Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Meclis’ten Saray’a, Komisyon’dan Kurul’a
Ülkenin kararnamelerle, Cumhurbaşkanı kararlarıyla yönetilmesine alışmış gibiyiz. Bir yeni karar
da hafta içi yayımlandı ve 24 Haziran’dan sonraki ilk Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile oluşturulan Politika Kurulları’na 76 isim atandı.
Kimisi, “Danışarak karar alınmasının ne kötülüğü var?” diyerek atamaları olumlu gördü. Olumsuz görüşleriyse “şu kişi olmasaydı”, “şu kişiler de olsaydı” ve son olarak da “üyeler para almasınlar” şeklinde üç başlıkta özetleyebiliriz.
Oysa bu kurullar ve atamalar, genel resmin, yürütmede Bakanlar Kurulu’nun kaldırılmasıyla, Cumhurbaşkanı’na kararname yetkisi verilerek Meclis’in yasama yetkisinin budanmasıyla, kuvvetlerin giderek Saray ve oraya bağlı atanmışlar çevresinde toplanmasıyla bağlantılı rejim dönüşümü sürecinin bir devamı. Odak burası olmalıdır.
Neden mi?
Her şeyden önce bu kurulların adlarına ve kapsadığı politika alanlarına bakalım. Eğitimden güvenliğe, kültürden dış politikaya, sağlıktan sosyal politikaya, ekonomiden hukuk alanına uzanıyor politika kurullarının ilgisi. Yani halkın seçtiği vekillerin oluşturduğu Meclis yasama komisyonlarıyla neredeyse aynı alanlar.
Peki, yetkileri arasında neler var? İki dikkat çekici başlıkta toplayalım: Birincisi, Cumhurbaşkanı’nın başkanlık edeceği bu kurullar, ilgi alanlarında politika geliştirip bakanlıklara ve kurumlara sunacaklar. İkincisi, “Cumhurbaşkanı programına uygunluk açısından, bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarını izlemek” ve bunları Cumhurbaşkanı’na iletmekle yükümlüler.
Öyleyse, bir Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulan, üyeleri de bir Cumhurbaşkanı kararı ile atanan bu kurullar (atanmışlar) hem politika oluşturacak hem de bunların uygulanmasını denetleyecek.
Özetle Meclis’in, yani seçilmişlerin üstlendiği yasama işlevinin ve aynı zamanda yine seçilmişlerin bakanlıkları izleme/ denetleme görevinin Saray’a kaydırılması sürecinin devamıyla karşı karşıyayız. Halkın seçmediği bakanları Saray atayacak, denetimi ise yine Saray’ın atadığı kurullar yapacak.
“Kurullar yasa yapmayacak ki, politika oluşturacak” diye itiraz edenler olacak. Bunu da açalım. 16 Nisan anayasa değişikliklerini yaparken iktidar kanadının tezi şuydu: “Cumhurbaşkanı sadece yürütme alanında kararname çıkarabilecek, yani aslında yeni sistemde Meclis’in yasa yapma yetkisi budanmıyor. Gerçek kuvvetler ayrılığı geliyor.”
Elbette böyle olmadı; Saray adım adım yetkilerini genişletti. Meclis etkisizleştirildi. Halkın seçmediği kişiler bakan atandı. Şimdi de yine Saray’ın atamalarıyla politika kurulları oluşturuldu. Önümüzdeki süreçte bu kurullar aracılığıyla eğitimden sağlığa, kültür sanattan dış politikaya her konu, Saray’ın kararname yetkisi içinde görülebilir. Yürütme tek kişide ve tanımı genişledikçe genişliyor.
Bir sonraki aşamada, devlet ve toplum hayatını düzenleyen her konuda bu kurulların “tavsiye”lerini Meclis’te yasalaştırmak yerine, “Bunlar yürütmenin yetki alanında. Zaman kaybetmeyelim, kurulların önerileri için yasa yerine Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkaralım” denmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. Meclis’in daha da etkisizleştirilmesinde ve Saray’ın/tek kişinin yasa yapma yetkisini genişletmesinde bir ikna/meşrulaştırma aracı olacaktır bu kurullar.
Böyle olacağı için de, daha da artacak “tek adamlık” eleştirilerine “Bakın işte her kesime danışılıp karar alınıyor, bu nasıl tek adamlık?” yanıtı geliştirmek hedeftir. Yani bir yanı da imaj düzeltme meselesidir.
Türkiye 1800’lerin başındaki rejimde yaşıyor olsa, reformcu padişahlar dışarıdan Fransız Devrimi’nin, içerideyse devletin çözülmesinin etkileriyle meşveret, danışma meclislerine önem vermeye başlasa, mutlakıyetten meşruti yönetime geçiş yolunda bir “ilerleme” olarak görülebilir, sonucu Türkiye’nin Meclis’e ve halk egemenliğine bağlanacak yürüyüşünün parçası olarak ele alınabilirdi bu kurullar taktiği. Fakat biz padişahlıkta yaşamıyoruz; eksiğiyle gediğiyle Meclis’i, halk egemenliğini, Cumhuriyet’i gördük o süreçten beri. Bu yüzyılda seçilmişler yerine atanmışlar egemenliğinin ve Saray’dan tek kişi yönetiminin “demokrasi” diye sunulmasına karnımız tok olmalı.
Tam da bu nedenlerle ilgili kurullara, atanan kişiler ya da ücretleri üstünden değil; Türkiye’nin 150 yıllık meclisleşme, halk egemenliği ve Cumhuriyet geleneğinin adım adım ortadan kaldırılarak yerine mutlakıyetçi bir Saray Rejimi kurulmasına sağlayacakları meşruluk üzerinden itiraz etmek gerekiyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
- Karga videosu sosyal medyada viral olmuştu!
- Öğretmenlik meslek kanunu taslağı...
- Atatürk'ün kullandığı parfümden üretti!
- Minikler Cumhuriyet'in ilanını gazete dağıtarak duyurdu
- Şok İddialar! Oktan Keleş: TUSAŞ Saldırısının Arkasında
- Bu kadarı pes! Çöp evden 10 kamyon çöp çıktı
- Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Antalya'ya turizm eleştirisi
En Çok Okunan Haberler
- Futbolda pis kokular yükseliyor
- TÜPRAŞ'ta patlama: 12 kişi yaralandı
- Son seçim anketinde çarpıcı sonuç!
- 'Erdoğan bize göre tek seçenektir'
- CHP’de çelişen başkanlara uyarı
- Hekimlerin istifaları hızlandı
- 'Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanı olacak diye...'
- 'Atatürk ile Cumhuriyet ile bayrak ile...'
- Beyoğlu'ndaki cinsel saldırı dehşetinde yeni gelişme
- Napoli'den Galatasaray'a Osimhen yanıtı!