Leyla Tavşanoğlu

Eski Kültür Bakanı AKP’li Günay’la hükümet-cemaat ayrışması ve kültür yaşamı üzerine konuştuk:

15 Aralık 2013 Pazar

AKP’nin ittifaka ihtiyacı kalmadı

Belki bir dönem bazı ittifaklara ihtiyaç hissediyordu. Ama öyle bir noktaya geldi ki artık kendi kadroları kendi önemli görevlerine yetecek inancı oluştu. Sanıyorum ilk gerginlik kadro tasfiyesi noktasında oluştu.

Aslında benim söylediklerimi yapsa parti için de Türkiye için de daha iyi olur inancıyla bunları söylüyorum. İstifa ya da ihraç edilme gayretiyle bunları yapmıyorum. Tam tersine.

Eski CHP’li, şimdi AKP’li olan eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay hukukçu olarak uzun tutukluluk sürelerinden şikâyetçi. Mustafa Balbay’ın beş yıl sonra tahliyesiyle ilgili, “Yargının artık bu kötü alışkanlığından vazgeçmesi” gerektiğini söylüyor. AKP ile Gülen cemaati arasındaki ilk gerginliğin cemaat üyelerinin devlet bürokrasisinden tasfiye edilmeye başlanmasıyla ortaya çıktığına işaret ediyor. Deniz Baykal’ın CHP’nin genel başkanlığına geri dönmesinden sonra haksız yere partiden ihraç edildiğine inanıyor. Satır aralarından anladığım kadarıyla da CHP’den ihraç edilmesinden duyduğu derin kırgınlıkla AKP saflarına katılıyor. Şu anda AKP’nin kimi politikalarını eleştirmesini de “Ben bildiğim doğruları ömrüm boyunca söyledim” diye izah ediyor.
- Arkadaşımız Mustafa Balbay neredeyse beş yıl cezaevinde kaldı. 13. Ağır Ceza Mahkemesi defalarca tahliye talebini reddetti. Tam bir yıl önce Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu. Şimdi de Yüksek Mahkeme tahliye kararını verdi. Bunun üzerine bizzat Balbay’ın mahkûmiyetini isteyen savcı bu kez tahliyesini talep etti. Bu yaman bir çelişki değil mi sizce?
E.G- Son yaşadığımız olaylar ne olursa olsun yine de olumlu yorumlar yapmak ihtiyacı içindeyiz. Gecikmeli de olsa Balbay AYM’nin oluşturduğu yeni bir içtihat doğrultusunda sorumlu bir karar vermesiyle tahliye oldu. Ben temenni ederdim ki hakkında mahkûmiyet kararı verilmeden, o uzun yargılama sürecinde tahliye olsun.
Çünkü Haziran 2011’de milletvekili seçilmişti. Şimdi tahliye olduğuna göre beraatını da temenni ediyorum. AYM’nin ve arkasından mahkemenin de bu kararı, beklenmedik olumlu sürecin doğmasına yol açtı. Özellikle mahkemenin tutumuna baktığımız zaman bir çelişki var gibi gözüküyor. Ama AYM’nin bu kararı da AYM’ye bireysel başvuru hakkı verilmesinden doğdu. Öte yandan hakkında hüküm verilmeyen bazı milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler var. Beklenen odur ki AYM’nin eleştirdiği o uzun tutukluluklar cezaya dönmeden tahliye olurlar.
AYM’nin işaret ettiği milletvekili olma vasfı var. O en azından tutuklu öbür milletvekillerini kapsar. Ama milletvekili olsa da olmasa da herkesin hukukun gösterdiği bu temel haklardan yararlanması son derece doğaldır ve gereklidir. AYM’nin bu kararı ışığında önümüzdeki süreçte oldukça yoğun tahliyeler yaşanacağını tahmin ve temenni ediyorum. Bu hafta içinde birkaç olumlu gelişme olabilir diye düşünüyorum. Ama bizde yargı ne yazık ki tutuklamayı biraz keyfi kullanıyor.
Başka davalarda da oldu. Devlette fevkalade görevlere gelmiş, hakkında soruşturma açıldığını duyduğunda yurtdışından kalkıp gelmiş insanlar bunlar. Ama bizim mahkemelerimiz tutuklarlar. Beraat edersiniz ya da mahkûm olursunuz. Yattığınız yanınıza kâr kalır. Türkiye’de artık yargının bu kötü alışkanlığından kurtulması gerekir.
- Dershanelerle ilgili Gülen cemaatiyle hükümet arasında çok ciddi çatışma çıktı. Sizce mesele sadece dershanelerden mi kaynaklanıyor yoksa olayın arkasında bizlerin bilmediği başka işler mi var?
E.G.- AK Parti iktidarı 11 yılını doldurdu. Çok doğal olarak çeşitli kurumlarda kendisine uygun kadrolaşma gerçekleştiriyor. Belki bir dönem bazı ittifaklara ihtiyaç hissediyordu. Ama öyle bir noktaya geldi ki artık kendi kadroları kendi önemli görevlerine yetecek inancı oluştu. Sanıyorum ilk gerginlik kadro tasfiyesi noktasından başladı. Bu gelişmeler sonucunda da dershaneler konusu gündeme geldi. Belki bizim bilmediğimiz bazı alanlardaki eski sürtüşmeler de böylece su yüzüne çıktı. Ben şahsen o kadar derinini bilmiyorum.  

Yargı keyfi tutuklama yapıyor

Devlette fevkalade görevlere gelmiş, hakkında soruşturma açıldığını duyduğunda
yurtdışından kalkıp gelmiş insanlar bunlar ama bizim mahkemeler tutuklarlar.

- Siz sade milletvekili olarak siyasete devam ediyorsunuz. Zaman zaman sosyal medyada gönderdiğiniz tweet’lerinizi izliyoruz. Hükümetin icraatlarına dönük ciddi eleştiriler getiriyorsunuz. Bunlardan anlıyoruz ki belli bir rahatsızlığınız var. AKP’den istifa mı etmeyi düşünüyorsunuz yoksa partiden ihraç edilmeyi mi bekliyorsunuz? 
E.G.- Siz de, beni yakından tanıyanlar da bilirsiniz. Hayatım boyunca inandıklarımı söylemeyi siyaset yapmanın temel gereği saydım. 
Ben CHP yönetimini eleştirdiğim için Sayın Baykal’la ihtilafa düşmüştüm. Sayın Baykal uydurma gerekçelerle beni partiden ihraç etti. Burada da böyle bir karar verilir mi verilmez mi bilemem. Ama hayatım boyunca inandıklarımı söylemeyi bir ahlak konusu, kendime saygının bir gereği olarak gördüm. Ben bakanken de bunu yaptım. 
AK Parti’ye demokrasinin kesintiye uğrayabileceği tartışmalarının olduğu bir süreçte, Nisan 2007 muhtırasından sonra katıldım. 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamış bir insan olarak bu ülkede demokrasinin hiçbir şekilde kesintiye uğramasını istemiyordum. 
Şimdi de inandıklarımı yüksek sesle söylüyorum. Amacım hiçbir şekilde partiye zarar vermek değil. Aslında benim söylediklerimi yapsa parti için de Türkiye için de daha iyi olur inancıyla bunları söylüyorum. İstifa ya da ihraç edilme gayretiyle bunları yapmıyorum. Tam tersine. 
Bundan sonra nasıl siyaset yapmayı düşünüyorsunuz? 
E.G.- Bundan sonra böyle siyaset yapmayı düşünüyorum. Zaten hep öyle yaptım. Altmış yaşımdan sonra bu tavrımı değiştirecek değilim. Ecevit’in Türkiye’de büyük bir karizmasının olduğu çağlarda, 1979 hükümetine kurultayda en yüksek sesle eleştirileri dile getiren bir delikanlıydım. Korkunç alkış aldım. O yüzden de daha sonra Rahşan Hanım ve Bülent Bey üzerimi çizdi. 
Bugün de söylediklerimin hem toplum vicdanında hem AK Parti tabanında yansıma bulduğunu görüyorum. Benim inandıklarını söyleyen bir insan olduğumu galiba herkes biliyor ki kimse bana söylediklerimi düzeltmem konusunda uyarıda bulunma cesaretini şimdilik göstermedi. Kimsenin göstermesini de tavsiye etmem. 
Ben bakanlar kurulunda da bakanken çeşitli eleştirileri dile getirmiştim. O yüzden bakanken söylemediklerimi şimdi söylüyor olsam çok ayıp olur. 
- Siz AKP’ye geçerken eski mahallenizden nasıl tepkiler aldınız? 
E.G.- Ben 1995-99 arasında bağımsız kalmıştım. CHP 1999’da barajın altında kalıp Deniz Baykal genel başkanlıktan ayrılınca biz bir grup arkadaş CHP’de siyaset yapmak üzere geri döndük. Ama Deniz Baykal 2000’de geri döndü. Hangi pazarlıklarla, hangi İş Bankası ilişkileriyle geri döndüğünü de tarih elbette yazacaktır. 
Baykal döndüğünde biz içeride muhalif ekip olarak çalışmaya devam ettik. 2002 kurultayında ben karşısına çıktım. Cumhuriyet’ten başka hiçbir gazete benim Baykal’ın karşısında aday olduğumu yazmadı. 2004’te uyduruk gerekçelerle beni ihraç etti. 1995’te, 1999’da başka partilerden teklif almış, ama bunları değerlendirmemiştim. Ama 2004’te öyle bir şey oldu ki çok kırıldım. O partiye onca yıl emek vermiş bir insan olmama rağmen CHP Genel Sekreteri’nin (Önder Sav) imzasıyla bütün Türkiye’ye CHP’den ihraç edildiğim faks mesajları çekildi. Bu faks benim yazıhaneme de geldi. Orada yardımcım çocuktan utandım. O mesajı alınca bütün gönül bağlarımı kopardım. CHP camiasında da insanlar Deniz Baykal’dan korkarak sustu. İçimden de çok kötü şeyler söyledim. 
2004’ten 2007’ye kadar da bağımsız kaldım. 2007 muhtırasından sonra Tayyip Bey’den teklif gelince kabul ettim. Bir grup arkadaşımla AKP’ye katıldık.  

Tescilli AKM’yi yıkmak çok zor

- AKM’nin (İstanbul Atatürk Kültür Merkezi) AKM olarak kalmasında ısrarlı oldunuz. Ama şimdi hükümet AKM’yi yıkıp yerine opera binası yapacağını açıkladı. Buna ne diyorsunuz? 
E.G.- Ben AKM olarak kalmasında hâlâ ısrarlıyım. AKM’nin talihsiz bir serüveni var. Yapılması epeyce gecikmiş. Çok partili siyasal yaşamımızın bütün iniş çıkışlarını yaşamış bir bina. Türkiye’nin ilk büyük konser, kültür merkezi. Bu bina 1990’lı yıllarda tescil edilmiş. Yani AKM şu anda bir kültür varlığı. 
Belki çok mükemmel bir bina değil. Ayrıca şunu da belirteyim. 2014’te Ayazağa’da beş bin kişilik çok amaçlı bir konser ve 1200 kişilik de bir senfoni salonu yapılıyor. Yani İstanbul’a yeni kültür binaları yapmak isterseniz yer çok. 
AKM’yle ilgili benim düşüncem şudur: O bir dönemi temsil ediyor. O binayı biz pırıl pırıl restore edebiliriz. Yenisini de başka bir yerde yaparız. Zaten AKM yıkılamaz. Demin de dediğim gibi tescilli kültür varlığı. Yıkmak için tescil kararının kaldırılması lazım.  

Bakanlığın kararına hayret ediyorum

- Tescil kararı öyle akla esildiği gibi kaldırılabilir mi? 
E.G.-
 Tescil kararı kaldırılırsa konu yargıya gider. Yargının tabii ki ne karar vereceği belli değildir. Bakın, AKM’yi 2010 Kültür Başkenti’ne yetiştirmek için çok güzel bir proje yapmıştık. İçerideki konser istenildiğinde Taksim Meydanı’na yansıtılabilecek, dışarıdaki insanlar da konseri izleyebileceklerdi. 

Fakat bizim bakanlıktan bir sendika yargıya gitti. Yargı da kaynağı bulunmuş olan bütün o projeyi iptal etti. Ben piyasadan destek arayışına girdim. Sabancı Vakfı’ndan 30 milyon, 40 milyon da bakanlıktan, 70 milyon civarında yeni bir ihale yaptık. Proje 2013 sonuna doğru bitecekti. Ama 2013 Mayısı’nda Kültür Bakanlığı hiçbir hukuki dayanağı olmadan projeyi durdurdu. Hayret ediyorum. Ortada bir ihale var. Kaynağı bulunmuş. Sabancı Vakfı’nın, kamuoyuna yansıtıldığının aksine AKM’nin kendisine devredilmesi gibi hiçbir talebi yoktu. Ben şimdi soruyorum. İlk projeyi durdurma kararı çıkarttıran ey arkadaşlar, şimdi neredesiniz, niye yargıya gitmiyorsunuz!  

Başbakan’ın tiyatrolara farklı bakışı var

- Başbakan tarafından özel tiyatrolara ödenek kesilmesi projesine ne diyorsunuz? 
E.G.-
 Başbakan değil, onu muhtemelen Başbakan böyle düşünüyordur diye, Kültür Bakanlığı yaptı. Bazen kraldan fazla kralcı davranışlar oluyor. Hakkını teslim edelim. Başbakan, “Türkiye müze fakiri bir ülke” dedi. Ben bu sözü ilk defa bir Başbakan’dan duyuyorum. O cesaretle Türkiye’de çok sayıda müze de yaptık, temelini de attık. Örneğin Zeugma Müzesi dünya çapında oldu. Tiyatrolarla ilgili ise Sayın Başbakan’ın farklı bir bakışı var. Hükümeti eleştiren, toplumun genel değerlerini eleştiren kurumlara çok sevecen bakmıyor. Ama ben bakanlığım boyunca tiyatrolara ayrım gözetmeksizin yardım yaptım. 

Bu yıl, bakanlıkta mantalite değiştiği için yeni bir ekip Gezi olaylarına destek veren tiyatrolara ödeneği bir ölçüde kırpmış. Bu doğru bir iş değil. Tiyatro, özgün ve muhalif yapısı olan sanattır. Özgür ve muhalif yapılara karışmayacaksınız. Siz zaten onlara hükümet değil devlet desteği veriyorsunuz. Devlet desteği verirken de objektif olmak lazım.  

PORTRE

ERTUĞRUL GÜNAY
Ordu, 1948 doğumlu. Yükseköğrenimini İÜ Hukuk Fakültesi’nde yaptı. Siyasete CHP’den girdi. CHP Ordu İl Başkanı oldu. Bülent Ecevit’in CHP Genel Başkanlığı’na Deniz Baykal ekibiyle birlikte karşı çıktı. 12 Eylül darbesi sonrası Dev-Yol davasından bir yıl tutuklu kaldı. Daha sonra siyasete SHP’de devam etti. 1992’de CHP’ye geri döndü. 1992-94 arası CHP Genel Sekreteri oldu. 1999 genel seçimlerinde CHP baraj altında kalıp Deniz Baykal genel başkanlıktan istifa ettikten sonra da Altan Öymen liderliğindeki kadroda yer aldı. Baykal’ın 2000’de partiye geri dönmesinden sonraki 2002 kurultayında Baykal’a karşı genel başkanlığa adaylığını koydu ama kazanamadı. 2004 yerel seçimlerinde DSP’nin Ordu adayını desteklediği gerekçesiyle CHP’den ihraç edildi. 2007 genel seçimleri öncesi AKP’ye geçti. Seçimlerde AKP İstanbul milletvekili seçildi. Ağustos 2007’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na atandı. Ocak 2013’teki kabine revizyonunda görevini Ömer Çelik’e devretti.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları