Siyasal İslamın ‘kültürel egemenlik’ açmazı

01 Şubat 2022 Salı

Zaman zaman R.T. Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, “doğal kültürel egemenlik” boyutunda, siyasal İslam egemenlik kuramıyor. Siyasal ve ekonomik olarak iktidar gücünü elde etseler bile kültürel olarak bu egemenliğe ulaşamıyorlar.

Çünkü Avrupa odaklı çağdaş uygarlık değerlerine varıncaya kadar insanlık damla damla, süzüle süzüle, bireysel özgürlüklerden toplumsal özgürlüklere, sanattan akılcılığa yadsınamaz kriterleri özümsemiş, uygulamış ve yaşamaya başlamıştır. Bu geniş “küresel uygarlık penceresine” inanç dünyasının kendine özgü kriterlerini dayatmaya başlarsanız işler ters teper. Hele iletişimin ve küresel saydamlığın olağanüstü geliştiği dünyada. İşte bu nedenle Türkiye’de siyasal İslam, kültürel hayata kesinlikle egemen olamaz.

- Türkiye’deki siyasal İslamcı varlıklı ailelerin çocukları S. Arabistan’a ya da İran’a değil, Avrupa ve ABD’ye gidiyorlar. Yaşam tarzı ve hayat felsefesi olarak bu ülkeleri tercih ediyorlar. Aile siyasal İslamcı olsa bile S. Arabistan ya da İran’ı tercih etmiyorlar.

- Laikliği reddettiğiniz zaman, dünyanın döndüğü 360 derecenin ancak 50-60 derecesini görmüş oluyorsunuz. Günlük yaşam tarzınızdan bir heykele bakışınıza kadar, 360 derecenin çok büyük bir kısmını reddetmiş oluyorsunuz.

- Bilim ile bağlarınız tamamen kopuyor: ekonomi biliminin faize bakışı dışında bir pencere açıyorsunuz: ekonomi bilimine karşıt fikirlere, uygulamalara dalıyorsunuz.

- Sanata bakışınıza “yasaklar” getiriyorsunuz: bu da dünyanın binlerce yıllık uygarlık sürecindeki gelişmelerle örtüşmüyor.

Bugün dünyada siyasal İslamcı devletlerin durumuna baktığımızda, “demokrasiden niye uzak durduklarını da” görüyoruz: bilim ve akılcılıkla çatışmalar, iç iktidar kavgalarındaki “öncelikler ve gerekçeler”, zaten nasıl geri kaldıklarını da açık açık gösteriyor.

Toplumsal (ve halkçı) örgütlenmeler yerine “dini ve dinci örgütlenmeler” bu ülkeleri, “demokrasi düşmanı topluluklar” haline getiriyor. Tarikatlar ve cemaatler güç kazanarak iktidara geliyorlar. O zaman da bu ülkelerin “kültürü”, tarikat ve cemaatlerin dayattıkları “kültür!” oluyor. Kadın-erkek eşitliğinden laikliğe, dayatılan din odaklı kültür, hiçbir zaman öngörülen kültür olamıyor.

İki katmanlı yaşam biçimleri yalanı, dolanı ve sahteciliği de beraber getiriyor. Ülkesinde içkiyi rahat içemeyen Arap, acısını Londra’da çıkarıyor. Londra’da yaşadığım yıllarda, bunun bire bir tanığı olmuş bir insanım.

Zaten siyasal İslam doğası gereği demokrasiden uzak durmak zorunda: demokrasilerde kural, halkın mutlak egemenliğidir. Oysa siyasal İslamda tarikat liderleri, cemaat liderleri, kerameti kendinden menkul bir güce ve otoriteye sahiptirler.

Bu açmaz, siyahla beyaz kadar nettir ve mutlaktır. Türkiye’de de siyasal İslamcıların kültürel egemenliği ele geçirememelerinin nedeni de budur.

Vefa Lisesi öğrenciliğimde kültür kolu başkanı olduğum yıllarda, 1958’de Erenköy Kız Lisesi ile Eminönü öğrenci lokalinde bir “münazara” yapmıştık. Konu, “Toplumun gelişmesinde teknoloji mi sanat mı daha etkilidir” idi. Karşı takımın başında Neşe vardı. Biz teknolojiyi savunuyorduk, kurada o çıkmıştı. Münazara sonunda sanat kazandı.

Eski Mısır’ın ya da İnkaların sanatını bugün bile büyük bir zevk ve heyecanla izliyoruz. Ve matbaanın din baskısı yüzünden bu topraklara büyük bir gecikme ile girişinin sıkıntılarını hâlâ çekiyoruz...

Faiz, din ve kur meselelerinde elmalarla armutları da karıştırdığımız için başımıza gelmedik kalmadı. Üstelik küçük bir azınlık dolar milyoneri olurken. İşte bu nedenle siyasal İslam para, siyasal güç her şeye hâkim olurken “kültüre” egemen olamıyor... Çünkü kültür siyasal otoritelerden bağımsız bir değişkendir, emir-komuta zinciri çalışmaz...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları