Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
'En can alıcı sorun bağımlılık'
Hem Rusya’yla imzalanan anlaşmalar hem de Nabucco’yla ilgili hükümetler arası anlaşma “yüzyılın anlaşmaları” gibi sunuldu. Bu hiç doğru değil. Rusya ile yapılan anlaşmalarda ise Rusya’ya bağımlılığımız arttırıldı. Sadece yandaş şirketlere avantaj sağlandı.
Enerji uzmanı petrol mühendisi Necdet Pamir’le “Ne olacak bu ülkenin enerji meselesi”ni konuşuyoruz. Pamir’in tespitleri çok çarpıcı. Özetle enerji politikalarının tamamıyla özel sektöre devredilmekte olduğunu söylüyor. Enerji Bakanlığı’nın da artık tamamıyla yandaş, dar bir kadro tarafından yönetildiğini, liyakata bakılmaksızın bakanlık ve alt birimlerine atamalar yapıldığını vurguluyor.
- Enerji alanında pek çok sorunlar olduğunu biliyoruz. Bu konunun uzmanı olarak sorunları özetleyebilir misiniz?
N.P. - Yandaş medya aracılığıyla yapılan tüm pompalamalara rağmen, çok ciddi sorunlar var. Türkiye’nin hem ekonomisinin hem ulusal güvenliğinin önündeki en önemli sorunların başında enerji konusu geliyor. Bu önceden de böyleydi. Bu dönemde daha da derinleşti.
Hem Rusya’yla imzalanan anlaşmalar hem de Nabucco’yla ilgili hükümetler arası anlaşma “yüzyılın anlaşmaları” gibi sunuldu. Bu hiç doğru değil. Zira Nabucco garanti edilmiş olmadığı gibi, koşulları Türkiye’nin beklentilerini karşılamadı. Rusya ile yapılan anlaşmalarda ise, Rusya’ya bağımlılığımız arttırıldı. Sadece yandaş şirketlere avantaj sağlandı. Türkiye, mevcut durumu itibarıyla, enerjide yüzde 71 oranında dışa bağımlı. Enerji ithalatı için 2008 rakamlarını vereceğim. Çünkü aksine söyleme rağmen, 2009’daki ekonomik kriz yüzünden enerji talebi daraldı. Enerji fiyatlarında da düşme oldu. Onun için 2009 rakamları tam olarak resmi vermiyor. 2008’de Türkiye sadece ham petrol, petrol ürünleri, doğalgaz ve LPG’ye 44.8 milyar dolar ödedi. Diğer (kömür gibi) enerji kaynaklarıyla birlikte enerji ithalatımız, 201 milyar doları bulan toplam Türkiye ithalatının dörtte birini oluşturuyor. Bu durum, sürdürülebilir değil.
İktidar tarafından yapılan projeksiyonlara da baktığımızda, yerli kaynak kullanımını arttıracakları yönündeki tüm söylemlere rağmen, eylemlerine baktığımızda, dışa bağımlılık mutlak değer olarak artıyor. Yüzde olarak da hemen hemen aynı seviyeyi muhafaza ediyoruz.
Türkiye aktör değil
- Peki, Türkiye enerji ihtiyacının kaçta kaçını petrol ve doğalgazla karşılıyor?
N.P. - Türkiye 2009 itibarıyla enerji tüketiminin yüzde 31’ini petrolle, yüzde 31’ini doğalgazla, yüzde 29’unu da kömürle karşıladı. Gördüğünüz gibi Türkiye, petrol ve doğalgazda toplam yüzde 62 ile yüksek oranda dışa bağımlı. Tükettiği petrolün yüzde 93’ünü, doğalgazın da neredeyse tamamı olan yüzde 98’ini ithalatla karşılıyor. Bu iki önemli kaynağın fiyatları üzerinde de hiçbir kontrolü bulunmuyor. Yani Türkiye’nin mevcut konumuyla enerjide aktör olması mümkün değil.
Petrol fiyatları uluslararası piyasalarda belirlenirken, başta üretici ülkeler ve şirketler olmak üzere, bu piyasanın aktörleri çok farklı. Ayrıca jeopolitik faktör, yani ABD’nin enerji kaynaklarına yönelik ihtirasları sonucu Irak’ın işgali, Afganistan’daki durum, İran’la olan gerginlikler; bütün bunlar petrol fiyatlarını yukarı çekiyor. Bunun ötesinde doğalgaz fiyatları da mevcut durumda, petrol ürünlerine endeksli. Petrol fiyatı arttıkça doğalgaz fiyatı da yükseliyor. Petrolde ve gazda tamamen dışa bağımlı olan Türkiye, böylelikle bir kurt kapanına sıkışmış durumda.
- Peki, ekonomik kriz tamamıyla atlatıldıktan sonra petrol ve doğalgaz fiyatları yeniden yükselişe geçer mi?
N.P. - Tabii geçer. O zaman da Türkiye’nin ödemeler dengesinde ciddi sorunlar ortaya çıkar. Bir de doğalgazda Rusya’ya aşırı bağımlılık (yüzde 63) söz konusu. Hep ısrarla söylediğim şey; sorun, bağımlı olunan ülkenin Rusya olması değil. Yanlış olan, herhangi bir ülkeye aşırı oranda bağımlılık... Bu İran da, Türkmenistan da hatta Azerbaycan da olsa yanlıştır, kabul edilemez.
Bir de nükleer enerjide Rusya’yla anlaşma yapılacağı eleştirileri de geldiği zaman Sayın Bakan, “Verilen oranlar doğru değil. Rusya’ya enerji bağımlılığı yüzde 50’ler dolayında” diyor. Bu kelime oyunundan öte bir şey değil. Zira talep normal seyrindeyken, bağımlılık yüzde 63...
- Yüzde 50’ler de çok yüksek bir oran değil mi?
N.P. - Çok yüksek. İkincisi, 2009’da genelde talep düştüğü için resim böyle görünüyor. Rusya’ya bağımlılığımızda önemli bir azalma söz konusu değil. Kimilerinin dillendirmeye çalıştığı “Küreselleşen dünyada tek taraflı bağımlılık diye bir şey yoktur. Karşılıklı bağımlılık vardır” söylemi kulağa hoş geliyor. Ama gerçekçi olursak, Türkiye’nin Rusya’yla 2008 itibarıyla toplam dış ticareti yaklaşık 38 milyar dolar. Türkiye’nin Rusya’ya dışsatımı 6.5 milyar dolar, Rusya’nın Türkiye’ye 31.5 milyar dolar. Burada petrol ve doğalgaz başı çekiyor. Buna bir de nükleer enerjiyi eklerseniz; yani santralları inşa etme olanağı bulurlarsa, o zaman Türkiye nükleerde de bağımlı olacak. Rusya’yla imzalanan anlaşmaların “tamamlayıcı” öğesi, 23 ilin doğalgaz dağıtımını elinde tutan bir Türk özel şirketine Gazprom’la evlilik yaptırılması oldu. Bu, “paket anlaşmalar” kapsamında yapıldı. Böylece Rusya sadece doğalgaz tedarikçisi olarak değil, aynı zamanda doğalgaz dağıtımında da tekel oluşturma yoluna gidiyor. Bütün bunlar kamuoyunun gözünden kaçırıldı.
- Peki, gaz depolama kapasitesi ne durumda?
N.P. - Son yıllarda, gaz depolama kapasitesine hiçbir ekleme yapılmadı. Geçmiş yıllarda, yandaş şirketlere gaz santralı inşa ettirebilmenin altyapısını oluşturmak için, abartılı gaz talep tahminleri yapıldı. Bu bağlamda uzun erimli al ya da öde koşullu gaz anlaşmaları imzalandı. Gazı depolama kapasiteniz olsa, bunu depolayarak, zararı kısmen önlersiniz; ama bu da yok... Gazın fazlasını üçüncü ülkeye satma hakkınız da olmayınca, tam bir kapana girildi.
- Üçüncü taraflara satış hakkı bu anlaşmalarda yok mu?
N.P. - Üçüncü tarafa satış hakkı bugüne kadar bir tek Azerbaycan’la olan anlaşmada vardı. Oysa Türkiye beş ülkeden (Rusya, Azerbaycan, İran, Cezayir, Nijerya) doğalgaz alıyor. Azerbaycan’la olan anlaşmada, 6.3 milyar metreküpün içinde sadece 700 milyon metreküpü üçüncü tarafa (Yunanistan) satış hakkı bulunuyor.
Türkiye’nin bugün doğalgaz depo kapasitesi yaklaşık 1.6 milyar metreküp.Yaklaşık 15 yıldır Tuz Gölü’nün altında bir depo yapılacağı söylenir. Bugüne kadar ihalesi hâlâ bağlanmış değil.
- Neden?
N.P. - Çünkü sürekli usulsüzlük iddiaları var. Ayrıca teknik yetersizlikler ve beceriksizlikler nedeniyle şartnamelerdeki eksikliklerden ya da yandaş firmaların pozisyon almalarını sağlayacak koşullar yaratıldığı savlarıyla, sonuç sürekli erteleniyor. Böylesi kronik sorunlar var.
Bunun ötesinde enerji sektörünün en önemli yaşamsal alt sektörlerinden biri olan elektrik alt sektöründe de çok ciddi bir dar boğaz var. Bunda özelleştirmelerin ve yamalı bohça tabir edeceğimiz mevcut yapısal durumun yarattığı olumsuzluklar söz konusu.
- Türkiye’de dünyanın en pahalı elektriğinin kullanıldığı doğru mu?
N.P. - OECD ortalamasına göre özellikle sanayinin kullandığı elektrik, hemen hemen dünyanın en pahalı elektriği. Türkiye doğalgazı sanayide en pahalı kullanan ülkeler arasında. Hele petrol ürünlerini hiç tartışmasız açık ara en pahalı kullanan ülke konumunda.
Bu koşullarda hem tüketici, hem sanayici, hem ihracatçı perişan halde... Bu kadar pahalı elektrik kullanılırken OECD içindeki rakipler ya da Çin, Hindistan gibi ülkelerle nasıl rekabet edilebilir? Ama maalesef sanayici ve ihracatçı bıçak kemiğe dayanmadan, kendi çıkarlarını zedeler düşüncesiyle bu yalın gerçekleri, bizler yani meslek odaları, uzmanlar söyledikleri zaman yanı başımızda durmuyorlar. Bir taraftan da iktidar bu şirketleri farklı yöntemlerle baskı altında tuttuğu için sesleri çıkmıyor. Öte yandan, birtakım medya kuruluşları da elektrik ve doğalgaz ihalelerinin tam göbeğindeler.
- Ama hükümet enerjide çok önemli işler başarıldığını söylüyor...
N.P. - Hükümet akıllara durgunluk veren bir rahatlık içinde. Bir kere Türkiye’nin kendi kaynakları kullanılmıyor. Enerji, OECD ortalamasının iki katı verimsiz kullanılıyor. Aynı gayri safi hasılayı yaratabilmek için iki kat fazla enerji harcıyoruz. Ama Başbakan kalkıyor, duble yollarla övünüyor.
Oysa kitle ulaşımına ağırlık verilmesi gereken birçok yer var. Öte yandan enerjide kayıp-kaçak oranları çok fazla. Kâğıt üzerinde yüzde 15’lere düşürdük diyorlar (ki bu da yüksektir). Bütün bunların düzeltilmesi gerekir. Ama bu yönde adımlar atmak, ülkenin kendi kaynaklarını kullanmak yerine, söylemde “Biz 2023’e kadar Türkiye’nin hidroelektriğinin tamamını, güneşinin, rüzgârının önemli bölümünü devreye sokacağız” diyorlar.
Oysa Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) lisans verdiği projelere baktığımızda, mevcut kurulu gücümüzün yüzde 27’si oranında ithal kömür ve doğalgaz santrallarına lisans verildiğini görüyoruz. Yani, ithal kaynaklara ağırlık tam gaz giderken, halka masal anlatmaya devam ediliyor.
- Peki, bizim yerli kömürlere ne oldu? Bunlar devreye sokulamaz mı?
N.P. - Türkiye’de yaklaşık 11 milyar ton linyit var. Bunun bugüne kadar üçte biri devreye sokuldu. Üçte ikisi bekliyor.
Bir kısım lobiler, “Türkiye’de kömür var deniyor ama...” diye başlıyorlar. Temel saptamalar doğru da çaresi var... Doğrudur; Türkiye linyitinin kalori değeri görece düşüktür. Kükürt oranı da yüksektir. Ancak kömür santrallarının daha çağdaş, akışkan yatak teknolojileri başta olmak üzere ileri teknolojiye dayalı inşa edilmesi halinde, hem yaratacağı kirlilik minimize oluyor hem de verimi artıyor. Bunu yapabildiğimiz zaman, rüzgâr ve güneşteki bazı zaaflar söz konusu olmayacak. Örneğin, rüzgâr her zaman esmez. Güneş de her zaman parlamaz. Ama linyitinizi doğru teknolojilerle işletirseniz, böyle bir sıkıntı yaşamazsınız. Linyit yerli kaynaktır ve mutlaka kullanılmalıdır. Ama başta doğalgaz alım garantileri ve diğer kâr beklentileri nedeniyle Türkiye’nin linyitinin üçte ikisi bekliyor. Rüzgâr ve güneş ise, doğru teşvik politikalarıyla ve yerli imalat sanayisini geliştirerek, mutlaka devreye alınmalıdır. Ben mevcut bazı sorunlarına değinmek için bahsettim. Yoksa, kullanımda çok geç kalındı.
Unutulmaması gereken kaynak: Rüzgâr
- Ya hidroelektrik potansiyel?
N.P. - Türkiye’nin sudan; 140 ile 170 milyar kilovatsaat teknik, ekonomik, kullanılabilir elektrik elde etme potansiyeli var. Bunun da yarıdan fazlası bekliyor.
Hidroelektrik santrallarla (HES) ilgili sıkıntıların nedenleri; bu iktidar döneminde ayyuka çıkan yanlış uygulamalardan kaynaklanıyor. Özellikle çevre etki değerlendirme (ÇED) raporlarının ya hiç “gerekli görülmemesi” ya da “duruma uydurulması” nedeniyle, yöre halkından büyük tepkiler alınıyor. Özellikle Karadeniz’de büyük ama haklı tepkiler var. “Can suyu”, yani derelerin akıp geçtiği çevreyi besleyebilecek minimum su miktarı hesabının, kâğıt üzerinde ve kerhen yazılması, doğayı öldürüyor, insanları göçe zorluyor. Mahkeme kararları olmasına rağmen kamu santrallarında bile gereken can suyu o yöreye bırakılmıyor.
Biz, “Ülkemizde yerli kaynaklar var, dışa bağımlılık ‘kader’ değil” derken, “yanlış uygulamalar yapılsın” demiyoruz. Maalesef, yandaş şirketlerin daha fazla kâr etmesi için çok şeye göz yumuluyor. Ondan sonra da ortaya çıkan tepkilere karşılık, “Hadi nükleere gidelim” gibi birilerinin fazla komisyon alabileceği, bazı yandaş şirketlerin palazlanabileceği yöntemlere daha fazla yol açılıyor.
Üçüncü kaynak rüzgâr enerjisidir. Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nin saptamalarına göre, 48 bin megavatlık kurulu güç potansiyeli var. Rüzgâr sanayicileri ise 20 bin megavatı daha güvenilir bir rakam olarak kabul ediyorlar.
- Peki, bugüne kadar bu rüzgâr enerjisinin ne kadarı devreye sokuldu?
N.P. - Bin yüz megavatı! Belirttiğim gibi, rüzgâr 365 gün kesintisiz esmez. Kapasite kullanım oranı yaklaşık yüzde 30’dur. Ama böyle de bir potansiyel var ve teknoloji de giderek ilerliyor. Bunun kullanılması lazım. Bir başka sorun, EPDK’nin başvuru süresini bir sabah açıp akşama kapayıp, lisans dağıtması ve kriterleri doğru belirlememesi. Düne kadar enerjiyle ilgisi olmayan ne kadar “yatırımcı” varsa, “Şuradan bir lisans kapalım. Cebimizde dursun. Sonra onu ‘hava parası’yla satarız” hesabıyla işin içine giriyor. Kimi yandaşların içerden haber alıp “önden” yer tuttuğu bir sistem oluştu. Ama lisansı böylesi dağıtan EPDK bir süredir “Çantacılar türedi” diye şikâyet ediyor!
Puslu havayı seven yandaşlar yararlanıyor, Türkiye kaybediyor
- Çantacılar ne demek?
N.P. - Kendisi yatırım yapmadığı halde lisansı alıp, bir ciddi yatırımcıya hava parası alarak devrediyor. Zaten ilk yatırım maliyeti yüksek olan rüzgâr enerjisinin bu sefer bir de böyle önü kesilmiş oluyor. Bunu da EPDK yapıyor ama sanki kusur başkasındaymış gibi feryat ediyor...
Türkiye’nin önemli sorunlarından biri de “Dünya Bankası’na ve AB’ye uyum” gibi kriterlerle kurulan adı bağımsız denetleyici kurullar. Bir kere bu kurullar bağımsız filan değiller. Az sayıda uzman dışında, kadroları ehil de değillerdir. Sadece bugün değil; örneğin EPDK’nin ilk oluşturulduğu koalisyon hükümeti döneminde de üç tane DSP’den, iki tane MHP’den, iki de ANAP’tan atama yapılıyordu. Bu nasıl bağımsız olacak?
Şimdi AKP hükümet oldu. Onlar yapıyordu, şimdi biz niye yapmayalım hesabına tamamını kendi adamlarından atıyorlar. Enerji sektörünü bugün talimat almadan iş yapması mümkün olmayan ve hemen hepsi Özelleştirme İdaresi’nden transfer Enerji Bakanlığı bürokratları ve EPDK yöneticileri yönetiyor. Bu da Türkiye’de enerji meselesinin tek çözümü olarak, özelleştirmenin görülüyor olmasının kanıtı demektir.
- Güneş enerjisinin çok ciddi bir potansiyeli olduğu gerçek mi?
N.P. - Size rakamları vereyim. Türkiye’nin geçen yıl tükettiği elektrik miktarı 192 milyar kilovatsaat. Güneşin 380 milyar kilovatsaat elektrik üretme potansiyeli var. Yani, Türkiye’nin yıllık tüketiminin iki katı... Bu konunun uzmanları, Türkiye’nin tarım dışı arazilerinin güneş enerjisi üretimine çok elverişli olduğunu söylüyor. Bunun da ilk yatırım maliyeti yüksek. TBMM son çalışma dönemini kapatmadan önce Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu’nda değişiklik yapılması bekleniyordu. Belli teşvikler söz konusuydu. Dünya Bankası, Bakan Ali Babacan üzerinden etkili oldu ve bunun TBMM’ye gelmesi engellendi.
- Neden engellendi?
N.P - Değişiklikte, rüzgâr ve güneş enerjisine daha yüksek teşvik (güneşte 28 eurocente kadar) veriliyordu. Daha sonra bunlar yarı yarıya düşürüldü. Ama ne olduysa değişiklik yeni yasama yılına kaldı. Şimdi çok daha düşük teşvik rakamları konuşuluyor ve bu rakamlar yatırımları desteklemez. Burada da lisanslarda el değiştirme beklentileri (rüzgâr için) rol oynuyor sanırım.
Sonuçta; rüzgâr, güneş, hidroelektrik, yerli linyit bekliyor. Jeotermal yeterince devreye sokulmadı. Hem enerji verimsiz kullanılıyor, hem de kayıp-kaçak miktarı yüksek. Ondan sonra da “yeterince enerji üretemiyoruz” diye oturup sızlanıyoruz. Bu arada, “Aman elektrik krizi geliyor” diyoruz ve en kısa sürede devreye sokabileceğimiz doğalgaza başvuruyoruz. “Yandaşlar” da buradan nemalanıyor. Ne olsa “birileri” puslu havayı sever!
Sonuçta Türkiye; doğalgazı, elektriği, petrol ürünlerini en pahalı kullanan ülke konumunda... Böyle bir enkaz var. Ama mevcut yönetim “enkaz devralmadı” zira sekiz yıldır işbaşındalar.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Kazanan isim belli oldu!
- 'Adama lafını yedirirler böyle, ensendeyim'
- 3 ülke daha BRICS'e 'ortak üye' oldu!
- Polis yanlış adresi bastı, ev sahibinin kolunu kırdı
- Teğmenler hakkında yeni gelişme!
- Romanya - Kosova maçı yarıda kaldı!
- 'Tahmin edemedikleri kadar dirençliyiz'
- İlk bulgular neye işaret ediyor?
- MHP'den 5'inci paylaşım da aynı saatte geldi!
- Özel'e soruşturmada 'yetkisizlik' kararı