Deniz Yıldırım

Çöken ağlar, tuhaf bağlar

06 Ekim 2021 Çarşamba

Aslında sosyal medyayla ilişkili kelimeler, bizim gündelik dilimizin içinde işliyordu epeydir. Fakat olumsuz bir içerikle. Ne de olsa, sosyal (toplumsal) olanın adım adım parçalara ayrıldığı bir dönemi tüm açıklığıyla yaşamaktayız gerçek dünyada. Network sistemiyle, “ağ”lara sahip olarak bir yerlere ulaşma, kamuda ya da başka alanlarda, varlığı sahip olunan “ağ”lar, sosyal ve siyasal sermaye aracılığıyla onaylatma yönteminin neredeyse kurala dönüşmesini de seyrediyorduk bir süredir. Üstüne bir de pazartesi akşamı çeşitli sosyal medya platformlarının çökmesi geldi ki, biz bu sözcüğe de alışmıştık, gerçek dünyamızın etkisiyle. Ne de olsa memlekette bir sermaye birikim yöntemi olarak kamu malına ya da çeşitli varlıklara “çökme” giderek yaygınlaşmaktaydı.

Demek ki sanal gerçeklik ile deneyimlediğimiz gerçeklik arasındaki köprüleri kelime dağarcığımız aracılığıyla kurmuştuk çoktan.

Fakat sosyal medyada açığa çıkan bu “olağanüstü” çöküş bir tuhaflığı daha gösterdi galiba. Öyle ya, Facebook, Instagram ve WhatsApp uygulamalarındaki geçici çöküşle birlikte firma sahibinin kârları da saniye saniye düşmekteydi. Milyarlarca dolarlık servetten söz ediyoruz elbette.

“Sosyal”in ruhuna aykırılık, tuhaflık da burada sanırım; dijitalleşen ve giderek internet ağları ya da medyaları üzerinden inşa edilen yeni sosyalliğimiz, gündelik hayatta giderek çözülen ilişki biçimi olarak sosyalliklerin, üretim ilişkileri, ekonomi ve devletin politikaları bakımından gerileyen sosyalliğin ikamesi, uzun zamandır “sosyal medya” aracılığıyla görünür kılınıyor. Sosyal kelimesinin bugünlerde içinde en çok geçtiği tamlama, “sosyal medya”. Ve bu, dijitalleşmiş etkileşim çağında dünyanın ultra zenginlerinin sağladıkları hizmetle mümkün oluyor. Küresel açıdan iletişim ve etkileşim tekelini giderek eline geçiren bu firmaların/kişilerin zenginliğinin artışıyla bizim “sosyalleşme” pratiklerimiz arasında doğrusal bir ilişki oluşuyor.

Kuşkusuz ki toplumsal olanın ölümünde sorumluluk sosyal medyaya ait değil. Aksine, yazılı ve görsel medyanın büyük çoğunlukla iktidar denetimine girdiği, halkın haber alma hakkının büyük oranda baltalandığı bir çağda, bizim gibi ülkelerde sosyal medya, iktidarların gerçeğin üzerini örtme girişimlerini de engelleyebiliyor. Bu anlamıyla da ilerici bir işlev görüyor. Bir yandan iletişimde, kamuoyu oluşturmada, haber içeriği ya da bilgi üretiminde sosyal tabanı genişletip demokratikleştirirken, diğer yandan da böylesi siyasal etkilere yol açıyor. Bizdeki iktidarın sosyal medyayı neredeyse tüm sorunların kaynağı olarak görmeye başlamasının altında da bu yatıyor.

İKİLİ SIKIŞMAYA KARŞI

Kuşkusuz ki bütün bu küresel/sınıfsal gerçeklik ve ulusal/siyasal gerçeklik arasında sıkışarak oluşan yeni “sosyallik” biçimimizin son gelişmelerle birlikte ne denli kırılgan olduğu da daha iyi anlaşılıyor. Bir yanda tüm rakiplerini adım adım yutarak tekelleşen, küresel bir dijital denetim aygıtı gibi de işleyen, sahiplerini olağanüstü zenginleştiren bir sermaye yapısının ve buna karşı “saldırılar”ın ortasında, son derece kırılgan iletişim ve kamuoyu araçlarına bağımlıyız.

Diğer yanda ise sosyal medyayı tehdit gören baskıcı iktidarların iki dudağı, bir kararnamesi ya da yasa düzenlemesi ile susturulabilecek, elimizden alınabilecek araçlar ile inşa edilmiş bir “sosyal” pratiğe sıkışmışız. Sosyal sandığımız medyalar/mecralar, tekelleşmiş küresel sermaye düzeni ile tekelleşmiş siyasal sistemimizin baskıları arasında can çekişiyor. Bu ikili tekelleşme süreçlerinin, geçmişte yazılı ve görsel medyayı ne hale getirdiğini, nasıl çürüttüğünü düşününce de tekelleşme karşıtı bir siyasal, sosyal iletişim, etkileşim, dayanışma pratiğini gündeme almanın önemi daha iyi anlaşılıyor.

Belki de “sosyal” ve “kamusal” olanı ekonomide, siyasette, gündelik hayatta, medyada bir başka üretim ve dayanışma ilişkisi olarak yeniden düşünme, inşa etme adına bu iki sıkışma düzeyinden dersler çıkarırız. Kim bilir?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları