Bir Şeyin Sonu, Ama Tarihin Değil

14 Kasım 2011 Pazartesi
\n\n\n

Tarihin sonuna gelmediğimizi biliyorduk, ama sanırım şimdi Yunanistanda, İtalyada yaşananları gördükten sonra, demokrasinin sonuna geldiğimizi düşünmeye başlayabiliriz. Halbuki, Avrupa Birliği biruygarlık projesi, demokrasinin beşiği, Kopenhag Kriterleri, ülkeleri sivil asker bürokrasilerin elinden kurtaran bir demokratikleştirme aracı değil miydi?

\n

Demokrasi yalnızca bir an mıydı?

\n

Françis Fukuyama, Doğu Blokuçöktüğünde, tarihin sonuna gelindiğini açıklamıştı. Burada önümüzde serbest piyasa, dolayısıyla liberal demokrasi, dolayısıyla refah, istikrar, toplumsal olarak güvenlikli bir çağ açılıyordu. Bunun bize faturası en fazla, olaysız ve can sıkı bir yaşam olacaktı.

\n

Ancak tarih savaşlarla, mali krizlerle, dinci akımların yükselişiyle, devrim, komünizm kavramlarını yeniden ortaya çıkaran toplumsal hareketlerle yoluna devam etti; tarihin sonusavının aslında, ABD hegemonyasını destekleyen fantezi olduğunu gösterdi.

\n

Bir başka muhafazakâr Amerikan yazarı Robert Kaplan ise 1997de küreselleşmenin ilk mali krizi yaşanırken ve ilk karşı tepkiler ortaya çıkmaya başlarken The Atlantic Monthlyde Demokrasi yalnızca bir an mıydı diye soruyordu. Kaplana göre Batının büyük siyasi başarısı olan demokrasi giderek bürokratik oligarşiye dönüşüyordu.

\n

Kaplan, o zaman, bu dönüşümün kökeninde esas olarak dört önemli eğilim görüyordu. Birincisi, ekonomik alandaki muazzam güç yoğunlaşmasıydı; dünyanın en büyük 100 ekonomisinden 50sini dev şirketler oluşturuyordu. En büyük 200 şirket dünyanın toplam istihdamının binde 25ini, ama ekonomik etkinliğin yüzde 28ini gerçekleştiriyordu. En büyük 500 şirketse dünya çıktısının yüzde 70ini üretiyordu. İkincisi, bu kutuplaşmaya bağlı olarak seçkinler topluma hesap vermekten giderek daha çok uzaklaşıyor, kendilerini daha az sorumlu hissediyorlardı. Buna karşılık kitleler de adeta tüketen, üreten koyunlaradönüşüyor, siyasete ilgilerini kaybediyorlardı. Üçüncüsü, egemen sınıfların ideolojisi de bizzat seçkinler içinde tutarlılığını kaybederken kitleler üzerindeki etkisi zayıflıyordu. Dördüncüsü, diktatörlüklerin egemen olduğu Tunus gibi ülkelerde genel seçimlerin, demokrasiye düşman akımları iktidara getirme olasılığı giderek artıyordu.

\n

Sonuç olarak Kaplana göre demokrasi olanaksızlaşırken yerini bürokratik oligarşik, otoriter rejimlere bırakmaya başlıyordu. Kaplan bunları yazarken tarihin gündeminde 11 Eylül, Irak savaşı, mali kriz büyük durgunluk, Tahrirden Wall Streete yeni bir devrimci dalga vardı. Diğer bir deyişle liberal demokrasiyi bürokratik oligarşiye doğru dönüştüren eğilimleri güçlendirecek, halk pasif koyunluktançıkmaya başladıkça da kapitalist toplumun demokrasiyle, halk rızasıyla yönetilmesini daha da zorlaştıracak gelişmeler gündeme gelmek üzereydi.

\n

Şimdi tüm bu gelişmelerin ürünlerini vermeye başladığı bir noktadayız. Bunun için halen Arap devrimci dalgasının, ABD ve Batının yardımıyla Müslüman Kardeşleri iktidara taşıması bir yana, gelin demokrasinin beşiği, bir uygarlık projesi ABnin iki üyesi Yunanistan ve İtalyada seçilmiş başbakanlardan alınıp görevin hesaplayan makinelere, AB kurumlarının ekonomik uzmanlarına, teknokratlara (Financial Times, 09/11) verilmesine kısaca bakalım.

\n

Oligarşinin zamanı - demokrasinin \tzamanı

\n

Yunanistanda Başbakanı Papandreu, Almanya-Fransa ekseninin (Merkozy) mali yardım karşılığında dayattığı ekonomik kemer sıkma paketini, referanduma sunmaya, diğer bir deyişle kendisini seçen halka sormaya kalkınca istifaya zorlandı. Papandreu ve Sosyalist Parti hükümetinin yerini Avrupa Merkez Bankasında başkan yardımcılığı yapmış Papademos ve bir ulusal birlik hükümeti alıyor. Budarbede Merkozy-IMF basıncının yanı sıra Yunanistanın egemen sınıfları da etkin rol oynadı. Financial Timesta Misha Glennynin aktardığı gibi asla vergi vermeyen, Balkanlar üzerinden yapılan yakıt kaçakçılığından yılda üç milyar Avro kaldıran, Yunanistanda yaptıkları paraları dışarıya, İngiltere gayrimenkul piyasasına kaçıran, yapılacak özelleştirmelerde kamu varlıklarını yok pahasına kapatmak için pusuda bekleyen oligarşinin, denetimindeki medya aracılığıyla yürüttüğü karalama kampanyası Papandreunun devrilmesinde belirleyici oldu. (Financial Times, 07/11) Papademos hükümetinin ilk görevi kemer sıkma paketinihalka sormadan meclisten geçirmek.

\n

Benzer bir sürecin, İtalyada seçilmiş hükümetin devrilerek bir teknokratlar hükümetiyle, Berlusconinin İtalyan ve AB oligarşisinin muteber bürokratı, Cizvit okullarının yetiştirmesi Mario Monti ile değiştirilmesi sırasında izleyebiliyoruz...

\n

Montinin adı öne çıkar, Berlusconinin gideceği belli olurken İtalyan büyük sermayesinin organı Confindustrianın gazetesi Acele Edin başlığıyla çıkıyor, yorumunda politikanın (demokrasinin) zamanının çok yavaş işlediğini, mali krizlerin zamanıyla çok uyumlu olmadığını anlatıyordu. Montiyi destekleyen medyanın önde gelen gazetelerinden Corsairde, De Bortolinin genel müdürü, tarafsız olmak, halk tarafından sevilmemeye yol açtığından, sevimsiz seçenekler, halk tarafından seçilen görevlerle uyuşmadığından, partiler dışı bir teknokratın gerekli olduğunu anlatıyordu. (Il Manifesto, 11/11)

\n

Confindustrianın gazetesinin aksine, Yunanistanda yayımlanan Eleftherotypia gazetesinin yazarlarından Aristeas Bougatsaya göre, yaşananlar politikanın zamanıyla son derecede uyumluydu, uluslararası sermayenin ve seçkinlerin politikasının zamanıyla...

\n

Papandreounun yerine geçen Papademosun ve Berlusconinin yerine geçecek olan Montinin ortak özellikleri, yaşamları boyunca sermayenin kurumlarında görev almış olmanın yanı sıra yıllarca, Trilateral Komisyon üyeliği yapmış olmalarıydı. İki dönem Avrupa Komisyonu Başkanlığı yapan Monti halen, Trilateral Komisyonda Avrupayı temsil eden iskemlede oturuyormuş. Bildiğiniz gibi diyor, Bougatsa, Trilateral Komisyon ABD, Avrupa ve Asya sermayesinin, küreselleşmeyi ve uluslararası kapitalizmin çıkarlarını savunacak liderler yetiştiren bir kurumudur; bir komplo örgütü değil, uluslararası sermayenin yönetim aygıtlarından biridir. Papademos hükümetinde Papademos gibi Bilderberg üyesi de olan başka isimlerin olduğunu da aktarıyor Bougatsa (11/11).

\n

Cumartesi günü La Stampanın bir yorumcusu, “sağda ve solda demokrasi elden gidiyor zilleri çalındığını, “yorumcuların, krize çözüm bulma konusunda demokratik bir mutabakat oluşturulamadığından yakındıklarını aktardıktan sonra, aslında bu kaygıların yersiz olduğunu iddia ediyordu; Her hükümet meclisten onay almak durumundaydı... Monti de zaten kendini tüm uluslararası topluluk önünde kanıtlamış biriydi.” “Buna karşılık politikacılar, üstelik salt İtalyada da değil, genelde, ekonominin ve uluslararası mali sermayenin araçlarını yönetmekte yeteneksiz olduklarını göstermişlerdi.

\n

Tüm bunlar, sermaye partileri sermayenin programına demokratik koşullarda halkın rızasını alamadığı için oluyor ve İşçi sınıfının sermayenin iktidarına başkaldırması, devletin biçiminde bir krize yol aşıyor (Aktaran: Galip Yalman, Transition to Neoliberalizm: The Case of Turkey in the 1980s, İstanbul 2009, sf. 299) Yeni rejim demokratik görüntüsünü koruyor, ama devletin biçiminde ciddi değişiklikler yaşanıyor.

\n

Tüm bunlar, yakın zamana kadar, medyada Alman Marshall Fonu gibi kurumlar için yazdıkları denemelerde Türkiyede demokratikleşme için AB çapasının ne kadar gerekli olduğunu anlatan yerli malı tiplere ders olur mu desem, bana yazık...

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları