Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Morbid, semptomların en yıkıcısı

25 Ekim 2021 Pazartesi

Geriye dönüp bakınca, “Artık eskisi gibi değil” ve “Her şey ne kadar da hızlı değişiyor” duygusuna kapılmamak olanaksız. İleriye bakınca, egemen olan belirsizlik. Belli ki kapitalizmin özgün bir dönemindeyiz. 

İKİ ‘DEVİNİM’

Kapitalizmin tarihinde, biri kısa aralıklarla kendini tekrarlayan “iş devrelerinin” içinde patlak veren (1987, 1997, 2007 gibi) finansal-ekonomik krizleri, diğeri de uzun dönemli ekonomik, teknolojik, siyasi kültürel dönüşümleri içeren yapısal (1970’lerde geliştirilen bir kavramla “birikim rejimi”) gelişme/toparlanma ve kriz dönemleri var. Örneğin: 1830-1880’ler büyüme gelişme toparlanma; 1880’ler-1945 yapısal kriz; 1945-1974 uzun toparlanma; 1970 -? yapısal kriz.

1987, 1997, 2007 finansal krizleri bu son devinim içinde yaşandı. Ancak, 2007/8 finansal krizinin önemli bir özelliği var. Kapitalizmin yapısal krizini 1980’lerden bu yana yöneten neo-liberal küreselleşme modeli, IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi kurumları, 1997-2007 arasında giderek verimliliğini kaybediyor, krizi yönetme kapasitesi sorgulanıyordu. 2007/8 finansal krizi bu kapasitenin artık tükendiğini gösterdi. Ancak kimi sermaye kesimlerinin basıncı, akademide “patika bağımlılığı”, “algısal kilitler” gibi tıkanmaların (aklıma “Discours de l’Unversité”-Lacan, “Normal Science”-Kuhn, geliyor) etkisiyle, hayatta ve teoride, adeta bir zombi gibi kapitalist toplumu yiyerek var olmaya devam ediyor. Buna karşılık, gündemde henüz yeni bir kriz yönetim modeli yok. Kısacası bir “geçemeyiş dönemindeyiz”.  Bu, “morbid semptomların” (Gramsci) dönemidir.

EN TEHLİKELİSİ

Bu “morbid semptomların” içinde, uygarlık düzeyinde en yıkıcı (“extinction level event”) olanı “iklim krizidir”. İklim krizi, aşırı sıcaklar, kuraklık, aşırı yağışlar, sıklaşan, sertleşen fırtınalar, su baskınları, orman yangınları, su-gıda krizleri demek. Bu krizler kaynak savaşlarına, kitlesel göçlere, sonuç olarak büyük toplumsal istikrarsızlıklara yol açıyor, diğer patojenik, siyasi semptomları da besliyor. İklim krizinin arkasında CO2, metanı gaz emisyonlarıyla, ormanları tüketerek, atıklarıyla çevreyi kirleterek yaşayan “kâr makinesi” (sermaye) var. 

“Kâr makinesinin”, organlarını tam anlamıyla insana ve doğaya yapıştırmaya başladığı sanayi devrimi sırasında, atmosfere yıllık CO2 salımı 15.06 milyon ton düzeyindeymiş. Bu emisyon yaklaşık üç kat artarak 1880’de yıllık 42.13 milyon tona yükselmiş. 1950’ye geldiğimizde karşımızda 6.10 milyar ton gibi bir büyüklük var. Yıllık CO2 emisyonu 1980’de 19.37 milyar tona ulaştı. Küresel ısınma sorununun bilinçlere çıkmaya başlamasına, 1995 Berlin Çerçeve Toplantısı’na, 1997 Kyoto Protokolü’ne, 2015 Paris Anlaşması’na, hızlanan teknolojik gelişmelere karşın, yıllık CO2 emisyonu 2019’da 36.42 milyar tona tırmandı. Birikimli olarak bakınca da 1751’den bu yana üretilen CO2’nin yarısından fazlasının son 30 yılda, yapısal kriz döneminde gerçekleştiği görülüyor. Kısacası, kâr makinesinin, hidrokarbonlara “madde bağımlılığıyla”,  uluslararasılaşmasıyla, küreselleşmenin hızlanmasıyla CO2 artışı arasında doğrudan bir ilişki var.

Diğer taraftan, bildiğiniz gibi ormanlar, gezegenin CO2 gazını temizleyen ciğerleri, bir anlamda sağlık sigortasıdır. Ancak “kâr makinesi” bunları da tüketmeye devam ediyor. Bu tüketime hektar olarak yıllık orman kaybı bazında bakarsak, 1700-1850 döneminde 19 milyon olan kayıp, 1860-1920 döneminde yıllık 30 milyona, 1930-1980 döneminde 115 milyona, 1980-1990 döneminde de 151 milyona çıkmış. Ondan sonra uygarlığın özellikle gelişmiş ülkelerde aklını başına toplamaya, kaybın da azalmaya başladığı görülüyor. Ancak 2009-19 döneminde yıllık kayıp hâlâ 47 milyon hektar düzeyinde seyrediyor.

Bu ayın sonunda Glasgow’da COP26 iklim zirvesi var. Gelen haberlere göre, Brezilya, Arjantin, Avustralya, Japonya, Suudi Arabistan (et kömür petrol, orman) ve OPEC zirveden çıkması olası kararları sulandırmak için lobi faaliyetlerini artırmışlar. Bir Chatham House raporu, eğer CO2 üretimi bugünkü düzeyde artmaya devam ederse ortalama sıcaklık artışı 2050’ye kadar 7 C°’ye ulaşabilir, dünyanın çok büyük bir kısmı yaşanmaz olabilir diyor.

“Kâr makinesi” en azından denetlenmeden(?), bu süreci geri çevirmek olanaklı değil.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump! Nasıl yani? (2) 14 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları