çalışma yaptığımız ülkelerdeki belli kuruluşlarla ortaklaşa yürütürüz. Bu kuruluşlar bizimle çalışmak isteyen sivil toplum kuruluşları, vakıflardır.
Hazırladıkları projeyle bize başvururlar. Şunu şunu yapmak istiyoruz, derler. Biz vakıf olarak projeyi inceleriz. Yapılabilecek bir projeyse bunu onaylarız. Böylece o kuruluşla bir anlaşma yaparız. Giderlerini de bizim vakıf öder.
Biz Türkiye’de bu projeyi AÇEV, ÇAÇA, Beyoğlu Belediyesi, Ankara Üniversitesi Çocuk Kültür Merkezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü’yle ortaklaşa yürütüyoruz. 2009’da vakfımızın yürüttüğü pek çok, 200 kadar proje vardı.
Sonuçta vakıf üç alanda odaklanma kararı aldı. Bunlardan birisi, çocuğun erken yaşta eğitimi. Bunun anlamı şu: Çocuğa eğitim potansiyelini geliştirebilmesi için nasıl bir ammosfer sağlanması gerektiği. İkinci alan çocuğa yönelik şiddetti. Proje yürüttüğümüz pek çok ortağımız sürekli pek çok çocuğun şiddet ortamlarında büyüdükleri ve bu konuda çalışmalar yapmamıza dikkat çekiyorlardı. Üçüncü alan ise çocukların yetiştikleri çevrenin ne kadar sağlıklı olduğuydu. Yani ortamları temiz miydi, içme suyuna erişim imkânları neydi?
Türkiye’ye dönersek.... Çalışmalara başlama kararı alınca burada yuvarlak masa toplantıları yaptık. Hükümetten, üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından insanlarla konuştuk. Bu üç alanda çocukların durumunu sorduk. Bu yuvarlak masa toplantılarının sonucunda şiddet ve sağlıklı çevre alanlarında çalışmaya karar verdik.
- Peki, bu karara varırken çocuğa yönelik şiddet ve çocuğun çevre sağlığı konusunda istatistik bilgileri elde edebildiniz mi?
M.M.- Küçük çocuklara yönelik şiddet ve çevre sağlıkları konusunda yeterli bilgi ve istatistik olmadığını konuştuğumuz ilgililerden öğrendik. “Bazı çalışmalar var. Ama ülke çapında hiçbir çalışma bulunmuyor” bilgisini verdiler.

Kadın ve çocuk ayrı ele alınmış
- Neden acaba? Türkiye’de bu işlerle uğraşması gereken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı var...
M.M.- Türkiye’de şimdiye kadar böyle bir çalışma yapılmamış. Dört-beş yıl önce bakanlık kadına şiddete yönelik bir çalışma yapmıştı. Birlikte çalışma yürüttüğümüz ortaklarımız bakanlığa kadına yönelik şiddet incelenirken bunun içine çocukların niye katılmadığı sorusunu sormuştu. Ama rapor yayımlandıktan sonra gördük ki bu soru ele alınmamış bile. Bunun nedeni siyasi midir bilmiyorum ama Türkiye’de galiba kadına yönelik şiddetle çocuğa yönelik şiddet konuları ayrı ayrı ele alınıyor.
İnsanlar anlaşılan bu iki konu arasındaki sıkı bağı göremiyor ya da anlayamıyor. Demin de dediğimiz gibi çocuğa yönelik şiddet ve çevresinin sağlığı konularında yeterli bilgi yok. Dolayısıyla biz ülke çapında bir araştırma yaptırdık. Bu araştırmanın sonuçları bize aile içi şiddetin temelindeki nedenleri anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu çalışmayı Türkiye çapında dört bin aile üzerinde yaptık.
Elde ettiğimiz bilgilerden yola çıkarak bundan sonra nasıl bir çalışma yürütmemiz gerektiğine karar vereceğiz. Yani bir anlamda bu çalışma bizim rehberimiz de olacak. Anlaşılan o ki ebeveynler çocuk yetiştirme konusunda yeterli bilgiye sahip değiller ya da nasıl çocuk yetiştirilmesiyle ilgili farklı bakış açılarına sahipler.
- Araştırmalar yaptığınız ülkelere baktığım zaman Arap ya da Müslüman dünyası vakfınızın ilgi alanında değil. Neden?
M.M.- Bunu izah etmem için vakfın kökenine inmem gerekiyor. Vakıf kurulurken siyasi ve dini gündemi olmaması konusu karar altına alınmıştır. Bizim odak noktamız çocuktur. Sözünü etiğiniz ülkelerde bürolarımız olmamasına rağmen oralara da gidiyoruz.
Tabii ki hangi din olursa olsun bunun önemini biliyoruz ama dini ön plana hiçbir zaman çıkarmıyoruz. İşe başlarken din ya da ırk bizim için önemli değil. Biz sadece çocuğun durumunu ele alıyoruz.
- Galiba sorum yanlış anlaşıldı. Bu bölgede sadece Türkiye ve İsrail’de çalışmalar yapmanızın nedenini sormuştum.
M.M.- Anlıyorum. Dediğim gibi 1986’da vakfa girdim. O dönemde vakıf 80’in üzerinde ülkede çalışmalar yapıyordu. Ama zaman içinde bu sayıyı yavaş yavaş azaltmaya başladık.
- Kaynak darlığından mı
M.M.- Bunun iki nedeni var. Hem kaynak darlığı hem de çok fazla yaygın çalışma yapılmasının belli bir konuya odaklanmayı zorlaştırması. Son aşamada da sekiz ülkede çalışma yapmaya karar verdik. Bütün kıtalarda faal olmayı da hedefledik.
Örneğin, Fas’ta bir programımız vardı. Ama bunu iptal ettik ve Afrika’da sadece Tanzanya’yla Uganda’da çalışmayı seçtik. Yunanistan, İtalya, İspanya’da da programlarımız vardı. Ama Türkiye’yi seçtik. Çünkü coğrafyaya baktığınız zaman Türkiye’nin nasıl önemli, köprü konumunda bir ülke olduğunu görüyorsunuz.
Arap ülkelerinde hiç çalışmadık. Çünkü vakfın kurucusu Bernard van Leer Yahudi’ydi. Ama İsrail’de Arap toplumuyla çalışıyoruz. Geçmiş yıllarda, Arab Resource Center (Arap Kaynağı Merkezi) isimli bir ağ projemiz vardı. Bu projede Türkiye, Lübnan, Suriye, Ürdün vardı. Ama bu çerçevede çalışmak çok zor olmuştu. Çünkü o ülkeden insanların seyahat zorlukları vardı. Ancak Kıbrıs’ta bir araya gelebiliyorduk. Bu ağ çocuklara pek de odaklı değildi. Sonunda o çalışma da bitti.  

PORTRE 
MARC MATAHERU 
Endonezyalı bir babayla Hollandalı bir annenin oğlu. Amsterdam Free University’de sosyoekonomik planlama bölümünü bitirdi. Beş yıl süreyle BM Kalkınma Programı’nda (UNDP) sosyoekonomik planlama alanında teknik uzman olarak çalıştı. 1986’da Hollanda’ya dönerek, insani yardım amaçlı Bernard van Leer Vakfı’nda çalışmaya başladı. Şu anda Türkiye ve İsrail’i kapsayan, aile içi çocuklara şiddetin önlenmesini amaçlayan programın yöneticisi olarak çalışıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları