Deniz Yıldırım

Tenekeyi kim çalacak?

27 Mart 2021 Cumartesi

Geçen hafta Emin Bey’in akışa teslim olma kararını okumuştuk. Tanpınar’ın Teslim hikâyesi aracılığıyla. Vüs’at O. Bener, Buzul Çağının Virüsü’nde akışa kendini kaptırmayı şöyle tarif etmiş, çok anlamlı: “Kendini akışa bırakıvermek, daha doğrusu bayağılaşmaya kalıplanmak.”

Sıradanı ölçü alma, verili ilişkileri; sosyal, siyasal ve ekonomik yapıları olduğu gibi kabullenme, kendini kalıba uydurma. Böyle de açabiliriz. Oysa bir de Akışa Direnmek var. 

Akışa direnmek, iki sonuç üretebiliyor. Bazen o kalıplara direnen yeniliyor ve çomak soktuğu bataklığın içinden yükselen sivrisinekler, direnmiş olanı arkasından teneke çalarak uğurluyor. Örnek mi? Büyük yazarımız Yaşar Kemal, idealist, genç kaymakam Fikret Irmaklı’nın gariban köylünün yanında saf tutarak eşrafa, çeltik ağalarına kafa tutuşunu anlattığı Teneke romanında, direncin hangi koşullarda yıkımla sonuçlanabileceğini gözler önüne seriyor.

Devrimci, genç Cumhuriyetin ütopyası, Anadolu’yu canlandırmak, dört başı mamur, bayındır ve çağdaş bir memleket yaratmaktı. Bu süreçte Finlandiya mucizesi aydınımızı ve kurucu kadroları epey etkilemişti. Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabı 1928’de Atatürk’ün de özel talimatıyla Türkçeye çevrildi, okullarda okutuldu. Bir dönemin genç aydınları için bu kitap, aydınların halka doğru, idealist, verici seferberliğiyle bataklıkların nasıl kurutulabileceğine, o zor koşullarda bile çiçeklerin nasıl açtırılabileceğine dair bir metafor olarak işliyor, etkisi yayıldıkça yayılıyordu. 

Teneke romanının genç, yeni mezun kaymakamını da bu kuşağın içine yerleştirebiliriz. Çukurova’da, atandığı ilk görev yerinde, kazançları için köyleri sualtında bırakan, bataklığı her alana yayan, sıtmayla gariban halkı kıran çeltik ağalarının zulmüne direnen genç kaymakam, kendisine kurulan tuzakları boza boza köylüyle birleşiyor, ancak yoksul köylüyle idealist, halkçı aydın arasında kurulan bu ittifak, devrimi geriye götüren merkezi kuvvetlerle yereldeki ağalık ve mütegallibe düzeninin ittifakının hileli elleriyle, kumpaslarıyla bozuluyor; sonunda kaymakamı göndermeyi başaranlar, arkasından teneke çaldırarak zaferlerini kutluyordu.

Bataklığı kurutma ütopyası, bataklığın büyümesinden yana olan güçleri tasfiye etmeden, salt düşünsel düzeyde bir idealizmle amacına ulaşamıyordu özetle. El çektirilen kaymakamın ağzından aktarılan, “Şu koskoca ova, bütün bütün bataklık olur. Değil mi” sorusu boşuna olamazdı. Yaşar Kemal, çok iyi bildiği Çukurova gerçeğini duyurmaya çalışırken, idealist, halkçı aydına da yenilgiyi göstere göstere, zafere giden yolun ipuçlarını sunuyordu.

‘KASABANIN SIRRI’NDAKİ YOL

Başka bir yol daha var öyleyse. Tenekeyi zalimlere karşı halkın çaldığı bir yol. O da Robert Crichton’un romanından uyarlanarak Stanley Kramer tarafından sinemaya aktarılan Kasabanın Sırrı (The Secret of Santa Vittoria) filminde keyifle sergileniyor. 1969 yapımı filmde, uğurlayanlar ve uğurlananlar denklemi değişiyor. Nasıl mı?

İtalya’da Mussolini faşizmi çökmüş. Kasabaya haberi geliyor. Kimsede ses, tepki yok önce. Sonra, yerel ağaların, üzümden, halkın tek geçim kaynağı olan şaraptan asıl payı alan, faşizmin yereldeki temsilcilerinin hükmünün kalmadığı söylenince coşku başlıyor. Halk, şahıslar ya da rejimler, ideolojiler olgusunu, gündelik-ekonomik gerçekliğiyle bağ kurulduğu oranda önemsiyor. Ekonomiyi siyasete tercüme böyle ilerliyor. 

Fakat sonra Nazilerin kasabayı işgal edeceği haberi geliyor. Halk biliyor ki kaynaklara, mahzende bekletilen milyonun üstündeki şişeye el koymak için geliyorlar. Böyledir faşizm, halkın aşına, işine göz koyar, kanını emer. Anthony Quinn, -ki kendisi Bombolini karakteriyle döktürüyor-  ve arkadaşları şişeleri Nazilerin bulamayacağı bir yere taşımak zorunda. Tek yer var; kasabanın dışındaki mağaranın içinde yer alan uzun tüneller. İyi de 1 milyon 300 binden fazla şişe nasıl taşınacak? İşgalin de eli kulağında. Bu noktada halk tüm kuvvetiyle birlik ve dayanışma içinde örgütleniyor. Geceli gündüzlü çalışmayla, kurulan insan zinciri yüz binlerce şişeyi elden ele, mahzenden mağaradaki tünele taşıyor, bir de duvar örülüyor üzerine. İşlem bitiyor, işgal başlıyor. Kasabanın gerçek sayıyı sakladığı, beşte dört oranında şişenin kayıp olduğu SS güçleri eliyle ortaya çıkarılıyor. Her yeri arıyorlar, herkesi sorguluyorlar. Fakat nafile; zaten yenilmek üzere olan Alman faşizminin zamanı yok; geri çekilme emri geldiğinde işgalci komutan son kez soruyor: Şişeleri almayacağız ama sırrı açıkla. Yerini söyle.

Burada artık direniş ve dayanışmanın yönü değişiyor. Faşizm, bilgi ve propaganda üzerinde tekel kurmaya mecbur. Kitleleri ancak böyle uyutabiliyor. Oysa şimdi bilginin, sırrın kaynağı halkta ve kimse bu sırrı paylaşmıyor. Sonuçta işgalci Alman faşizmi geri çekiliyor. Tüm kasaba meydanda kutlama yapıyor; bu kez tenekeyi, halka karşı güçler değil, halkın kendisi çalıyor. 

Mesele, tenekeyi kimin çalacağında. Halka doğru yerden, kendi gündemiyle dokunmak, bu dokunuşla en geniş örgütlenmeyi ve dayanışmayı sağlamak, direncin içeriden kırılmasını önlemek. Akışa direnmenin yolu bu filmde ne güzel sunuluyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları