İlhan Selçuk

Tahtakurusu.. Pire.. Bit..

15 Aralık 2008 Pazartesi

Ahmet Haşim yalnız olağanüstü bir şair değildi, eşi az bulunur bir düzyazı ustasıydı...

Tahtakurusu üstüne bir denemesini anımsıyorum, okurken çok etkilenmiştim...

Haşim bir gece uykusundan bir kaşıntı ve ısırık acısıyla uyanır, ışığı yakar, bir tahtakurusunun kaçmakta olduğunu görür...

Kendisine Himalaya dağlarından büyük gelen insandan yorgan kıvrımları arasında kaçmaya çalışan hayvancık canını kurtarmak için çırpınmaktadır...

Şair-yazar için tahtakurusu esin perisine dönüşür...

*

Eskiden tahtakurusu hayatımızın bir parçasıydı...

Ya pire veya bit?..

İlkokulun ikinci sınıfını Sıvasın ilçesi Yıldızelinde okudum...

O yıllarda Yıldızeli yoksul mu yoksuldu...

1933-1934...

Cumhuriyetin 10uncu yılını Yıldızelinde kutlamıştık...

Soyadı Kanunu biz Yıldızelindeyken çıkmıştı...

Osmanlıdan artakalan Türkiyede yaşayan insanların soyadları bile yoktu; resmi ya da özel ilişkilerde öyle bir karmaşa sürüyordu ki demeyin gitsin...

Cumhuriyet devleti bu nedenle kanun çıkarmak zorunda kalmıştı.

Okulda her pazartesi bit muayenesi yapılırdı...

*

Yıldızeli çok soğuktu...

Okulda bile üşüdüğümüzü anımsıyorum...

Öğretmen yine de yoksul öğrencileri bir sıraya dizer, özellikle uzun beyaz donlarının uçkurlarını denetler, üzerinde bit bulunanları evlerine yollardı...

Bit muayenesi başlarken bana da seslenirdi:

- Sen şu tarafa geç bakalım!..

Beni muayene etmezdi...

Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Kasım Beyin oğlunda bit bulunur muydu canım...

Bu ayrıcalık beni çok tedirgin ederdi...

*

Babam kimi zaman eşkıya takibine çıkar, günlerce eve dönmezdi...

Annemin kaygılı günleriydi bunlar...

Bir gün kar-kış-kıyamette, bir eşkıyanın jandarmaların ortasında, elleri kolları bağlı, ilçeye getirilişini unutmuyorum...

Adamcağızın ayakları çarıklıydı, sapsarı sakalları bıyıkları donmuştu, halk olayı görmek için yollara dökülmüştü...

Eşkıyayı komutanlık binasına soktular, ben çocuk merakıyla her şeyi yakından izliyorum; hiç unutmam, bir jandarma yanına sokuldu...

O zamanlar jandarmaların belinde adına kütüklük denen fişeklikler vardı...

Jandarma elini kütüklüklere vurarak dedi ki:

- Bak, seni bunlarla vuracağım...

Eşkıya sessiz bakıyordu..

Sonra adamı Sıvasa götürdüler, yargılanacakmış...

*

‘10’uncu Yıl Marşını Yıldızelinde öğrendik, soyadımızı 11’inci yılda aldık, bit ile de iyi kötü tanışmam Yıldızelindeki okulda oldu...

Bugünden geriye bakınca 1923 Cumhuriyetinin nasıl yoktan var edildiğini daha iyi anlıyorum; o yıllarda Yıldızelindeki ilkokul, öğretmenleriyle birlikte, sanki aydınlık bir kültür merkeziydi...

Ama, gaz tenekesinde ısıtılmış suyla yıkanır, gaz lambasıyla aydınlanır, İstanbul gazetelerini dört gözle bekler, geleceğe dönük umudumuzu güncel yaşamın tüm eksiklerini dışlayarak korurduk...

*

İkinci Dünya Savaşından sonra çıkan ilaçlarla ne tahtakurusu derdi kaldı, ne bit, ne de pire...

Peki, bu durumda Ahmet Haşimin tahtakurusu üzerine yazısı ne olacak?..

Tahtakurusu, bit, pire gider, yazı kalır...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Patrikhanenin Sicili... 11 Haziran 2012
Mumcu'nun Saptamaları... 7 Haziran 2012

Günün Köşe Yazıları