Deniz Yıldırım

Kırmızı Pazartesi

29 Mayıs 2021 Cumartesi

Bir yanımız Şili ise diğer yanımız Kolombiya. Bu yakınlık coğrafi değilse de sosyal ve siyasaldır. Ve konumuz Kolombiya olunca Gabriel Garcia Marquez’i anmadan geçemeyiz. Bizi akış serisinde ilgilendiren eseri Kırmızı Pazartesi (1981) olacak.

Notos dergisinin 2015’te yayımlanan Marquez dosyasında, eseri dilimize kazandıran kıymetli çevirmen İnci Kut’un da belirttiği gibi, kitabın asıl adı, “İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü”dür. Can Yayınları’nın mücadeleci kurucusu Erdal Öz, kitabın daha iyi anlaşılabilmesi için Kırmızı Pazartesi adını önermiş ve böylece birçok olay örgüsüne uyarlanabilecek evrensel bir durum teşhisi bizde bu isimle anılmaya başlamıştır.

İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayette, gerçekleşeceğini neredeyse herkesin bir şekilde gördüğü fakat bu durumu sessizlikle, susuşla, sakınmayla, hak vererek ya da “bana dokunmasın da” diyerek geçiştirdiği, engellemek için yeterli çabayı göstermediği her haksızlıkta bir Kırmızı Pazartesi olgusu saklıdır. Sürüden ayrılana, çeteye-mafyaya çomak sokana, halkını zulme ve sömürüye karşı uyarana yönelen saldırılar da hep göstere göstere gelmemiş midir? Uğur Mumcu’nun, Kutlu Adalı’nın öldürülmesinde yok mudur bunların izi? Hrant Dink’in “güvercin tedirginliği” diyerek ifade ettiği şey, Kırmızı Pazartesi’nin bir başka görünümü değil miydi?

Notos’un aynı sayısında Marquez’in 1983’te yayımlanan bir söyleşisi de çevrilmiş. En iyi kitabının Kırmızı Pazartesi olduğunu söylerken şöyle diyor yazar: “Sıkı bir denetim uygulayabileceğim bir kitap yazma ihtiyacı duyuyordum ve sanırım bunu Kırmızı Pazartesi’de yaptım. Oradaki izlek tamı tamına bir dedektif öyküsünün yapısını gerektirdi.”

Gerçekten de Kırmızı Pazartesi bir polisiye romanı andırsa da akışı bakımından klasik seyirden epey farklılaşır. Her şeyden önce romanın daha ilk satırında Santiago Nasar’ın öldürüleceğini öğreniriz. Ayrıca katiller de gerekçe de bellidir. Sonu beklememiz gerekmez. Oysa klasik polisiyede bu bilgiler aşama aşama sunulur bize. Bu arada geçen sürede merak, heyecan, kuşkular adım adım ayağa kalkar. Herkesten şüphelenmemiz sağlanır. Klasik polisiye, tetiği çekene dair kuşkuyu toplumsallaştırır. Engellemeyenlerle çok uğraşmaz. Herkes katil olabilir; ama günün sonunda katil bir kişidir, belki de birkaç kişi.

Bu nedenle de klasik polisiye ana eksen bakımından bireyseldir. Kapitalist dönüşüm sürecinde, parçalanan toplumsallıklar içindeki maktul ya da katil bireylerin hikâyesi öndedir çoğunlukla. Ölen vardır, öldüren vardır. Bir cinayet nedeni vardır. Bir de bunu çözen vardır. Bu, geri planda güçlü bir toplumsal, ekonomik, siyasal arızanın işlenmediği anlamına gelmez elbette. Nitekim bu arızaların altını daha kalın çizerek hegemonya mücadelesi yürüten bir politik polisiye damarı var ve bu damarı ilerleyen yazılarda ayrıca ele alacağım.

ÜÇ SOSYALLİK

Fakat Kırmızı Pazartesi’deki sosyalliğin işleyişi bambaşka. Romanda üç sosyallik düzeyi teşhis edebiliriz: İlki, bireyi kuşatan, yok etmeye götüren cinayet karşısında toplumun ortak tutumu ya da tutukluğudur. Bu susuş ya da eylemsizlik, cinayeti işleyenlerin bireyselliğinde sosyal bir suç ortaklığı izi bırakır. İkincisi, romanda doku kapitalizmin henüz tam olarak parçalayamadığı geleneksel bir toplumsallık içinde sunulur. Dolayısıyla sosyal unsur, doğrudan kutsanmadan, ileri ve geri yönleriyle, çelişkili eylem ve eylemsizlikleriyle resmedilir.

Ve üçüncüsü, ölen ya da öldüren bireyde, toplumsal/ulusal temsiliyet belirginleşir. İşte bu sayede Kırmızı Pazartesi’de Santiago Nasar örneği bireylikten çıkıp sosyal kişiliğe dönüşür, ulusunun alegorisine bağlanır. Oradan da benzer koşulları deneyimleyen ülkelerin tedirgin aydınının ya da suskun kitlelerinin ruhuna bıçak gibi saplanarak evrensel bir karakter kazanır. Geçen yazıda Kanafani bahsinde andığım Ali Çakmak’ın F. Jameson’dan aktardığı şu saptama buraya da uygundur: “Özel bireysel yazgının öyküsü, her zaman kamusal bir Üçüncü Dünya kültürünün ve toplumunun kuşatma altındaki durumunun bir alegorisidir.”

Öyleyse bu sosyallikler etrafında örülen Kırmızı Pazartesi’nin asıl meselesi ahlaki ve politiktir. Cinayet suçtur; ya cinayeti bilip de engellememek? Hatta cinayeti işleyecek kardeşler bile bu cinayetin işlenmesinin önlenmesi için neredeyse duyuru yaparak gezmektedir. Angela Vicario’nun doğruyu söyleyip söylememesi de değildir mesele. Doğruyu söylediği anlaşılsa, bu cinayetin arkasındaki toplumsal mutabakat meşrulaşacak mıdır?

Marquez bir yandan psikopos figürü üzerinden yıprattığı dinselleşmiş ahlakın kireçlenmiş yapısına dokunurken, bir yandan da yepyeni bir ahlaki duyarlılığı polisiyenin kriminal teşhisinin bitişiğine iliştiriverir. Bu açıdan eser “etik-politik” bir müdahaledir. Politikayı yukarıdan değil, aşağıdan, içinde işlediği onay kanallarıyla, toplumsal rıza mekanizmalarıyla gözler önüne serer. Yerine yeni bir ahlaki politik damar önermek, bu yüzleşme işlemini zorunlu kılar.

Ve yakınlığın coğrafi olmadığı hayali ya da uzak memleketlerle benzerliğimiz de asıl burada belirginleşir: Akışa teslimiyetin ürediği saha, Kırmızı Pazartesi’deki umarsız, boş vermiş toplumsallıkta saklıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları