Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Sanatçıyı beklerken

04 Ocak 2021 Pazartesi

Cumhurbaşkanı, “Türkiye, bizim dönemimizde” diyor “kültür, sanat, müzik, edebiyatta da prangalarından kurtuldu.(Feyzi Açıkalın). Geçen hafta “yandaşlara” kültür sanat ödülleri dağıtırken, artık nasıl bir sanatçı beklediğini de açıkladı.

Bir yere kadar

Aslında, Cumhurbaşkanı’nın beklentisini anlıyorum, ama bir yere kadar. Sonra, zor sorularla karşılaşıyorum. Bu zorluk, Cumhurbaşkanı’nın deyişiyle “sanat teorilerinin çöktüğü, sanat ortamının değişime uğradığı bir çağda yaşıyor” olmamızdan mı kaynaklanıyor? Bu “çöken teorilere” ve “prangalarından kurtulan” Türkiye’de oluşan yeni seçeneklere bir iki örnek verebilseydi belki…

Cumhurbaşkanı’nın beklediği sanatçıya ilişkin, “Önce kendisi olacak, dünyanın iyiliği için üretecek, eseriyle zulme ve adaletsizliğe karşı mücadele edecek; müzikteki evrensel anlayışı değiştirecek, icat ettiği bir sanat formuyla adını sanat tarihine yazdıracak; üslubuyla herkesi peşinden sürükleyecek; gündemi izlemeyecek, gündemi verecektir; performansıyla rekorlar kitabına girecek, tarzıyla sanat modası oluşturacaktır; ait olduğu milleti hor görüp şikâyet etmek yerine kendi sanatını üretecektir, muhalefetini sanatıyla gösterecektir” sözleri de ilginç.

Zira beklentide, Cumhurbaşkanı’nın, “tarz”, “üslup”, “form”, “moda”, “performans” gibi kavramları, sanat teorilerine aşina olanlara garip gelecek biçimde kullanmasından öte bir durum var: Cumhurbaşkanı en azından üç açıdan, modernist, hatta “avant-garde” bir sanatçı “bekliyor”. (1) Bu sanatçı için, sanat ve siyaset iç içedir: Zulme ve adaletsizliğe karşı, muhalefetini sanatıyla gösterecek. (2) Bu sanatçı, “egemen sanat rejimini” aşacaktır: Evrensel bir anlayışı değiştirecek, geleceğin sanat kuramlarının payandalarını da temellendirecek. (3) Bu sanatçı muhalif bir “kamusal entelektüeldir”: Gündemi belirleyecek, insanları peşinden sürükleyecektir.

Bu, siyasette “angaje”, egemen “sanat rejiminin” sınırlarını zorlayan, yapıtlarıyla olanı değil, doğmakta olanı gösterebilen sanatçılar çoktan geldiler. Cumhuriyetin tarihine bakmak yeterlidir. Ve gelmeye de devam edecekler, ama siyasal İslamın içinden çıkarak değil.

‘Kendisi olmak’ mı dediniz?

Cumhurbaşkanı, hem bu sanatçının öncelikle “kendisi”, diğer bir değişle “otantik” olmasını istiyor, hem de “ait olduğu milleti hor görüp şikâyet etmeyerek” kendi sanatını üretmesini... Bu konuşmayı kim yazdıysa o, bu noktada Cumhurbaşkanı’nı tam anlamıyla bir “bilişsel uyumsuzluk” (cognitive dissonance) içine itmiş.

Biricisi, “otantik” olma “sorunu”, Siyasal İslama, sıkı kurallarla betimlenmiş bir kutsalın takipçilerine ait değildir. İkincisi, hemen akla Kierkegaard ve Heiddeger’ı, yukarıda saydığım üç özelliği birden taşıyan J.P. Sartre’ı getiriyor:

Otantik olma sorunu şöyle başlıyor: İnsan, kendisinden önce kurulmuş bir dilin, bu dil ile yorumlanmış bir “dünyanın” içine doğuyor. Ya bu dünyayı pasif biçimde kabullenerek içine karışıp gidecektir ki bu, yukarıdaki üç özellikle asla uyuşmaz. Ya da bu dünyayı kabullenmek zorunda olmadığına karar verecek bu dünyaya karşı duracaktır. Bu ikinci durumda sanatçı, dili istediği gibi kullanacak, bundan sonra yalnızca eleştirisinin süzgecinden geçireceği değerleri ve “şey”leri benimseyecektir. Geri kalanı hor görmek, eleştirmek, şikâyet etmek, aklına uygun gelmeyen geleneklere sırtını dönmek onun özgür bir birey, “otantik” bir “sanatçı” olarak yaşam pratiği, hatta ayrıcalığıdır.

Siyasal İslamın liderini, bu konuşmayı yazarak, “bilişsel uyumsuzluğa” itenlerin, sanat teorilerinin evriminden haberi olduğu şüphelidir. Sanatta “moda” olmaz, “otantik” olması beklenen sanatçı, “rekorlar kitabına” girmeye çalışan bir sporcu değildir; ünlü olmak, devletin himayesine sığınmak gibi arzusu da yoktur; kendi özgürlük arzusuyla, “otantik” olma çabasının etkisi altında üretir. Sanat “teorileri” çökmezler. Yeni yapıtlar bu teorilerin açıklayıcılığı dışına çıktıkça, teorilerin evrimi devam eder.

Kafka’dan ödünç alırsak: “Umut var, ama onun için değil.” Cumhurbaşkanı’nın “beklediği sanatçı” gelmeyecek. Gelen sanatçı, siyaset yapacak (iktidar ve devletten uzak duracak, ürünün metalaşmasıyla ilgilenmeyecek), gerekirse slogan atacak, polemik yapacak, tam anlamıyla özgürlük paradigması içinde üretecektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları