Eski moda...

27 Mayıs 2023 Cumartesi

Amerika son bir kaç gündür George Floyd’un üçüncü ölüm yıldönümü nedeniyle düzenlenen büyük protesto gösterileriyle sarsılıyor. Hatta New York’ta önceki gün çıkan olaylarda pek çok kişi gözaltına alındı. Bundan iki ay önce Virginia eyaletinde yine bir siyahi olan Irvo Otieno da Floyd’la benzer kaderi paylaştı. Hırsızlık suçlamasıyla gözaltına alınan Kenya asıllı Otieno’nun da boğazına basılarak tam on bir dakika boyunca nefessiz bırakıldı. Son yıllarda artan ırkçılığın büyük ölümlere, telafisi mümkün olmayan acılara, dahası kontrol edilemeyecek isyana neden olacağını öngörmek için falcı olmaya gerek yok. 

*

Albert Camus’nün “Amerika Günlükleri”nde bir hikâye anlatılır: Meksika’daki bir Amerikalı kaza geçirdikten sonra kesik bacağını kristal bir kutu içinde yanında götürmek ister. Bacağın salgın hastalığa yol açacağı düşünüldüğü için kısıtlama konulan nesneler kategorisine girip girmeyeceği tartışması tamı tamına üç gün sürer. Amerikalı bacağından ayrılmaktansa Meksika’da kalacağını açıklayınca, ABD “onurlu” bir yurttaşını kaybetmemek için harekete geçer. Peki o yurttaş siyahi olsaydı ne değişirdi? 19. yüzyıl Avrupa’sının burjuva düşünü gerçekleştirmek için her türlü reklama sığınıp “fırsatlar diyarı Amerika” olgusunun altını çizerek “örnek ülke” imajına devam mı ederdi? 

*

Kendimi yirmili yaşların başında Arkansas’ta bulana kadar, Elizabeth Duncel’in, “Her Kadın Bir Rus Şaire Âşık Olur” romanındaki, “Amerika kötü bir şaka bebeğim!” sözünü ciddiye almıyordum. Oysa parlak kâğıtlarla süslenmiş hediye paketlerinin içinden çıkan tatsız şaka-oyuncaklardan bir farkı yoktu yaşadığım günlerin. Dünyanın pek çok ülkesine ihraç edilen “Cosby ailesi”ndeki mutlu ve zengin Amerikalı ailenin yapısal eşitsizlikleri, tarihi acıları ve sistemleşmiş ırkçılığı hiçe sayıp siyahların toplumda ilerleyememesinin suçunu sadece eğitim eksikliğine yüklemesi de bu şahane “sunum”un birer sonucuydu. Halbuki siyah bir çocuğun neden üniversiteye gidecek konuma gelemediği, getirilmediği gerçeği Cosby dünyasında kendine yer bulamıyordu. Belki de Amerikalı şair Allen Ginsberg haklıydı: “Amerika sana her şeyimi verdim/ şimdi bir hiçim!” Irkçılığın emperyalizm soslu hali bir yüzyıl kadar önce Afrika ülkelerinde karşımıza çıkmış, ağır işkencelere maruz kalan siyahların dramı yakın tarihe kadar sürmüştü. Kongo’da yeterli kauçuğu toplamadığı bahane edilerek öldürülenlerin sayısının on iki milyonu aştığı, sakat bırakılan insanların sayısının ise ülkenin yarısından fazla olduğu gerçeği sömürgeci anlayışın bir sonucu olarak yorumlanıp “geçmiş günler” sanrısıyla yaşanabilir pekâlâ... Ama bu hiçbir şey kazandırmaz bize. Çünkü ırkçılık gibi insanlığı tehdit eden virüs sömürgeciler tarafından icat edilmiştir. Kendi ırkından olmayan halkları sömürgeleştirmenin kolaylaştırıcı bir aracıdır ırkçılık! Modern dünyada ise modern kölelere dönüştürülür her biri. Sistem tarafından savunulan kaçak ve ucuz işçilerdir onlar. 

*

Geçtiğimiz yıllarda Fransa’da Mathieu Delaporte ve Alexandre de la Patelliere’nin yazmış olduğu tiyatro oyunu “İsim”, yeniden yükselen ırkçılığın Avrupa’daki halini göz önüne serdi. Oyunda, genç bir adam, ailesine yeni doğan çocuğuna “Adolf” adını koyacağını açıklar. Bir anda bütün oyun kişileri birbiriyle ağır bir kavgaya girer ve ikiyüzlülükleri tel tel dökülür. Buna benzer Avrupa’da özellikle pek çok edebiyatçı ve sanatçıların yeni dönemde yazdıklarıyla ırkçılığa karşı adeta haykırdığını gözlemliyoruz. Ama dünyada yükselen yeni dalgayı değiştirmeye şimdilik kimsenin nefesi yetmiyor. Peki böyle bir yeni dünya düzeninde biz ne yapacağız? Bu akıma mı kapılacağız? 

*

Baudrillard, “Amerika” kitabında ülkede herkesin sırıtır gibi büyük bir gerilimle, “Günaydın” yahut “Merhaba” derken adeta bir reklam kampanyasının içinde yer aldığını söyler. Zaten, “Amerikalıların kimlikleri yoktur ama hayran olunacak kadar güzel dişleri vardır!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyaset ve yalan 2 Kasım 2024
Eleştirel düşünme 19 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları