Leyla Tavşanoğlu

'İmam yendi' diyenin amacı belli

24 Kasım 2008 Pazartesi

Eski YÖK Başkanvekili Prof. İsa Eşme’den 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle ‘eğitimin durumu’ değerlendirmesi:

Öğretmen olarak Cumhuriyet’in bize verdiği misyonu yirmi-otuz yılda yerine getiremedik. Getirebilseydik, “Ben Atatürk’ü değil Humeyni’yi seviyorum” diyenler olur muydu?

Dershanelerin neredeyse yarıya yakınının bir cemaatle ilişkili olduğu biliniyor. Aynı nitelikli ilk ve ortaöğretim kurumlarının sayısı da giderek artıyor. Öğretim birliği kurnaz bir yolla zedeleniyor.

Eski YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşmeyle 24 Kasım Öğretmenler Gününü anıyoruz. Prof. Eşme, MEBin uygulamalarını çok sert eleştiriyor. Okul müdürü, müdür yardımcısı olmak için imam hatipli olmak neredeyse ön şart haline geldidiyor. Dershanelerin ilk ve ortaöğretimde neredeyse okulların yerini aldığına dikkat çeken Prof. Eşmenin şu tespiti de gözleri iyice açacak nitelikte: Dershanelerin neredeyse yarıya yakın bölümünün bir cemaatle ilişkili olduğu biliniyor. Şerif Mardinin Öğretmen imama yenildi görüşünü şu sözlerle topa tutuyor: Öğretmenin iyiyi, güzeli ve doğruyu eski sistem kadar iyi öğretemediği hangi bilimsel veriye dayanıyor? Bir de Mustafa belgeseline gönderme yaparak şu ağır eleştiriyi getiriyor: Belgesel adı altında hazırlanan filmlerle, mütareke medyası anlayışıyla yazılan kitap ve köşe yazılarıyla kimse Türk milletine Mustafa Kemali unutturamaz.

- Cumhuriyet öğretmenlere çok önemli bir misyon yüklemişti. Bugün bu misyon unutuldu, sadece öğretmenlerin geçim sıkıntısından söz ediliyor. 24 Kasım Öğretmenler Gününü andığımız bugünlerde misyonun ne olduğunu hatırlatır mısınız?

24 Kasım, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürkün, Millet Mekteplerinde Başöğretmenliği kabul ettiği günün yıldönümü. 1981den beri bu tarih öğretmenler günü olarak kutlanıyor. Sizin de belirttiğiniz gibi, bu yıldönümünde nedense hep öğretmenlerin yaşadığı ekonomik sorunlar gündeme getiriliyor. Öğretmenlerin büyük ekonomik sorunlar yaşadığı doğru. Bu sorunun yıldan yıla arttığı gerçeğini elbette göz ardı edemeyiz. Ama öğretmenlerin geçim sıkıntısının tartışılacağı tarih 24 Kasım olmamalı.

Ben öğretmenliğe gönül veren bir akademisyen olarak bunu hep yadırgarım ve bu düşüncemi de fırsat buldukça dillendiririm. Bence 24 Kasımlarda asıl tartışılması gereken, Cumhuriyetin kurucularının öğretmenlere verdiği tarihi misyonun ele alınması ve bunun ne oranda yapılabildiğinin konuşulması. Yani bir özeleştiri yapılması. Sendika ve dernekler, 24 Kasımlarda, ekonomik odaklı açıklamalar yapıyor. Okullarda yapılan şiirli, şarkılı, övgülü söylemlerle süslenen törenler ise yasak savma niteliğinden öteye geçemiyor.

Cumhuriyet’in öğretmenlere \tverdiği misyon

- Peki, öğretmenlere verilen misyon nedir. Bunu konuşabilir miyiz?

Aslında bu misyonun ne olduğunu herkes biliyor. Hepimiz okullarda öğrenci olduk. Okul duvarlarındaki yazıları okuyarak büyüdük. Mustafa Kemalin 25 Ağustos 1924te, Muallimler Birliği Kongresinde söylediği şu söz, bu misyonu açıkça ortaya koyuyor:Öğretmenler, hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli bu özellik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir. Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır.Aslında, öğretmene verilen misyonu ifade eden birbirinden anlamlı daha başka sözler de var. Acaba bu sözleri duvardaki panolara yazmakla iş bitiyor mu? Elbette bitmiyor. İşin özünü hiç unutmamalıyız. Cumhuriyetimiz, dünyada benzeri olmayan bir örnek. Batı dünyasının 150-200 yıl süren bir mücadele sonucunda gerçekleştirebildiği tüm kazanımlar, bizde on yılda gerçekleştirilip hayata geçirilmiş. Bu, kavgayla, kanla değil devrimle gerçekleştirilmiş. Bazılarının öne sürdüğü gibi, dayatma ile değil, Büyük Millet Meclisinin kararıyla, iradesiyle gerçekleştirilmiş. Sonuçta Türkiye İslam coğrafyasında aydınlanma devrimine kavuşan tek ülke olmuş. Türkiye bu ayrıcalığını ve aydınlığını koruyabilecek mi? Bunun devamlılığı, verilecek eğitime bağlı, öğretmene bağlı. Bu gerçeği çok iyi bilen Mustafa Kemal, her fırsatta eğitimi ve öğretmeni öne çıkarmıştır. Biraz tarih okuyanlar bileceklerdir. Daha Cumhuriyet kurulmadan, Sakarya Savaşının başlamasından bir ay önce Mustafa Kemal, Maarif Kongresini toplamış, öğretmenlere gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri olarak hitap etmiştir. Savaş sonrası eğitimde benimsenecek felsefenin yol haritasını açıklamıştır. İlk kez kadın ve erkek öğretmenleri aynı salonda bir araya getirmiştir. Bu tarihi olay bile onun öğretmene verdiği önemi gösterir. Savaş sonrası yaşanan yığınlarca sorundan öncelik hep eğitime verilmiştir. Bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Öğretmene verilen misyon, Mustafa Kemalin hepimizin hafızalarına kazınan sözünde en özlü olarak ifadesini bulmuştur. Öğretmenlerden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesilleryetiştirmeleri istenmiştir. Bu görev, zamanla önemini yitirecek bir görev değildir, zamandan bağımsızdır.

- Öğretmenlere verilen misyon gerçekten çok önemli. Cumhuriyet tarihi boyunca sizce bu misyon yerine getirilebildi mi?

1920’li, otuzlu, kırklı yılların öğretmenleri, Cumhuriyetin hedeflediği kuşağı yetiştirmede başarılıydılar. Özellikle Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenler bu misyonu sahiplenmede çok başarılı oldular. Bu ellili hatta altmışlı yıllara kadar sürdü. Son yirmi yılda, otuz yılda biz öğretmenler, bu misyonu yerine getirebildik mi? Bence yeterince getiremedik. Getirebilseydik, Ben Atatürkü değil Humeyniyi seviyorumdiyenler olur muydu? Bu yılın başlarında, bir ilimize, sanıyorum Bolu ilimizdi, ünlü bir tarikat liderinin öğrencisi gelmişti. Onu karşılamak için şehirde bir izdiham yaşanmıştı. El öpme izdihamı. En önlerde o ilin milli eğitim müdürünün olduğunu gösteren fotoğrafları gazetelerde görmüştük. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Öğretmen kendine verilen misyonu yerine getirebilseydi böyle olaylar yaşar mıydık? Son yıllarda, Cumhuriyete, hatta Cumhuriyetin kurucusuna saldırılara tanık oluyoruz. Mustafafilmiyle ilgili tartışmalar ortada. Öğretmenlerin, öğretmen örgütlerinin, üniversitelerde okuyan öğretmen adaylarının bu konularda diyecek hiçbir sözleri yok mu? Anlaşılamaz bir suskunluk ve kayıtsızlık var. Hiçbir demokratik tepki yok. Diğer tarafta cemaatler, kendi düşünce yapılarına uygun bir gençlik yetiştiriyor. Onlar hedeflerine ulaşmada birer misyoner gibi çalışıyor. Bu neden böyle? İşte 24 Kasım Öğretmenler Günü tüm bunların muhasebesinin yapılması gereken bir gün olmalı diyorum. Eğer sadece ekonomik sorunlar gündeme getirilirse, toplumun öğretmene bakışı da bundan olumsuz etkilenir.

- Bundan bir süre önce, öğretmenin imama yenildiği konusunda basında bir tartışma yer aldı. Öğretmen gerçekten imama yenildi mi?

Evet hatırlıyorum. Bu görüş, Şerif Mardine aitti. Hatırladığım kadarıyla, geçtiğimiz mayıs ayında yapılan açıklamada, 1950den beri öğretmen-imam rekabetinde cumhuriyetçi ve halkçı öğretmenin geride kaldığı öne sürülmüştü. Öğretmenin topluma iyi ve doğruyu eski sistem kadar iyi öğretemediği ifade edilmişti. Gerçekte karşılaştırma, imam ile öğretmen arasında değil, Cumhuriyet okuluyla cami ya da mahalle mektebi karşılaştırması. İsterseniz buna doğru mu yanlış mı bağlamında cevap vermeyeyim. Bir kere Türkiyede 1950den sonra yaşananları imam-öğretmen çatışması gibi göstermek sosyolojik açıdan doğru mu? Öğretmenin, iyiyi, güzeli ve doğruyu eski sistem kadar iyi öğretemediği savı hangi bilimsel veriye dayanıyor? Bilim adamları elindeki verilere göre değerlendirme yapmalıdır. Bu veriler olmadıkça, ortaya atılan görüşün kahvehane muhabbeti düzeyinde olduğunu söyleyebiliriz. İmam-öğretmen karşılaştırması için birkaç söz söylemek istiyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında, öğretmen toplumu etkilemede, bir karşılaştırma yapılamayacak kadar öndeydi. Demokrasiye geçişle birlikte, aradaki fark kapatılmaya çalışıldı. Bunda, oy kaygısı güden siyasilerin etkisi büyük oldu. Bir başka husus, öğretmenin köyden çekilmesi...

Özellikle 1970li yıllardan itibaren, köyden kente göç nedeniyle kırsal kesimlerde nüfus azaldı ve taşımalı eğitime geçildi. Bugün bildiğim kadarıyla 30 binin üzerinde yerleşim yeri taşımalı eğitimde. Bunun anlamı şu. 30 bin yerleşim yerinde öğretmen yok. Öğretmeni alınan köy, Osmanlı döneminde olduğu gibi, muhtara ve imama bırakıldı. İmamlar da elbette Cumhuriyetin okullarında okumuş, birer Cumhuriyet çocuğu. Her birine potansiyel Cumhuriyet karşıtı gözüyle bakamayız. Ben birçok imamın, Cumhuriyetin değerlerini anlamada, bazı öğretmenlerden önde olduğuna tanık oldum. Ancak şu da bir gerçek. Din görevlisi, dünyayı dinî pencereden algılar. Din öğretimi temelinde düşünecek tarzda eğitim almıştır. Toplumla olan iletişiminde kendi alanındaki öğretileri kullanır. Öğretmense dünyayı akılla algılama yollarını öğretir. Siz köyden öğretmeni çekerseniz sonucun ne olmasını bekliyorsunuz? Öğretmen imama yenildi diyenler önce buna cevap aramalılar. Bu sonucu doğuran hükümetlerin politikasını değerlendirmeliler. Ancak ben burada şu özeleştiriyi yapma gereğini de duyuyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmenlere, Cumhuriyet için fedakâr olmaduygusu aşılanmıştı. Biz son 50-60 yılda bunda yeterince başarılı olamadık. Bu yüzden öğretmenlerin önemli kısmı, yaşam koşullarının zorluğunu bahane ederek, köylerde ya da varoşlarda halkın arasında değil, merkezi yerleşim yerlerinde kalmayı tercih etti. Sonuçta, öğretmenin olmadığı yerler imama kaldı, dahası, buralarda cemaat ve tarikatlar etkin olmaya başladı.

Eğitime yeterli bütçe ayrılmadı

- Bir de öğretmenler çocuklarımızı yetiştiren insanlar olarak el üzerinde tutulmaları gerekirken bugün üçüncü, dördüncü sınıf insan muamelesine neden tabi tutuluyor. Öğretmenlik mesleği bu duruma neden geldi sizce?

Öğretmen, insan yetiştirme gibi çok önemli bir görevi üstleniyor. Özellikle ilköğretimde, bir çocuğun yaşama hazırlanmasında, ilkokul öğretmeni -ki şimdi sınıf öğretmeni deniyor-, anne ve babadan da önemli. Bu önemi nedeniyle Cumhuriyetin kurucuları savaş sonrasının yokluğuna rağmen, öğretmenleri hem maddi hem manevi açıdan tatmin etmiş. Bu anlamda ilk bakanlardan Mustafa Necatinin uygulamalarını biliyoruz. Bu anlayışın 1940lı yıllarda da sürdüğü görülüyor. Benim ilkokulu okuduğum 1950li yıllarda bile öğretmen her yönden saygındı, toplumun önderiydi. Bu altmışlı yıllarda da kısmen sürdü. Ancak yetmişli yıllardan itibaren belirgin bir şekilde mesleğin saygınlığında gerileme oldu. Bence bunun iki nedeninden biri, öğretmenin ekonomik gelir grubunda alt düzeylere düşmesi. Hükümetler, eğitime yeteri kadar kaynak aktarmadı. Çünkü eğitim uzun vadeli yatırımı gerektiriyor. Oysa kısa vadeli yatırımlar, seçim kazanmada daha etkili. Hükümetlerin bu politikası öğretmen maaşlarına yansıdı.

Her şeye rağmen öğretmenlik gözde meslek

- Yaşanan bu olumsuzluğa rağmen üniversitelerde öğretmenlik programlarına talep çok fazla. Gençlerin öğretmenlik tercihi sizce neye dayanıyor? Öğretmenlik mesleği yeniden itibar kazanmaya mı başladı?

Özellikle 1990lı yılların ortalarından itibaren öğretmenliğe talebin arttığı doğru. Bu artış, son on yılda çok belirgin olarak dikkati çekiyor. Bazı üniversitelerin öğretmenlik programlarının giriş puanları, bazı gözde mühendislik bölümlerinin ve tıp fakültelerininkinin üzerinde. Yani öğretmenlik, bir zamanlar yaşandığı gibi, son tercihlerde değil, ilk tercihlerde yer alıyor. Bu durum elbette meslekte niteliğin artışı için iyi bir gelişme. Öğretmen yetiştirmede bir fırsat olarak değerlendirilmeli. Ancak şu da bir gerçek. Öğretmen adaylarına yönelik yapılan anketler, bu tercihin daha çok mezuniyette iş bulma umudundan kaynaklandığını gösteriyor.

- Bir dönem YÖKte önemli bir görevde bulundunuz. Bu dönemde Cumhuriyet ruhunu canlı tutacak öğretmeni yetiştirmede yaptığınız çalışmalar oldu mu?

Ömrümün elli yıla yakın bölümü, öğretmen yetiştiren kurumlarda geçti. Bunun ilk on yılını öğrenci, kalanını da öğretmen-öğretim üyesi olarak bu ortamlarda geçirdim. Burada öğretmen yetiştirmeye yönelik benim dönemimde neler yapıldığını sıralamak doğru olur mu bilmiyorum. Bunu en iyi bilenler, eğitim fakültelerinin o dönemdeki dekanları, öğretim üyeleri. Şu kadarını söyleyeyim, eğitim fakültelerinde niteliği arttırıcı önlemler aldık. Bu kapsamda kontenjanları yüzde 25 oranında azalttık. Nitelik için bunun yapılması gerekiyordu. Programları güncelledik. Bunu yaparken, Cumhuriyet ruhunu canlı tutacak öğretmen yetiştirmeyi ana ilke olarak ele aldık. Şüphesiz bu hedefe, sadece program güncellemekle ulaşılamaz. İş uygulayıcıda yani sınıfta ders verende biter. Bu noktada meslektaşlarıma büyük görev düşüyor.

 

Cemaat dershaneleri öğrencileri büyümeden ihtiyarlatıyor

- Ortaöğretimde eğitim okullarda değil, neredeyse tümüyle dershanelerde veriliyor. Dershane sayısındaki bu artış nereden kaynaklanıyor?

İlk ve ortaöğretimdeki eğitim sürecinde dershane faktörünün etkisi hep tartışma konusu. Ben dershaneleri sebep değil, sonuç olarak görüyorum. Yükseköğretime arz talepteki uçurum, ortaöğretimdeki okulların kalite gruplarına ayrılması ve kaliteli liselerde yer alabilme yarışı dershaneye olan talebi arttırdı. Çocuklarımız, oyuna, eğlenceye, kır gezintilerine, sosyal aktivitelere yabancılaştırıldı. Sınavlar onları her şeyden soyutladı. Geçtiğimiz yıl ilköğretim okullarında yeni bir uygulamaya geçildi. Her yılın sonunda öğrenciler artık merkezi bir sınava alınıyor. Sınav çoktan seçmeli test şeklinde uygulanmak zorunda. Böylece artık liselerden sonra ilköğretim okullarında da eğitim tamamen sınava odaklı hale getirilmiş oldu. Bugün dershane sayısı 3 binin üzerinde, öğrenci sayısı 900 bini aştı. Bu rakamlar yıldan yıla katlanarak artıyor. Bu politika ile artması da kaçınılmaz.

- Bu dershanelerin bir bölümünün malum cemaatin kuruluşları olduğu da biliniyor. O zaman bu sistem eğitim birliği yasasına muhalefet değil mi?

Dershanelerin neredeyse yarıya yakınının bir cemaatle ilişkili olduğu biliniyor. Bu gruptaki dershane sayısındaki artışın, bu dershanelere bilinçli bir yönlendirmeden kaynaklandığı öne sürülüyor. İş sadece dershane ile sınırlı da değil. Aynı nitelikteki ilk ve ortaöğretim kurumlarının sayısı da giderek artıyor. Buralarda da Milli Eğitimin programları ve kuralları aynen geçerli deniliyor. Acaba gerçek öyle mi? Öyle olmadığını yetkililer de biliyor. Öğretim birliği, kurnaz bir yolla zedeleniyor. Çocuklarımıza, ülkemize yazık oluyor.

Dershanelerin dışında yurtlar sorunu da var. Hatırlarsınız ağustos başında Konya Taşkentte kaçak yurt binasının çökmesiyle meydana gelen olayda gencecik 17 çocuğumuzu kaybetmiştik. Kazada yaşamını yitirenlerden 13 yaşındaki bir kız öğrencinin, babasına yazdığı mektuplarda zaman zaman ölümden bahsettiği, Baba ölürsem üzülür müsünüz? gibi ifadeler kullandığı gazetelerde yer almıştı. Yıkıntılarda bulunan başka bir mektupta da, yine ölüm anlatılıyor,Ahiret hava yollarındansöz ediliyordu. Bu tür yerlerde gencecik çocuklarımızı hayata bağlamak yerine onlara ölüm temasının işlenmesi nasıl izah edilir?.. Bunun çok ağır pedagojik yansımaları olur. Çocuklarımız büyümeden yaşlanır. Sonuçta bu çocuklar, biat kültürü gelişmiş bir kitleye dönüşür. Bu mektuplar tesadüfen bulunmuş, gündeme gelmişti. Bu tür yurtlarda olup bitenlerin boyutu nedir? Bunu bilmiyoruz. Yetkililer, tarafsız bir araştırma ekibi oluşturarak sorunun boyutunu neden araştırmaz? Bırakınız böyle bir araştırmayı, Taşkent olayı bile halının altına süpürüldü. Unutulup gitti.

 

MEB OKUL KİTAPLARINI DİNİ 

MESAJLARI SOKUŞTURUYOR

- MEBin ortaöğretim kitaplarında dini inanca dayalı birtakım değişiklikler yapma girişimleri olduğu haberleri var. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Ben ortaöğretimdeki ders kitaplarını bu yönüyle inceleme imkânı bulamadım. Bilmediğim bir konu hakkında da değerlendirme yapmam uygun olmaz. Ancak basında yer alan haberlerden öğrendiğim kadarıyla felsefe kitaplarında, dini mesaj veren bazı ifadeler yer almış. Felsefe, bunun hiç olmaması gereken bir alandır.

Bence sorun, kitaplara getirilen değişikliğin çok ötesinde. Ben Cumhuriyete yazdığım birçok yazımda, açıklamalarımda bu konuyu gündeme getirdim. Okullardaki eğitimin dini eksene kaydığını yazdım. Elimde sayısal veriler yok ama, okul müdürü-müdür yardımcısı olmak için imam-hatip kökenli olmak neredeyse ön şart haline geldi.

Üst kademelerdeki kadrolaşma zaten biliniyor. Öğretmen atamalarında hep din eğitimine öncelik verildi. Son beş yılda branşlara göre atanan öğretmen sayılarına bakıldığında bu çok açık bir şekilde görülüyor. Mesleki eğitim dahil 60a yakın öğretmenlik dalı var. Bu dallar arasında din kültürü, sekiz bini aşan istihdamla altıncı sırada yer alıyor. Aynı sürede atanan müzik öğretmeni sayısı bunun dörtte biri. Felsefe öğretmeni sayısı ise onda birinden daha az. Bu rakamlar ilk ve ortaöğretimle ilgili kaygılarımızı doğruluyor. Demokrasilerde siyasi iktidarlar gelir geçer ama eğitimdeki bu yapılanma geleceğimizi etkiler. Bu yapılanların izleri kalıcı olur.

 

PORTRE

Prof. Dr. İSA EŞME

1970’te Çapa Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra yedi yıl öğretmenlik yaptı. 1977’de üniversiteye geçti. Katıhal fiziği alanında, 1983 yılında doktor, 1989 yılında doçent, 1995 yılında profesör unvanlarını aldı. 1983 yılından beri çalıştığı Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesinden Ağustos 2000de ayrıldı ve Maltepe Üniversitesine geçti. Burada Eğitim Fakültesi Kurucu Dekanı olarak görev yaptı. Mart 2005te YÖK üyeliğine, Ağustos 2005te, YÖK Başkanvekilliği’ne atandı. Bu görevden Şubat 2008de ayrıldı. Halen YÖK üyesi ve Maltepe Üniversitesi öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Katıhal fiziği, fen eğitimi ve eğitimin güncel sorunlarıyla ilgili yayınları bulunuyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları