Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Sünni-Şii savaşı kışkırtıcılığı
Eski TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger’den ‘Medeniyetler Çatışması’ kuramına ağır eleştiriler
Tarihte İslam medeniyeti içinde din eksenli bir büyük savaş hiç olmadı.Sünni-Şii savaşı bunun için kaşınıyor. Böyle bir savaşta Batı bir taşla üç kuş vuracak.
Batılı kafaya göre Atatürk Türkiye’nin çok sıkı biçimde laik olmasını tanımlayarak İslamın çekirdek ülkesi olmasını engelledi.Türkiye kendini laik ülke olarak tanımladığı sürece İslam medeniyetinin önderi olamaz.
LEYLA TAVŞANOĞLU
TBMM Dışişleri Komisyonu’nun eski başkanı Mehmet Dülger’le “Medeniyetler Çatışması” kuramını irdeliyoruz. Dülger, ünlü ABD’li düşünür Samuel Huntington’ın 1993’te ortaya attığı Medeniyetler Çatışması kuramına katılmadığını söyledikten sonra diyor ki: “Batı’yla İslam arasında üç fay kırığından söz ediyor. Bunlardan ilk ikisi Yugoslavya ve Bağdat. İkisi de mahvedildi. Geriye üçüncü olarak saydığı İstanbul kaldı.” Dülger Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” kuramında Türkiye’nin Atatürk’ün laiklik çizgisi nedeniyle İslam dünyasının hiçbir zaman çekirdek ülkesi olamayacağını savunduğuna da vurgu yapıyor. “Huntington Türkiye’yi Batılılaşmasında başarısız olmuş iki arada bir derede kalmış bir ülke olarak gösteriyor” diye konuşuyor.
- Ünlü ABD’li düşünür Samuel Huntington’ın 1993’te Foreign Affairs dergisinde yayımlanan bir makalesiyle bütün dünyada yankılar uyandıran ve bugün hâlâ konuşulan “medeniyetler çatışması” tezine katılıyor musun?
- Hayır katılmıyorum. Ben bir çatışmadan, bir kol güreşinden önce medeniyetlerin birbirlerini tanımalarını isterim. Aynı şeyi Türkiye için de düşünüyorum. Türkiye şu anda kendisinin ne olduğunu bilmiyor. Oysa bizim bu kadar değişik mezheplerimiz, değişik etnik orijinlerimiz var. Şu andaki bütün mesele Türk toplumunun kendi yapısını tamamlamasıdır. Acaba bu haritadan bir millet çıkar mı, düşüncesine kafa yormalıyız. Galatasaray Lisesi’nde okuduğum yıllarda biraz yadırgadığım bir konsept vardı. Atatürk’ün “millet yaratma” kavramı bana itici gelirdi. Neden “yaratma” sözcüğü kullanılması gereği duyulmuş acaba? Acaba Türklük meselesini nasıl hissediyoruz? Bu topraklarda beraber yaşarken birbirimizi kategorize etmeden, etnik ya da dinsel kimliğimizi ön plana çıkarmadan sorunlarımızı aşmalıyız. Bunu başaracağız. Yoksa başka türlü bu topraklarda beraber yaşamamızın ihtimali yok. Huntington’ın ayırdığı oluşumları dünya çapında düşünmek lazım. Niye ille de çatışma olmalıdır? Böyle bir çatışmaya hiçbir şekilde gerek yok.
- Ama Huntigton sadece medeniyetleri çatıştırmakla kalmıyor. Bu çatışmadan bir de yeni bir dünya düzeni ortaya çıkarmıyor mu?
Tabii bu dünya düzeni yine Batı’nın kabul etmiş olduğu özellikleri taşıyor. Prof. Dr. Nilüfer Göle “İç İçe Girişler- İslam ve Avrupa” kitabında bunu çok güzel anlatıyor. Bugüne kadar Batı medeniyeti dünya tarihine ekonomik kalkınma modeline, tüketim kalıplarına, çevrenin kullanımına, ahlaki kurallara, estetik anlayışa damgasını vurdu. Bir anlamda modernliği tanımladı.
Öte yandan farklı medeniyetlerden gelenler bu normları kabul etseler bile bunların mutlaka çatışma halinde tezahür etmesi gerekiyor Huntington’a göre. Benim en üzüldüğüm konulardan birisi Huntington’ın ortaya koyduğu fay noktaları.
- Yani Huntington’ın tanımladığı Batı’yla İslam arasındaki üç fay kırığından mı söz ediyorsunuz?
Evet, evet. Huntington Afganistan’ı zaten başlamış bir olay olarak alıyor. Batı’yla İslam arasında geriye kalan üç fay kırığı var diyor. Bunları Yugoslavya, Bağdat ve İstanbul olarak sıralıyor.
Bakın, ilk ikisini tamamıyla tahrip ettiler. Geriye Türkiye kaldı. AB de bu, Kürtçülük de bu, Ergenekon-Balyoz da bu, yeni anayasa olayının kullanılması da bu, Apo görüşmesinin sızdırılması da bu fay kırığını derinleştirmek.
Batı’nın ılımlı İslam uydurması
İslamın ılımlısı ılımsızı olmaz. Kuran belli. Amaç İslam ülkelerinin başına Batı’yla işbirliği yapıp kaynakları peşkeş çekecek Müslüman görünüşlülerin gelmesi ve Müslüman ülkelerin Batı mallarının tüketicisi olmaları.
- Sizce neden sıra İstanbul’da?
İstanbul üç kıtayı birbirine bağlıyor. Avrupa, Asya ve Afrika’yı birleştiriyor. Dünya üzerinde İstanbul’un eşi menendi yok. Bağdat zenginliğiyle, İstanbul ise ulaşım yolları üzerinde olması nedeniyle iştah kabartıyor.
Bir gerçeği de hiç göz ardı etmemeliyiz. İstanbul kendisine verilen statü itibarıyla uluslararası bir kent. İstanbul’a bakmak sadece Türkiye’ye verilmiş. İstanbul’un büyük bir fay hattı olduğu konusunda Huntington’ın ısrarı yanlış değil. Burayı ele geçirmek için pek çokları savaşmayı göze almış. Ben Huntington’dan çok Nilüfer Göle’nin teziyle daha mutabıkım. Göle, çatışma, birbiriyle gırtlaklaşmayı bir tarafa bırakıyor; olayı daha kompleks bir yapıya yerleştiriyor. Daha kompleks olan bu yapının, ihtilaflarının çok olma ihtimaline rağmen yine de daha barışçıl, insanların ortadan kalkmasını hedeflemeyen bir yaklaşım. Yani özetle diyor ki:
“Benim sizin özelliklerinizi bilmem sizin de benim özelliklerimi bilmeniz birbirimiz üzerinde hâkimiyet kuracağımız değil, birbirimizi daha iyi anlayacağımız anlamına gelir.” Bu daha barışçı bir yapı.
Ama öte yandan Huntington çatışma öngörüyor. Öyle ki o çatışmanın sonrasının senaryosunu okuyamıyoruz.
Zbigniew Brzezinsky’nin “Yeni Strateji” isimli son kitabı çıktı. Kitapta ABD’nin artık yeni bir strateji benimsemesinin gerektiğine işaret ediyor.
- Nedir bu yeni strateji?
“Şu anda ABD’nin hâkimiyet emellerine karşı dünya üzerinde nüfusu genç, eğitimsiz, işsiz ve yeni teknolojinin verdiği imkânlar sayesinde dünyada olan bitenden haberdar son derece öfkeli milyarlar var... Onların başında bir sürü nükleer bomba patlatamayacağımıza göre başka çareler düşünmeliyiz” diyor. Bu öfkeli milyarlardan bizde fazlasıyla var.
- Huntington’ın bir hayli elitist bir yaklaşımla Batı tarzı bir kimlik tanımı da var...
Huntington’ın Batı tarzı kimlik tanımı şöyle: “Bizler kim olmadığımızı bildiğimizde, düşmanımızı bildiğimizde, kim olduğumuzu biliriz.”
Sovyetler Birliği çökünce Batı kendine yeniden İslamı düşman olarak seçti. Daha 1991’de NATO ne olacak diye konuşulurken dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, “Batı’nın yeni düşmanı İslam” dedi. Bu sözler telaffuz edilirken unutmayın ki Türkiye NATO masasında üye. Bu kararı NATO’da aldılar. Huntington 1993’te bunları yazdığında Batı zaten o yola girmişti. İslamofobi bundan sonra yükseltildi.
Bugün Batı’nın İslama vermek istediği şekil ılımlı İslam. İslamın ılımlısı ılımsızı olmaz. Kuran nedir, belli. Bunun iki ucu açığa çıktı. İslam ülkelerinin başına Batı’yla işbirliği yapıp kaynakları peşkeş çekecek Müslüman görünüşlüler gelsin; Müslüman toplumlar Batı’nın mallarının tüketicisi olsunlar. Bakın, bugün isterseniz 55 vakit namaz kılın, Batı’yı ilgilendiren bu değil. Tek korku Türkiye’nin birikimli ağırlığıyla bu oyunu bozması. Clinton geldiğinde TBMM’deki konuşmasını hatırlayın. “Türkiye Batı’nın 20. yüzyıl planlarını değiştirdi. 21. yüzyılda da bunu yapabilir” demişti.
- Bu konuşmalardan çıkarsamalar yaparsak Batı yeni hedefi Müslüman mezhepler arasında iç savaş çıkarma peşinde mi koşuyor?
Projenin hedefinde İslamda iç savaş var. Tarihte İslam medeniyeti içinde din eksenli bir büyük savaş hiçbir zaman olmadı. Sünni-Şii savaşı bunun için kaşınıyor. Bu savaş çıkarılabilirse Batı bir taşla üç kuş vurmuş olacak; hem iki tarafa birden silah satacak hem petrol şirketleri kendi ellerinde.
Batı’nın ekonomik krizden çıkması için bu hayati bir savaş olacak. Finansmanı hazır. Sünni tarafın silahları Suudi petrolleriyle, Şii tarafın silahları İran’ın petrolleriyle alınacak. Batı’da da hem silah sanayisi hem petrol şirketleri kazançlı çıkacak. Hem de kendi kanını akıtmadan İslam nüfusunu ve medeniyetini kendi içinde halletmiş olacak. Bu tuzağa kesinlikle düşülmemelidir.
Amaç: Atatürkçülüğü silmek
- Huntington’ın bir de Atatürk’ü boy hedefi olarak alan sözleri var. Biraz bundan söz edelim mi?
Huntington medeniyetler içinde İslam medeniyetinin başsız olduğunu söylüyor. “Suudi Arabistan çok müdahaleye açık. Onun için Batı’nın korumasına ihtiyacı var” diyor. Ama esas kastettiği petrol ve İslamın manevi merkezinin kendi ellerinde olmasının gereğine vurgu yapmak.
Bunun ardından Türkiye’nin İslamın başı olamamasının nedenini Atatürk’e bağlıyor. Talebi şu: Türkiye Atatürkçülükten vazgeçsin. Karşımızdaki yeri belli olsun. Bugün ılımlı İslam, “Büyük Ortadoğu Projesi”ne (BOP) eşbaşkanlık bu çizginin mantığıdır.
Burada şunu da belirtmek lazım:
BOP emperyalist yöntemlerle içerden ele geçirmeyi amaçlayan bir Batı ve İslam medeniyeti çatışması olarak yürüyor. Arap baharları İslam ülkelerinin başına enternasyonalist Müslüman Kardeşler’in ABD tarafından kullanılacak ılımlılarını geçirerek yeni dönem İslam coğrafyasına hâkim olunması işlemidir.
Bakın, Huntington’a göre Kemalizm medeniyet ithaliyle Türkiye’yi Avrupalı yapmaya kalkan bir proje. Ona göre Kemalizm Türkiye’de başarısız olmuştur. Çünkü ülke ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın Batılı olamamıştır. Burada şu görüşü savunuyor:
“Batılı olmayan toplumlar modernleşmek istiyorlarsa bunu Batılılar gibi değil, Japonya gibi kendi yöntemleriyle, kendi gelenek, kurum ve değerlerini kullanarak ve geliştirerek başarmak zorundadırlar.”
Burada şunu belirtmeliyim ki Huntington galibe Japon medeniyetinden bir şay anlamamış.
İki arada bir derede ülke tezgâhı
- Bir de Huntington’ın Türkiye’nin ne Batılı ne Doğulu, iki arada bir derede kalmış ülke tanımlaması var...
Huntington’a göre Türkiye ne Ortadoğulu ne de Batılı olan, iki arada bir derede, bundan ötürü tanımsız ve kimliksiz bir ülke haline geldi.
Türkiye’nin nerede durduğunun belli olmaması Batı’ya sorun yaratıyor. Burada Türkiye İslamın çekirdek ülkesi olabilir mi, sorusuna da yanıt arıyor. Bu konuda da şu görüşleri var:
Osmanlı Devleti’nin bu rolünü Türkiye’nin devam ettirmesini Atatürk, Türkiye’yi çok sıkı bir şekilde laik ülke olarak tanımlayarak engelledi. Türkiye kendini laik ülke olarak tanımladığı sürece İslam medeniyetinin önderi olamaz.
Ancak, Türkiye bir noktada Batı dünyasına üyelik için yalvarıp duran bir dilenci olarak oynadığı rolden vazgeçip Batı uygarlığının başlıca İslami muhatabı ve Batı anlayışına göre düşmanı olarak oynadığı çok daha etkileyici ve onurlu tarihsel rolü yeniden üstlenmeye hazır hale gelebilir; gelmelidir de.
PORTRE
MEHMET DÜLGER
İstanbul, 1940 doğumlu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yükseköğrenimini İÜ Fen Fakültesi Yüksek Fizik ve Yüksek Matematik bölümleriyle Cenevre Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde yaptı. Aralıklarla İsviçre, Fransa, İtalya, ABD, Kanada’da şehir plancısı olarak çalıştı. 1975-80 arası dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in özel danışmanlığını yaptı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra DPT’de çalıştı. 1983’te Büyük Türkiye Partisi, 1984’te Doğru Yol Partisi’nin (DYP) kurucuları arasında yer aldı. 1984-94 arası DYP’nin basın ve propagandayla ilgili genel başkan yardımcısı oldu. Tansu Çiller’in genel başkanlığında parti içi muhalefet yaptı. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde AKP’den Antalya milletvekili seçildi. TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanlığı yaptı. 2007 genel seçimlerinde adaylığını koymadı.
\n\n
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Kazanan isim belli oldu!
- 'Adama lafını yedirirler böyle, ensendeyim'
- 3 ülke daha BRICS'e 'ortak üye' oldu!
- Polis yanlış adresi bastı, ev sahibinin kolunu kırdı
- Teğmenler hakkında yeni gelişme!
- Romanya - Kosova maçı yarıda kaldı!
- 'Tahmin edemedikleri kadar dirençliyiz'
- İlk bulgular neye işaret ediyor?
- MHP'den 5'inci paylaşım da aynı saatte geldi!
- Özel'e soruşturmada 'yetkisizlik' kararı