Leyla Tavşanoğlu

'Düşman ceza hukuku yarattılar'

24 Temmuz 2011 Pazar

Eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı, bugünkü CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner’in başına son yıllarda gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. 2007 Temmuzu’nda Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na atandıktan sonra bölgesindeki birtakım şeriatçı örgütlenmeler ve yolsuzlukların üzerine gidince olanlar oldu. Önce İliç ilçesinde tespit ettiği yasadışı bir altın arama faaliyetinin arkasında hükümete yakın Çalık Grubu’nun olduğunu tespit etti. Ardından bölgede faaliyette olan İsmailağa cemaatiyle ilgili soruşturma açtı. Davada Yeni Şafak gazetesinin sahibi Ahmet Albayrak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Hilmi Güler’in isimleri de yer alıyordu. O zamanki Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve Ceza İşleri Genel Müdürü’nün kendisine uyarı telefonlarına aldırmadan davayı yürüttü. Ancak Özel Yetkili Erzurum Cumhuriyet Savcısı tarafından tutuklandı. Uzun bir dava süreci sonunda aklandı. Adana’ya düz savcı olarak atanınca istifa etti. Şimdi bir siyasetçi olan Cihaner’le Türk yargısının artık nasıl iktidarla aynı hale geldiğini konuştuk:

- 2004’te taslak olarak gündeme gelen, 2005 Haziran ayından itibaren hepimizin hayatını etkileyen Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve İnfaz Kanunu gibi kanunları insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlayan kanunlar olarak değerlendirebilir miyiz?

C.- Bir kanunu bu kriter açısından nereye koyacağımızı değerlendireceksek ortaya koyduğu sonuca bakmamız lazım. Türkiye’nin geçmişinde herhalde özgürlüklerin bu kadar kısıtlandığı, hele hele tüm özgürlüklerin temelini oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğünün bu kadar yıprandığı başka bir dönem yok. Bu durum bu yasaların yol açtığı olanaklarla oluştu. Yasalar, sonucu kendiliğinden doğuran mekanik olgular değildir. Yasaların yorumu vardır. Şu anda en çok eleştirilen ve tartışılan uzun tutukluluk sürelerine dayanak yapılan CMK’nin 100. maddesinde şöyle bir cümle var:

“İşin önemi, koruma tedbiri ile orantısız olduğu anlaşılırsa tutuklama verilemez.”

Son günlerde milletvekillerinin tutukluluğu çok tartışılıyor. Burada işin önemi deniliyorsa herhalde yasama organı üyeliği önemli bir iş sayılabilir. O madde öyle yorumlanıyorsa o zaman doğrudan doğruya yasalara fatura çıkaramazsınız.

O yasa çıkarılırken o yasaları yorumlayacak hukukçuların algıları, yargılama kültürleri de göz önünde bulundurulmalı. Örneğin, bizim yargıçlar genellikle içtihatçıdır. Yani önüne Yargıtay’dan bir karar ister ki hukuken yorumlayabilsin. Bu hususu göz ardı ederek takdir olayını çok açıkta bırakırsanız ortaya hiç öngörmediğiniz sonuçlar çıkabilir.

Türkiye’de bu özgürlükleri kısıtlayan Terörle Mücadele Yasası da var. Onda da çok antidemokratik ve evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan hükümler bulunuyor. Özel yetkili mahkemelerin DGM’lerden miras aldığı yargılama pratiği de var. Bunların hepsini birlikte değerlendirdiğiniz zaman Türkiye’de 2005 değişiklikleriyle birlikte ortaya “düşman ceza hukuku” kavramının yürürlüğe girdiğini görüyoruz.
 

Demokrasicilik oynuyoruz

- “Düşman ceza hukuku” nedir peki?

C.- Tamamlanmış eylem ve teşebbüsü birbirinden ayırt etmez, örgüt üyesi ve lideri arasında çok fark gözetmez. Adaleti sağlamak, maddi gerçeği ortaya çıkarmak yerine karşısında yok edilmesi gereken, insan yerine bile koymadığı şüpheliyi yaşamın dışına atılması gereken kişi olarak görür.

Bu sözünü ettiğimiz mevzuatın tamamı bir “düşman ceza hukuku” pratiğine dönmüş durumdadır. Onun için yazılmamış ya da yayımlanmamış kitaplar toplanabilir. Bu, beyindeki düşünceye saldırı anlamına gelir. Düşünceyi cezalandırır. İddianamelerde bir kişi hakkında delil olmaması bu kişinin suçsuzluğuna değil, daha tehlikeli bir suçluluk kategorisine girdiğinin kanıtı oluyor. Daha açık söylemek gerekirse düşman ceza hukukuna göre o kişi o kadar tehlikeli ki suçu işliyor ama arkasında delil bırakmıyor.

Bunları iddianamelerden alıntılayarak söylüyorum. O nedenle düşman ceza hukuku pratiğinden Türkiye’nin mutlaka kurtulması gerekiyor. Hele hele bu durumda Türkiye’nin ileri demokrasi diye adlandırılması mümkün değildir. Gençler Başbakan’ın önünde “Parasız eğitim istiyoruz” yazılı pankart açtıkları için Başbakan’ın gözünün önünde darp ediliyor, neredeyse bir buçuk yıldır tutuklu kalabiliyorlarsa o ülkede yargı da, hâkim de, savcı da, özgürlük de yoktur. Bu sadece bir oyundan ibarettir.

- 12 Eylül referandumunda anayasada değişiklik yapıldı. Bunun iki hedefi vardı. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve Anayasa Mahkemesi. Sizce bunların yapılarının değişmesiyle Türkiye’nin yargı sorunu, mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı sorunu çözülmüş müdür?

C.- Tam tersine. Bu yapıları değişen kurumların performansları hakkında söz söyleyebilmemiz için bize yeterince veri sağladılar. HSYK hemen iş yükünü bahane ederek Yargıtay’a liyakat, kıdem, yeterlilik, bilgi birikimi gibi objektif kriterlerin tamamını göz ardı edip ne olduğunu bilemediğimiz birtakım atamalar yaparak Yargıtay’ın yapısını değiştirdi. Bir de yüze yakın Yargıtay üyesi içinde sadece dört kadın var. Aynı referandumda anayasa değişikliğinde kadına pozitif ayrımcılık getirilmişti.
 

Toplum terorize edildi

- Peki, bu karamboldan çıkış yolu nedir?

C.- Bunların çözümlerinin tamamı aslında var. Ama böyle çözülmez. Çünkü siyasi iktidarın Yargıtay’daki bu tıkanıklığın giderilmesi için iki argümanı vardı. Birincisi istinaf mahkemelerinin kurulmasıydı. Ama istinaf mahkemeleri hâlâ kurulmadı. Üstelik bu mahkemelerin kuruluşuyla ilgili olarak AB’ye altı yıl öncesinden verilmiş bir söz var.

Yargıtay’da fazla üye olduğu için üye sayısını azaltacaklarını söylerken bir baktık yine üye sayısı arttırıldı. AKP’nin birçok kuruluşta, alanda yaptığı gibi bunları önce çalışamaz hale getiriyor. Elindeki medya gücüyle de toplumu psikolojik olarak hazırlıyor. Sonra da istediği değişiklikleri yapıyor. Bizim sistemde Yargıtay üyeleri dosya okumazlar. Tetkik hâkimleri okur. İstediğiniz kadar Yargıtay üyesini, dairesini arttırın. Tetkik hâkimi sayısını arttırmazsanız hiçbir işe yaramaz. Yani 2005’te uygulamaya giren yasalar Türkiye’de özgürlüklerin önünü açmada ya da daha demokratik bir ülkeyi oluşturmada araç olarak kullanmayı bırakın, tam tersi oldu. Şu anda yaşadığımız korku filminin altyapısını hazırladı. Şu anda insan annesiyle bile telefonda konuşmaktan çekiniyorsa milli geliriniz 30 bin dolar, 100 bin dolar olsa neye yarar? Ya da bir haber yaptığı ya da bir yazı yazdığı için bir gazeteci Başbakan’ın gazabına uğrayıp işinden oluyorsa ne kadar yasa çıkarırsanız çıkarın boştur. Dünyanın en iyi yasaları bile kötü yargıçların elinde bir zulüm aracına dönüşebilir, sözü vardır. Şu anda bunu yaşıyoruz.

- Yani iktidar yasaları istediği sonuçları elde etmek için kullanıyor mu?

C.- Hatırlayın, İstanbul’daki ünlü soruşturmalarda tahliye kararı veren yargıç için, “Çetenin nöbetçi hâkimi var” dediler. Sonra da o yargıcın tayinini çıkardılar. Onun yerine gelecek yargıcın özgürce karar vermesini bekleyebilir misiniz? Karşı oy veren, tahliye isteyen, eleştirel sözler söyleyen yargıçların tamamı o mahkemelerden teker teker ayıklandı. Şimdi de yargıya saygı duymamız bekleniyor. Toplum yasalar ve yasaları uygulayanlar tarafından terorize ediliyor.
 

Siyaset yargı yoluyla biçimlendiriliyor

- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru hakkı varken anayasa değişikliğiyle önce Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirildi. Sizce Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir işlevi olmalı mı? Yoksa AİHM’ye başvurmadan önce Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasında beklenen içtihatları yaratmaya elverişli bir yol mudur? Üstelik mahkemeye ek bir yük binmeyecek mi?

C.- Ben zaten bu değişikliğin amacının AİHM’ye başvuru yolunu tıkamak ve Anayasa Mahkemesi üzerinde ek yük yaratmak olduğunu düşünüyorum. Eğer gerçekten insanların AİHM’ye gitmeden iç hukuk yoluyla sorunlarının çözülmesini isteyen irade olsaydı, örneğin tutukluluk süreleriyle ilgili olarak düzenleme yapardı. Bunu yapmayıp “Burada ihlaller oluyor. Bunları biz düzeltelim” derseniz, demek ki siz AİHM’ye gidilmesini engellemek istiyorsunuz. Bir kere Anayasa Mahkemesi bu kadar iş yüküyle boğulacaktır. Amaç AİHM’ye başvuruyu geciktirmektir ya da engellemektir. Bu, hukukun gelişmesini de geciktirecektir. “AİHM’ye yapılan başvuru şu kadar azaldı. İnsan hakları karnemiz bu kadar iyileşti” diye de övüneceklerdir.

- Bir toplantıda yaptığınız konuşmada, “Artık Türkiye’de bütün atamalar yargı yoluyla yapılıyor” dediniz. Bundan ne kastettiniz?

C.- Şu anda YAŞ gündemde. YAŞ’ta kimin terfi edip etmeyeceğine savcılar karar verdi. Savcılarla ilişkilerine baktığımızda da siyasi iktidar karar veriyor. Çünkü bir savcının bir generali ya da terfi sırasındaki bir askeri ifadeye çağırması, sorguya sevk etmesi, sanık sıfatı vermesi ya da tutuklatması, onun önündeki terfi olanağını ortadan kaldırıyor.

Oysa bunu iki ay ertelemesi ya da iki ay öne alması birçok şeyi değiştirebiliyor. Hatta aynı statüdeki bazı askerlerin soruşturmaya dahil edilmesi ama bazılarının edilmemesi de birçok şeyi değiştiriyor. Siyasette de benzer bir durum ortaya çıktı. KCK soruşturmalarında birilerinin tutuklanıp birilerinin tutuklanmaması, birilerinin soruşturmaya dahil edilip birilerinin edilmemesi, zamanlamalar, siyasetin de bu mahkemeler aracılığıyla dizayn edildiğinin bir göstergesidir.

Onun içindir ki Başbakan tutuklu milletvekilleriyle ilgili olarak “Aday gösterirken bana mı sordunuz?” dedi. Bu, siyasetin de yargı yoluyla dizaynını gösteriyor. Çünkü artık iktidarlaşan, iktidarla aynılaşan bir yargıyla karşı karşıyayız. Bir yıl öncesine kadar yargıya alabildiğine saldıran siyasi iktidar, artık “Biz yargının işine karışamayız” demeye başladı. Başbakan’ın, “Yargı bize kan kusturuyor” cümlesini hatırlayın.
 

Polis toplumda suçluluk algısı yaratılmasına öncülük ediyor

- AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nde kapatılması davası açıldığında “Yargı yoluyla darbe” diye bar bar bağırmadılar mı?

C.- O söylemler terk edildi. Şimdi, “Durun bakalım. Bu yargının işi” denilmeye başlandı. Bu söylemler siyasi iktidarla yargının aynılaştığını gösteriyor. Şu anda siyasi kimliği olan kişiler tutuklu. İş geldi spora dayandı.

Demek ki artık kimin futbolda şampiyon olacağına da yargı karar verecek. Türkiye’de hiç olmayan şeyler bugün Fenerbahçe şike soruşturmasında oluyor. Emniyet çıkıp ilk kez, “Şimdiye kadar yaptığımız en sağlam soruşturma budur” dedi. Bu çok tehlikeli. Emniyet’in böyle bir yetkisinin olmaması, masumiyet karinesinin ihlal edilmesi, suçluluk algısının peşinen yerleştirilmesi bir yana, bunu söylemek, ondan önce yapılanların üzerine şaibe getirmek demektir.

Tüm soruşturmaların sağlam olması gerekir. Hatta arama görüntülerinin bizzat Emniyet tarafından dağıtılması alışılmış değil. Bunlar bir başka şeye işaret ediyor.

- Neye işaret ediyor?

C.- Suçluluk algısının peşinen yaratılmak istendiğine işaret ediyor. Bu da bir suç. Bunun üzerine gidilmemesi de suç. Kendimden örnek vermeyeyim. Birçok soruşturmada çok gizli kalması gereken gizli tanık ifadeleri, gizli tanık isimleri deşifre edildi. Demek ki kimin tarafından yapıldığı biliniyor. Onun içindir ki onların üzerine gidilmiyor.

Yargı artık her alanı dizayn ediyor. Önümüzdeki günlerde tüm muhalif belediyelere saldırı furyasının başlayacağı kanısındayım.

- Siz Erzincan’da savcılık görevinizi yaparken İsmailağa cemaatin üzerine gidip soruşturma açtığınız sırada basına yansıdığı şekliyle bugün TBMM Başkanı olan, o dönem Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in size telefon edip işin peşini bırakmanızı istemesi karşısında neler hissetmiştiniz?

C.- Şaşırtıcı ama afallatıcı olmadı. Çünkü kendisine yasal olarak gereğini yapacağım cevabını vermiştim. Deminden beri anlattığım çerçevede her alana nüfuz etmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. 2007 seçimleri öncesi böyle bir soruşturma yapılmasının kendilerini zora sokacağı söylemiyle bugünkü birtakım soruşturmaları birbiriyle örtüştürdüğünüz zaman meseleye nasıl baktıkları anlaşılıyor.

On dokuz maça şike karıştırıldığı söyleniyor. Bunların neredeyse tamamı çok miktarda bahis paralarının döndüğü maçlar. Bunları daha önceden bilen kişiler acaba ne yaptı?

Fenerbahçe hisselerini ellerinde tutan yabancıların soruşturmadan on gün önce hisseleri ellerinden çıkarmaya başladıkları haberleri yayımlandı. Bunların hepsini üst üste koyduğunuz zaman, şike dışında başka bir şeyler olduğu şüphesi uyanıyor. Bu maçlardan büyük kazançlar elde eden kişilerin mutlaka araştırılması lazım.
 

Dokuz yıldır kirlilikleri temizlemek için aklınız neredeydi?

- Bir de bu dosyaya niye özel yetkili mahkeme bakıyor? Özel yetkili mahkemenin yetki alanında olmamasına rağmen neden böyle bir uygulama yapılıyor?

C.- Bunun da ötesinde neden suçüstü yapılmadı da bu kirliliğin devamına izin verildi? Suçüstü yapılsaydı belki ilk aşamada bunun önüne geçilecekti. Ne beklendi? Niye beklendi?

Madem para alışverişi var, suçüstü yapsaydınız. En önemlisi de siyasi iktidar ve takipçisi olduğunu, mirasını devam ettirmekten onur duyduğunu söylediği sağ iktidarlar bu ülkenin son 50 yılına neredeyse tamamıyla hâkimler. Bu kadar kirliliğin hesabını vermek zorundalar. Siz dokuz yıldır iktidardasınız. Madem bu kadar kirlilik vardı, aklınız neredeydi? Siz mutlak iktidarsınız, muhalefet değil.

Bu soruşturmaların tamamının göbeğinde olan teşkilatların başlarındaki adamlar şu anda AKP’den milletvekili. Oğuz Kaan Köksal Emniyet Genel Müdürü, Muammer Güler İstanbul Valisi, sonra da İç Güvenlik Müsteşarı’ydı. Onların o süreçte AKP lehinde birtakım uygulamalara göz yumup yummadıklarını bilmiyoruz. Benim için ima ettikleri şu anda AKP için çok daha güçlü. Sizin muhafazakâr iktidarınızda bu ahlaki kirlilik nasıl gelişti? Şu anda AKP mutlak iktidar olduğu halde sürekli muhalefet rolü yapıyor.

Diyarbakır’daki 13 şehit olayında da öyle. Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri doğrudan Başbakan’a bağlıdır. Dolayısıyla sorumlu kişi Başbakan’dır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları