Deniz Yıldırım

Yeni Zelanda’dan Güney Kore’ye

09 Ekim 2021 Cumartesi

Aydınların ve emekçi katmanların ütopyasızlaştığı koşullar sürerken, egemen sınıfların da felaketler dünyasından kendilerini kurtarabilmek ve güvenle yaşamak için yeni korunaklar aradıklarını görüyoruz. Yani zenginlerin ütopyaları var. Ütopyaların sınıfsallığı daha da belirginleşiyor böylece. Bunun örneklerini geçen yazıda Yeni Zelanda üzerinden ele almıştım. 

Sanırım tam da bu nedenle, gemisini kurtarabilecek küçük azınlığın dışında kalanlar için de distopyaların, karamsar ütopyaların yayılışı tesadüf değil. Herkesin herkesle mücadele içinde olduğu, toplumsalın parçalandığı, insanın fiziksel varlığına ve sağlığına dönük tehditler artarken hayatta kalma mücadelesinin giderek öne çıktığı; felaketler büyürken dayanışmanın azaldığı, dolayısıyla çaresizlik hissinin yayıldığı koşulları merkeze alan, her koyunun kendi bacağından asıldığı, varkalışçılık olarak adlandırabileceğimiz bir akım giderek daha fazla alan açıyor kendisine. Edebiyatta da sinemada da örnekleri böylece çoğalıyor.

İlginçtir, daha önce bu seride “Çocuk Edebiyatı” başlıklı yazıda da ifade etmiştim, çocuk edebiyatında da ideal bir dünya tasarımı ya da arzulanan bir yaşam hayali var. İnsanoğlu büyüdükçe, yetişkinliğe eriştikçe, geleceğe dair daha iyi bir dünya hayallerini geçmişe, çocukluk durumuna sıkıştırıyor. Bu da ütopyasızlaşma sürecinin bir aşaması belki. Gerçeklikten kaçış, daha iyi bir dünya tasarımını çocukların düş gücüne seslenerek, çocuk edebiyatı aracılığıyla canlandırmaya varabiliyor. Bu açıdan çocuk edebiyatı, yetişkinlerin geçmişe özlemi ve seslenişiyken (bir bakıma retrotopya), çocukların ise geleceğine dönük ütopik hevesler, iyimserlikler barındırıyor.

Şimdi distopyacı eğilim, ütopyasızlaşma süreciyle birlikte dünyayı giderek esir alırken, kapitalizm ve insanlığın yarattığı sorunlar “kıyamet sonrası” edebiyata, sinemaya dünya genelinde can verirken, çocuklukla ilgili bu denklem de tersine çevriliyor sanırım. Çocukluğa özgü masallar, öyküler, hayaller var. Çocukluğa özgülediğimiz, çocuk edebiyatı ya da sinemasında çocuklukla ilişkilendirdiğimiz oyunlar var örneğin. Distopyacı eğilim ise çocukluğun ütopik/dayanışmacı hayal evrenini kesip atıyor, çocuk oyunlarını ise günümüze damga vuran sert rekabetçi, herkesin herkesle mücadele içinde olduğu bir “doğa durumu”nu sergilemek adına yetişkinlerin dünyasına çekip alıyor son zamanlarda.

SQUİD GAME VE DİSTOPYA

Bu eğilim aslında Açlık Oyunları adını taşıyan kitap/film serisiyle de ivme kazanmıştı. Distopik bir dünyada, zorbaların yönettiği bir varkalışsal sahnede, hayatta kalmanın benzer durumda olanlar arasındaki ölümcül rekabete dayandırılmaya çalışıldığı ve bunun da yine oyun biçimine sokularak gösterileştirildiği ve kitle rızasının üretildiği bir gladyatörler dünyasıydı bu.

Bugünlerde ise gerçekten çocuk oyunlarını, günümüzün acımasız, eşitsiz kapitalist borçluluk, sömürü ve rekabet koşullarını, karanlığını sergilemek için yetişkinler evrenine, distopya eksenine çağıran bir dizi dünyayı sarsıyor ve Netflix’in en fazla izlenen dizisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Güney Kore yapımı Squid Game (Kalamar Oyunu), herkesin herkesle mücadele içinde olduğu; sistemin ıskartaya çıkardığı, sistem içinde kurtuluş olanakları tıkanmış, fakat daha iyi bir dünya için ütopyası da kalmamış, yani alternatifsiz “tutunamayanlar”ın çocuk oyunları aracılığıyla birbirine kırdırıldığı düzeni anlatıyor bize. Ve ütopik özlemlerin insanın çocukluk bilincine ötelendiği koşullardan distopik koşulların çocuk oyunları aracılığıyla anlatıldığı bir döneme geçişi simgeliyor belki de bu dizi. (Kaldı ki çocukların ve gençlerin kimi bilgisayar oyunları aracılığıyla çok daha erken deneyimlediği bir dünya değil miydi zaten bu distopyalar?)

Diğer yandan son yıllarda bu tür sosyal yaralara parmak basan film ve dizilerin daha fazla dikkat çekmesi ve izleyici bulması tesadüf değil (Platform, Parazit vb.). Bu durumda “izleyenler”, bu distopik dünya aracılığıyla rahatlıyor mu? Bu tür filmler ve diziler de akıştan kaçış için salt bir rahatlama anına mı denk geliyor? Yoksa bu tür film ve dizilerde uçlara varan “kötüye gidiş” olasılıklarının bu denli ilgi görmesi, sistem içinde değişim umutlarının kalmadığı bir dünyada “ütopya kapısı”nın yeniden açılması için saklı bir çağrı niteliği de mi taşıyor? Buradan devam edelim haftaya.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları