Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Hayal kurmak bedava ya…
Sonsuz mavi bir denize bakıp düşünüyorum. Bu muhteşem doğada, bu muhteşem yurtta neden her daim bir endişe, her daim hep kötü bir şeyler olacağı duygusu hâkim? Neden bu ülkede yaşayan insanların mutlu olma hakları doğdukları günden itibaren ellerinden alınıyor?
Ve sık sık yaptığım bir oyun aklıma geliyor? Acaba başka bir coğrafyada yaşıyor olsaydık hayatımız nasıl olurdu?
Örneğin kışın güneşin çok az göründüğü, yazın hemen hemen hiç batmadığı, bize en yakın evin elli kilometre uzak olduğu bir Kuzey ülkesinde nasıl bir hayatımız olurdu?
Hiç kuşkusuz sakin bir coğrafyada olduğumuz için dünyayı yöneten şirketler hesabına çalıştıklarını pek bir iyi bildiğimiz istihbarat örgütlerinin oyunlarından ve toplumsal travmalardan uzak, pek sakin bir hayatımız olurdu. Her şeyimiz fazlasıyla planlı ve programlı olurdu. Tatilimizi nasıl geçireceğimizi mutlaka bir yıl önceden planlar, hiçbir şeyin aksamaması için her türlü sigorta önlemlerine başvurur, ardından tek ve en önemli işimize, yani tatilimizi beklemeye başlardık.
İklim nedeniyle melankoli, depresyon peşimizi bırakmasa da içinde bulunduğumuz derin güvenlik duygusu nedeniyle bunları hayatımızın birer parçası kabul eder, üstelik bir güzel keyfini sürerdik.
“Depresyondayım doktor, çalışmak istemiyorum.”
Güney Amerika ülkelerinden birinde yaşıyor olsaydık, örneğin Arjantin’de, geceyi hiç kuşkusuz bir dans salonunda tango yaparak bitirir, güne gene uzaklarda çalınan bir tangoya eşlik ederek başlardık.
Ama bu ülkelerde pek çoğumuzun askeri darbelerle ilgili bir anısı mutlaka olurdu. Toplu mezarlardan çıkan cesedin DNA testi sonucu kendi öz annemize ait olduğunu anlar ve dehşetle yıllarca anne bildiğimiz kişinin karşısında hüngür hüngür ağlardık. Buralarda pek çok çocuk, anne ve babaları öldürüldüğü için başka ailelere evlatlık olarak verildi.
Depresyon, melonkoli asla yanımıza uğramazdı. Tangoya ara verdiğimiz anlarda, Mayo Meydanı’na koşup geçmişle yüzleşme toplantılarına katılır ve kanlı darbe geçmişimizi belleğin kuytu köşelerine gönderme çabasına girişirdik.
Her gün sevinilecek bir şeylerimiz olurdu. Komşularımızda sosyalist hükümetler seçim kazandığında sokaklara dökülür ve sabahlara kadar Amerikan ve küreselleşme aleyhine sloganlar atarak tango yapardık. Yaşadığımız her şeyde sahici bir şeyler olurdu.
Diyelim ki bir Afrika ülkesinde yaşasaydık. Çoğunluk açlık sınırında yaşadığı için en önemli işimiz, en temel içgüdümüz olan karın doyunmak olurdu. Çocuklarımız bir zamanlar ülkemizi talan eden zengin ülkelerden gelecek yiye cek yardımını beklemek için sürekli gözcülük yaparlardı. Ailemizden mutlaka birisi AIDS hastalığından ölmek için sıra beklerdi ve biz onun kavruk bedenine, fırlamış gözlerine bakıp artık üzülmeyi bile unuttuğumuzu fark ederdik.
Bu yazı böyle uzayıp gider. Ama birden aklıma şöyle bir fikir geliyor. Acaba bu bereketli ülkemizi mesela Almanlar yönetseydi ne olurdu? Açıkça söyleyeyim, bir defa katiyen yoksul birileri olmazdı. Hiçbir kent, rant uğruna acımasızca talan edilmezdi. Ülke uçaktan bakıldığında yemyeşil bir kuşakla kuşatılmış olurdu. Denizlerden gelen bereket tüm dünyayı doyurmaya yeterdi, en önemlisi sürekli insanlar çocuklarını üniversitede okutmak için para biriktirmezlerdi. Çünkü meslek okullarından yetişenlerle mühendis olanlar arasındaki kazanç farkı o kadar az olurdu ki, kimse kendini zorlamazdı. Ve tüm gençler geleceklerinden emin, hayata tutunurlardı. Bir de ören yerleri var, neyse ki, bunlardaki kazıların hemen hepsini Almanlar yapıyor, o kazılar iki üç misline çıkardı ve ülkemiz turizm özellikle de kültür turizmden öylesine zenginleşirdi ki, milli gelirimiz en az kırk bin dolara yükselirdi. Ben de amma hayal kurdum. Neyse ki hayal kurmak bedava.
Ah sevgili dostlarım, anlaşılan bu ülkedeki haksızlıklardan, çok zengin solcu belediye başkanlarından, sürekli kendine yontan yöneticilerden fena halde bıkmışım. Aklıma hep bir proje vesilesiyle tanıdığım Almanya’nın Kreuzberg bölgesi belediye başkanı geliyor. Ufak tefek bir kadındı, benim yaşımdaydı, bisiklette işine gidiyordu ve doğrusu 12 tane muhteşem evi yoktu... ne 12 tane! Belediyeye ait küçücük bir dairede oturuyordu. Ne özenmiştim.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
En Çok Okunan Haberler
- Malatya depremi: 'Endişe verici' diyerek uyardı!
- İYİ Parti'de Akşener krizi
- Kan donduran 'taciz' iddiası
- Muharrem İnce’den sert yanıt!
- Ankara’da konuşulan iddianame
- Oktay Kaynarca’dan ‘Selahattin Demirtaş’ açıklaması
- TÜPRAŞ'tan açıklama geldi
- Beşiktaş'tan Van Bronckhorst kararı!
- 'Tweet bu kadar, gerizekalı!'
- Sedat Peker'in avukatı hayatını kaybetti