Feyzi Açıkalın

Tutuklarlarsa tutuklasınlar…

16 Şubat 2023 Perşembe

Enkaz önünde çaresizlik içinde bekleşen insanlar kendilerine uzatılan mikrofonlara, “Tutuklarlarsa tutuklasınlar” diye yakınarak söze başlıyorlardı… Yıkıntı altında kalmış yakınlarının kurtarılmasını isterken, Silivri’nin karanlık ve soğuğuyla karşılaşmayı göze alan, böylesi klostrofobik bir ilişki kuruyor olmalıydılar. 

Derin acıları olan insanlar, normal zamanlarda taleplerinin biricik çözümcüsü olarak gördükleri otoritenin ve onun “talimatlarıyla” yönetilen siyasi rejimin yanlarında olmamasının şokunu yaşatmaktaydılar. Bu yakınmalarını dillendirmelerine bile tahammül edilememesini görmüşler ve o en yıkılmış anlarında, isyanlarının suç sayılma olasılığını göz önüne alarak mikrofonlara seslenmişlerdi.

Rejimin propaganda aygıtlarının ısrarla “Başkan” diye adlandırdıkları liderlik, bu tür doğal yıkımlara “kader planı” ölçeğinde yaklaştığı için gerekli hazırlığı yapmamıştı. Dolayısıyla liderden bağımsız hareket edemeyen, başta çalışma arkadaşları olmak üzere hiçbir yardım kurumu anında harekete geçemedi; talimat bekledi. 

Aslında sel felaketinde de, orman yaygınlarında da aynı şey olmuştu; korumaya, önlem almaya yönelik faaliyetler yerine, kader olarak nitelenen doğal yıkımlarda devletin iyiliği, yara sarıcılığı, böylece halkta rıza üretimi öncelenmişti. Bunu da tek elden yapmaya çalışıyorlar, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) gibi demokrasinin olmazsa olmazlarını devre dışı bırakıyorlardı.

Son depremde başta atalet içindeki AFAD yerine, örneğin AHBAP’ın öne çıkıp, yaptıklarıyla toplumda övgü almasını hazmedemediler. Dahası rejimlerinin bekası için tehlikeli buldular. Oysa AHBAP devlet faaliyetinin bir uzantısı gibi, onlarla baştan beri işbirliği içinde çalışmakta olduğunu belirtiyordu. Ama rejim için hayat memat meselesi olan bir seçim dönemindeydik ve AHBAP kayda değer bir nakti, yardım olarak biriktirmişti! 

Geri dönersek; 1999 depreminde yalnızca kablo bağlantılı TV kanalları varken, 2006 yılında Facebook ve 2011’de de Twitter gibi sosyal iletişim ağları yaşamımıza girmişti. Çağın gereği olduğu kadar, son 21 yıllık AKP iktidarının baskıcı yönetiminin de gelişmesine(!) katkıda bulunduğu sosyal medya ağ örgütlenmesinin depremde ön alması, iktidarı son derece rahatsız etti. Bir yandan da, oradaki dayanışmanın rejimin sorgulanmasının önüne geçeceğini zannettiler; tabii ki yanılıyorlardı.

Kaderci anlayış doğal felaketleri bir sınama olarak görmekteyken, halkın gözünde düştükleri aczi ve bunun sonucu “liderliğin sınanmakta oluşunu” farkedince hücuma geçtiler. Seçim öncesi buna izin veremezlerdi. En iyi bildikleri yöntemi, tehdidi her fırsatta kullandılar. Karşıtlarını yalancılık ve iftiracılıkla suçlarken, süreklileşmiş ve artık halkın aklıyla oynayacak boyutlara erişmiş yalan makinesine sarıldılar.

Çok bilmiş TV yorumcularının, Anadolu halkının “ahlak yoksunu” olduğu için, otoriteden haksızlığı, yolsuzluğu talep ettiği konusundaki sersemce görüşler bile yardıma gelmedi. En son, her felakette olduğu gibi “mucizelere” sarıldılar. Deprem onlara göre nasıl oluştuysa, insanların enkaz altından kurtuluşu da aynı nedenle olacaktı. MYK toplantısı sonrasındaki sözcü Çelik’in bitiriş cümlesi ideolojilerini, son hedeflerini net özetliyordu: Enkazdan canlı çıkışlarında tekbir getirmeye tabii ki devam edeceklerdi…

Depremle enerji açığa çıkmış ama bunun yerine halkın öfkesi birikmişti. Bakalım seçim öncesinde, halkın bu öfkesini soğurup, sönümlenmesini sağlayacak yöntemlere başvuracaklar, onu yine razı etmesini becerecekler miydi. Devletin Merkez Bankası’nın 30 milyar lira “BAĞIŞ” yapması bunun başlangıcı mıydı?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları