Bizim çocuk inadımız

22 Nisan 2023 Cumartesi

Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” şöyle başlar: “Merdivenlerdeki adam / -Galip Usta- / tuhaf şeyler düşünmekle / meşhurdur: / ‘Kâat helvası yesem her gün’ diye düşündü / 5 yaşında. / ‘Mektebe gitsem’ diye düşündü / 10 yaşında. / ‘Babamın bıçakçı dükkânından / Akşam ezanından önce çıksam’ diye düşündü / 11 yaşında. / ‘Sarı iskarpinlerim olsa / kızlar bana baksalar’ diye düşündü / 15 yaşında. ‘Babam neden kapattı dükkânını / Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına’ diye düşündü / 16 yaşında...” Fukaralığın içinden geçerken koca dünyaya uyum sağlamaya çalışan Galip Usta heybetiyle bizi sarar. Çocukluğu talan edilmiş bir ömür sunulmuştur ona. Ya yarım kalmış hayatlar? Dün açıklanan SES’in (Sağlık Emekçileri Sendikası) Kahramanmaraş dosyasında ölüm raporu verilmemiş binlerce insandan söz ediliyor. Zaten resmi rakamlara göre ölenlerin kaçının çocuk olduğunu bilmiyoruz. Gözüm Kahramanmaraş mezarlığında bir fotoğrafa takılıyor. Bir ayıcık duruyor mezar başında. Birinde pembeli bir çocuk battaniyesi, diğerinde mini minnacık bir eldiven. Toprak altındaki dünyadan alacaklı çocukların son yolculuğunda yanlarına konulan birer kanıt her biri. 

*

Sabaha karşı... gün ağarmak üzere. Hafta sonları fabrikada çalışan Sami’nin incecik bilekleri taşıyamıyor hiçbir şeyi. Ne kadar da zayıf. Yeterli beslenememekten. “Saat iki buçuğa doğru çocuk Sami’nin duracak hali kalmamıştı. Uykusu dağılsın diye, başını makinenin demirine vurdu, göz kapaklarını cimcikledi, elini ısırdı, tırnağına baktı. Vücudu lapaya dönmüştü. Atölyenin benzin, gazyağı kokan ağır havası başını ağrıtıyordu, bu ara makinenin yan demirine yaslandı, hafif hafif kestirmeye başlamıştı. Birden öyle sendeledi ki, az kalsın yanı başında yağlı bir vınıltıya dönen volanın arasına yuvarlanıyordu, tutundu.” Böyle anlatır Osman Kemal Baba “Uyku” öyküsünde bir fabrikadaki çocuk işçinin hikâyesini. Sami, muhtemelen haftanın beş günü sırtında ona yüklenen yoksulluğun acısını okuluna taşıyacaktır. 6 Şubat’ta meydana gelen depremde binlerce çocuğun hayatı bir anda değişti. Onlar ranta peşkeş çekilen bir sistemde enkazın altından çıkmaya çalıştılar. UNICEF verilerine göre depremden etkilenen on ilde toplam 4.6 milyon çocuk yaşıyor. Depremden önce Adana’da 472.316, Adıyaman’da 153.647, Diyarbakır’da 437.297, Elazığ’da 106.375, Gaziantep’te 588.201, Hatay’da 420.067, Kahramanmaraş’ta 270.781, Kilis’te 50.231, Malatya’da 158.858, Osmaniye’de 127.231 ve Şanlıurfa’da 638.430 öğrenci eğitim görmekteydi. Şimdi ise eğitim eşitsizliğinin ortasında, ölüm kokusu sinmiş kentlerin içinde var olmaya çalışıyorlar. 

William Blake, İngiltere’de sanayileşmenin göbeğinde baca temizleyicisi çocukların dramını anlatır bir şiirinde. Taşradan gelen sahipsiz yoksul çocuklar adeta bir köle gibi satılır, içi kurum dolu bacalara sarkıtılarak temizlik yaptırılır, çoğu zehirlenip ölür. Kalanların da gözleri isten ve tozdan kör olur. Bacalara giremeyecek kadar büyüyünce hasta ve kötürüm, sokağa atılıp terk edilirler. Kapitalizmin insanı hunharca yok ettiği dönemler olarak uzak bir çağa el sallayabilir, “Küçük siyah bir şey karlar arasından/ ‘Temizlikçi’ diye haykırdı kederli bir sesle/ Söyle bana nerde senin annenle baban? / Dua etmeye gittiler kiliseye” dizelerine uzak durmaya çalışabilirsiniz. Nafile! Belki şu anda baca temizletilmiyor çocukara. Ama dün Halk TV ekranından muhabir Ferit Demir, çadırlara dağıtılan yemeklerin çorba ve makarnadan ibaret olduğundan, protein odaklı beslenmenin yetersizliğinden söz açıyor. Büyüme çağındaki binlerce çocuk beslenemiyor. 

Ceyhun Atuf Kansu, şiire yeni sarıldığı dönemlerde, Turhal’a tayin olur. Ancak kızamık salgını baş gösterir. Yirmi sekiz çocuğun kızamıktan ölümüne şahit olur çaresiz bir doktor olarak. Sonradan şiir evrenimizin en kıymetlilerinden “Kızamık Ağıdı”nda şöyle seslenir bize: “Habersiz hepsi kızamıktan ve ölümden / Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz / Ve düşmüş bir gül oluyorlar birden / Bebekler ölüyor, ölümden habersiz...” Önceki gün Kahramanmaraş’ta yaşanan hortum felaketinde çadırlar devrildi, arabalar ters döndü, onlarca kişi yaralandı. Ama küçücük bedenleri doğaya dayanamamış iki çocuğumuz öldü. Çok uzun zamandır sağlık çalışanları deprem bölgesinde hijyen sorununa değiniyor. Eğer temiz su sağlanamazsa salgın hastalıkların kapıda olduğu yazılıp çiziliyor. Ne yazık ki hastalıklar ilkin Ceyhun Atuf Kansu’nun da yazdığı gibi çocuk bedenlerini yakalıyor. 

Bu yazıya, bugün deprem bölgesindeki çocuklar üzerinden açık alanlarda toplu yaşama imkânsızlığından çocuk istismarına, ailesini, evini, yakınını kaybeden çocukların travmasından uzuvlarını kaybeden çocukların yalnızlığına, tarikatların çocuk avına kadar pek çok başlığı da ekleyelim. Ama şunu da bilelim: Yarın 23 Nisan. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun en büyük adımının atıldığı, Meclis’in açıldığı, halkın egemenliğinin mutlak kılındığı gün... Çocuklarımıza hediye olarak sunulan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” 

- Çocuklarımızı koruyamadığımız bir Cumhuriyet, gerici zihniyetin elinde yarım kalmaya mahkûmdur. Ama biz çocuk sevinciyle bu canım ülkeyi büyüteceğiz. Kimsenin şüphesi olmasın!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şiddet ve biz 16 Kasım 2024
Siyaset ve yalan 2 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları