Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Çılgınlığın Tanımı

09 Nisan 2014 Çarşamba

Einstein, bir seferinde, çılgınlığı, “bir hareketi tekrar tekrar, her seferinde öncekilerden farklı sonuç almayı umarak, ısrarla yapmaya devam etmek” olarak tanımlamıştı. Günümüzde uygarlığı yönetmeye çalışanların akıl durumu bu tanıma çok uyuyor.
Pazartesi yazımda, küresel iklim değişikliği olgusunun, açlığa, su baskınlarına, orman yangınlarına, salgın hastalıklara ve hatta savaşlara yol açan etkileriyle birlikte artık gelip kapıya dayandığını aktarmıştım. Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (HAİDP), 1990’dan bu yana uyarıyordu. Yöneticiler de çözümü esas olarak uluslararası işbirliğinden çok piyasa içinde, girişimcilerin inisiyatiflerinde “yeşil kapitalizmde” arıyorlardı. HAİDP raporu, krizin geldiğini, önlemeye çalışmaktan daha çok uyum sağlamanın önemini vurguluyor. HAİDP de çözümü, piyasada, girişimcilerin inisiyatiflerinde, diğer bir değişle, bugüne kadar bir çözüm üretmek yerine sorunları daha da ağırlaştıran etkenlerde aramaya ısrarla devam ediyor. Bu ısrar da sanırım Einstein’ın tanımına uyuyor.
Bir diğer olgu da küresel ekonomik kriz ya da daha kabul edilebilir bir tanımla “uzun süreli seküler durgunluk”. Seküler olmayan durgunluk olur mu sorusunu bir kenara koyup, IMF’nin de kabul ettiği anlaşılan bu kavrama kısaca bakınca, yeniden Einstein’ın tanımına doğru gitmeye başlıyoruz.
Eski ABD Hazine bakanlarından, Harvard’dan Prof. Lawrence Summers’e göre “seküler durgunlukta”, esas sorun talep yetersizliği. (Financial Times, 6/04/2014) Mali krizin başından bu yana izlenen parasal genişleme, düşük faiz, bono alım yoluyla mali sistemi destekleme politikaları ekonomik büyümeyi getirmedi ama finans kesimini zenginleştirmeye, gelir dağılımını bozmaya devam etti. Kısacası, 2009’dan bu yana aynı şeyi yapmaya devam ederek farklı sonuç (finans sektörü kaynakları emerken ekonomik büyüme) beklemeye devam edildi... İyi de talep, çalışanların geliri ve tüketim, işverenlerin de üretim etkinliğindeki, hammadde, enerji vb. tüketme kapasitelerinden beslenemediği için düşük kalmıyor mu?
Bu iki kapasitenin güçlenmesi için çalışanların gelirlerinin artması, işverenlerin, kârlılık (“artık değer” üretme) konusunda yeni olanaklara kavuşmaya başlaması (ki bu yeni iş olanakları da yaratarak çalışanlarının gelirinin artmasını hızlandıracaktır) gerekmiyor mu?
Ne ki yeni yüksek kârlılık olanaklarının (sanayi, piyasalar) nereden nasıl geleceğini (teknoloji kadar, üretimde emeğin örgütlenme süreçlerini de ilgilendiriyor), ekonominin geri kalanıyla nasıl uyumlu çalışacağını bilen yok. Diğer bir deyişle bir sermaye birikim rejimi tükenmiş, bir yenisinin nasıl şekilleneceği bilinmiyor. Bu rejimleri ekonomistler icat edemiyorlar; bunlar her zaman sınıf mücadelelerinden, pazarlıklarından geçerek kendiliklerinden, eskisinin temizlenmesine de bağlı olarak(!) şekilleniyorlar. Bu hep aynı şeyi yapmaya devam etmekle, ağırlaşan sorunların tetiklediği siyasi askeri krizler de çılgınlık kavramı içinde değerlendirilebilir sanırım.
Bir diğer küresel olgu, hızlı nüfus artışı karşısındaki tepkiler de Einstein’in tanımını anımsatıyor. Pazartesi yayımlanan BM raporu, dünya nüfusunun öngörülenden daha hızlı artmakta oluğunu ortaya koydu (YaleGlobal 03/04). Raporla birlikte ortaya konan görüntü şöyle: Yoksul ülkelerde nüfus artmaya devam ederken, zengin ülkelerde gerilemeye devam ediyor. Bu indirgemeci resim, sorunu ve çözümünü yoksul ülkelere yüklerken, zengin ülkelerde nüfus artışının gerilemekte olmasıyla, refah düzeyi, eğitim ve modernite (sekülerleşme) arasındaki ilişkiyi, bu ilişkiyle yoksul ülkelerin yoksul kalması arasındaki bağlantıyı görmezden gelerek tespit ediyor. Bu bağlantı 19. yüzyıldan bu yana sömürgecilik, emperyalizm, “küreselleşme” olarak kendini gösteriyor.
Bu bağlantının kırılması, ya gelişmekte olan ülkelerin refah düzeyinin gelişmişlerin düzeyine yükselmesi (dünyanın kaynaklarındaki hızlı aşınma bunun barış içinde yaşanmasına izin verecek gibi görünmüyor) ya da kapitalizmin önceliklerinden başka önceliklere çalışan, planlamacı, bölüşümcü bir ekonomik modele geçilmesini gerektiriyor. Halbuki karşımızda, ısrarla, sorunu çözmek yerine sürdüren, doğum kontrolü, eğitim, yardımlar, sadaka gibi uygulamalara vurgu yapan bir anlayış var.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları