Enver Aysever

“ABD’den özgürlük beklemek, yapıtına ihanet eden sanatçı, İzmir’den yükselen umut Tunç Soyer”

17 Şubat 2019 Pazar

1-İş Sanat’ta etkileyici bir konser izledik. Magdalena Kozena mezzo soprano, müthiş ses. Daha önce de dinlemiştim. Bu kez “Orkestra the Age of Enlightenment” ile sahneydi. “Aydınlanma Çağı Orkestrası” ilginç uygulamasıyla şaşırttı doğrusu. Mozart’ın 40’ıncı senfonisini iki bölüme dağıtmışlar. Bu güne dek böylesi repertuvar tercihine rastlamamıştım. Senfoniyi anlam bütünlüğü içinde aktarmak değil mi orkestraların görevi? Parçalanmış eserden nasıl düşünsel, işitsel haz duymak mümkün olur? Mozart’ı öfkelendirirdi bu durum sanırım. Hareketli şefleri ilgi ve kuşkuyla izlerim doğrusu. Şef Giovanni Antonini’yi merakla, biraz da gösterisine mesafe koyarak izledim. Bir yandan bu satırları yazarken halime gülüyorum. Memleketin nasıl bataklığın içinde kıvrandığını bilmez değilim...
RTE İş Bankası’na bu yüzden saldırıyor. CHP bahane. İş Bankası “Aydınlanma” çizgisinden ödün vermiyor. İş Kültür Yayınları; Hasan Âli Yücel serisini yayımlıyor, Cumhuriyetin düşünsel birikimini okura aktarıyor. İş Sanat dünyanın önemli sanatçılarını İstanbul halkıyla buluşturuyor. AKP iktidarı bunu tehdit olarak görüyor. İstiyorlar ki herkes zevksiz, görgüsüz, sevgisiz, cahil olsun. Abdurrahman Dilipak köşesinde ilk söven, hedef gösterendi bankayı. İş Bankası bir halkla ilişkiler firmasıyla anlaşma yapmış, Dilipak’ı ikna etmek için ziyarete gitmişlerdi. Tuhaf bulmuş, öfkelenmiştim hatta. Koskoca banka, gericiliğin bayrağı olan yazardan(!) merhamet dileniyor. Kurumlar gücünün farkında değil. Gerçi böyle diyorum da, CHP varlığından vazgeçip AKP’ye benzedikten sonra banka ne halt etsin!
İş Sanat’ı önemsiyorum. Gerçi giderek yaşlanan konser izleyicisi kaygılandırıyor beni. Cep telefonuna mahkûm, bayağılık içinde debelenen gençlik gürültü dinliyor çoğunlukla. Çağımız emek isteyen ne varsa düşman. Her şey hızla olup bitsin isteniyor. Düşünmeye, demlenmeye kimselerin tahammülü yok. Hazin...

2-Konser öncesi kimi dostlarla karşılaşmak mutlu eder insanı. Aklıma AKM önü toplanmalarımız, buluşmalarımız geldi. Cumartesi sabah 11.00 konserleri, konser olmaktan öte anlam taşırdı. RTE bunu biliyordu, binayı yok etmek istemesi bundan. Şehrin göbeğinde, aydınlanmacı, Cumhuriyetçi insanlar her hafta, üstelik aynı saatte buluşsun, olacak iş mi? Yeni bina için temel atarken, yine bolca sövdü. Mikrofonlar açık kalınca işittik TOKİ Başkanı ile konuşmasını. Başkan “paramız yok” diyor. RTE “sus, şimdi sırası değil” türünden laflar ediyor. Memleketin acıklı haline bakıp üzülmemek elde değil.
Profesör Dilek Doltaş ile sevinçle kucaklaştık. Hoca tertemiz zihni, nesnel ölçüleriyle dünyayı sıkı takibe devam ediyor. Ayaküstü konuştuk memleketin, dünyanın halinden. Söz Venezüella meselesine geldi. Konuyu Rıza Türmen’in yazısına getirdi. (Liberal T24’te yayımlanmış.) Öyle bir makale yayımlamış ki Türmen, ABD ve AB ne diyorsa Tanrı kelamı olarak kabul etmiş. Kaynak yok metinde. Saygın, güvenilir birinin bu türden, meseleleri tam olarak kavramadan kalem oynatması riskli, tehlikeli!
Suriye için tüm basın kuruluşlarıyla saldırıya geçen ABD, geleneksel ortağı AB kamuoyu oluşturuyor. Seçimlerin adil yapılmadığı, Venezüella’da halkın her gün daha yoksullaştığı yönünde taraflı haberler yayımlanıyor. Bölgeye gitmeden, olayların içine girmeden, tanıkları dinlemeden böyle yazılar yayımlamak yanlıştır. Eğer ABD/AB hattı doğru bilgiler verseydi dünyaya: Irak’a demokrasi gelmiş olurdu değil mi? Suriye’de Esad halk desteği olmadığı için çoktan devrilmişti!

3-Nasıl da körleşiyor sanatçılar böyle anlamıyorum. Sevgi arsızı mı oluyorlar, korkuya mı esir düşüyorlar! Şimdi de Timur Selçuk! Sabah denen yandaş basın bülteni bir bir avlıyor sevilen, sayılan sanatçıları. Sabah’a söyleşi vermek RTE gözünde meşruiyet sağlamanın en kolay yolu. Kimilerini anlıyorum. Mazhar Alanson mesela, her dönem kafası karışık, tarikatçı biriydi. Ama Timur Selçuk neden intihar eder böyle? Sabah’ta çıkan her söyleşi hazin, ya Cumhuriyetten umudunu yitirdi bu insanlar, ya da benim göremediğim akıl tutulması söz konusu! Önüne gelen solculara saldırıyor. Siyasal İslamcı mecralardan sol tahlili, eleştirisi yapmak nedir?
Timur Selçuk: “Sol insanları oy deposu olarak görüyor” türü saçma sapan laflar etmiş. RTE’yi ne olarak görüyor? Patlıcan, soğan kuyruğuna girmiş insanları bilmez mi Timur Bey? Ucu bucağı olmayan iş için girilen kuyrukları? Sanatçı iktidarı eleştirir önce, yoksa diğeri pek kolay. Hazin geliyor bu tablo... Sanatçı, kendine, halkına, yapıtına ihanet etmeden yaşamını sonlandırabilmeli. Yazdımdı, yine aklımda, asıl kıyamet Fazıl Say saraya çıkınca kopacak. Keşke yapmasa, saraylı olmasa...

4-Eduardo Galeano’nun “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nı okudum yeniden. Bugün gelişen olayların tarihini bilmeksizin olan biteni kavramak mümkün değil. İspanya/Portekiz, Amerika kıtasına türlü seferler düzenliyor, yerli halkı köleleştirmek, kaynaklarını kendi yararına kullanmak için. Avrupa’nın güçlü devletleri onlara bırakmıyor ya ganimeti, o ayrı. Altını çizdiklerim:
İspanyolların gözünde Amerika şeytanın uçsuz bucaksız imparatorluğuydu; dinsel kurtuluşa ermesi olanaksız, ya da en azından, şüpheliydi. Ayrıca, fetihçi birliklerin yerlilerin sapkınlığına duydukları bağnazca öfkeyle, Yeni Dünya hazinelerine duydukları tutku ve istek, birbirine karışmaktaydı. Meksika’nın fethi sırasında Hernan Cortes’in yardımcılığını yapmış olan Bernal Dias del Castillo şu sözlerle açıkça ifade ediyor bunu: “Tanrı’ya ve hükümdarımıza hizmet için geldik biz buraya. Fakat aynı zamanda, buradaki zenginlikler için de geldik.”
“Ortaçağda bir çuval karabiber, insan hayatından daha değerliydi. Buna karşılık altın ve gümüş, gökyüzünde cennetin yeryüzünde de kapitalist merkantilizmin kapılarını açmak için Rönesans tarafından kullanılan belli başlı anahtarlar olacaktı. İspanyollarla Portekizlilerin Amerika destanı, Hıristiyan dininin yayılması ile doğal zenginliklerin zorla ele geçirilip yağmalanmasını iç içe geçmiş tek bir şey haline getirmiştir. Avrupa gücü, bütün dünyayı egemenliği altına almak niyetiyle ortaya çıkmıştı. Ormanlar ve türlü tuzaklarla dolu el değmedik toprakların görüntüsü, denizcilerle soylu kumandanların olduğu kadar ganimet ardından koşan sersefil askerlerin de tutkusunu kamçılamaktaydı.”

Tanrı olgusu ve kapitalizmin vahşeti görülmeden, ki Tanrı da ticarete dahildir, söz söylemek ayıptır!

5-Tunç Soyer konuk oldu programa. Sanırım beş yıl önce tanıştık, yönettiği Seferihisar gibi sakin adam izlenimi edinmiştim. Söyleşide buna vurgu yaptı: “Başkanlar yönettikleri şehre benzer!” Tam tersi de söz konusu olabilir gerçi. Başkanlar yaşadıkları şehri kendilerine benzetirler! Mesela İstanbullu olarak buram buram RTE kokan şehirde yaşamaktan üzgün ve mutsuzum... Soyer’in düşünsel birikimi, yaşamı okuma biçimi, sanata, edebiyata saygısı ve ilgisi İzmir için talih...
RTE neden Soyer’i hedef aldı? Anladı ki, gelecek dönem ülke siyasetinde rol alacak biri Tunç Soyer. Şimdiden önünü kesmek istedi. Doğrusu RTE hedef aldıkça Soyer daha güçlendi, İzmir’i büyük farkla kazanacağı da kesin gibi. Sezgim ve elbette öngörüm daha sık söz edilecek Soyer’den. Ardında önemli toplumsal mutabakat olması, dünyaya açık algısı, sakin ve sabırlı hali dikkat çekici! İzmir’i Mustafa Kemal tacirlerinden, popülizmden kurtarırsa çok büyük iş yapmış olur. Toplumsal dönüşme, aydınlanma hareketi için kaynak gerek ve İzmir buna uygun.

6-Gazetecilerin “sayın cumhurbaşkanım”, “sayın bakanım”, “sayın başkanım” demesi yanlıştır, mesleğin yapısına uygun değildir. Kamu adına soru soran kimse, hiçbir güç karşısında boyun eğemez. Bu elbette dille başlar. Hele bir askere “paşam” demek utandırıcıdır. Bizim gibi ülkelerde gazeteciler kendi elleriyle çok önemli güçlerini sundular iktidarlara.
Geçen gün konuştuk, merkez medyada her tür dalkavukluğu yapan gazeteciler(!), işleri bitip, iktidarlarını yitirince muhalif giysisine büründüler. Halkımız bunlara kanıyor bir de!
Boris Vian “Mezarlarınıza tüküreceğim” demişti, aklıma geldi.

7-Hep Kitap’tan Colia Blue Johnson’un “Sıradışı Yazarlar” adlı kitabı geldi. Bir heves okumaya koyuldum. Yazmak/Okumak üstüne yazmayı seviyorum. Benimle aynı izlekten ilerleyen kimselere rastlayınca ilgi odağım oluyor. Dumas “Kural olarak, bir kitaba bitene kadar başlamam” diyor mesela. Ne demek bu? Kurgu ilkin kafasında dönüp duruyor, ardından, emin olunca masaya oturuyor. Bana kalırsa romancı yapıta nasıl başlayacağını ve nasıl bitireceğini bilirse işi çözmüş olur. Arada öykü bildiğince aksın, dert değil.
Kimi yazar gececidir, bazısı sabahçı. Bir kısmı ne koşulda olursa olsun yazmayı becerir. Kim kaçta güne, yazmaya başlıyor listesi. Ben de sabah yazarlarındanım...
“04.00: Sylvia Plath
05.00: Jack London, Toni Morrison, Katherine Anne Porter
05.30: Anthony Trollope, Kurt Vonnegut

06.00: W.H. Auden, Graham Greene, Ernest Hemingway, Victor Hugo, Wladimir Nabokov, Edith Wharton
07.00: Johann Wolfgang Von Goethe
08.00: Flannery O’Connor, Wallace Stegner
09.00: Ray Bradbury, C.S.Lewis, Thomas Mann, Gabriel Garcia Marguez, Lev Tolstoy, Gore Vidal, Virginia Woolf
09.30: Carson McCullers
10.00: W. Somerset Maugham



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İflas 25 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları