Deniz Yıldırım

Batı’nın kötü yanlarını...

29 Eylül 2021 Çarşamba

Şarkiyatçılık (Edward Said’in hatırasına da saygıyla), Batı’nın kendi aynasında inşa ettiği Doğu imajıysa; Garbiyatçılık da büyük oranda, Doğu’nun kendi aynasında inşa ettiği Batı imajına tekabül ediyor. Fakat ne Doğu tek, ne de Batı. Böyle olunca, her iki konum içinde de bu iki coğrafi adlandırmayı parçalı yapısından kurtarmak için genelde “değerler” öne çıkarılıyor. Yolu sağa açılan siyasetler, daha çok dini kimlik üzerinden (Hıristiyan Batı); sola açılan siyasetler ise laiklik, aydınlanma ya da haklar üzerinden Batı’yı tanımlıyor. Bunlar genelde ve öncelikle, Batı’nın kendi içinde inşa ettiği Batı imajlarına da tekabül ediyor. Öyleyse Garbiyatçılık aslında ilk örneklerini Batı’da veriyor. Bu konuda Ian Buruma ve Avishai Margalit’in Garbiyatçılık başlığıyla dilimize kazandırılan kitabını özellikle öneririm.

Bize ve bugüne gelince... İktidardaki siyasal İslamın Batı ile ilişkisi ya da Batı’ya bakışı, içinde barındırdığı tuhaf çelişkiler nedeniyle özel bir ilgiyi hak ediyor. 20 yıllık pratiğine bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki kendi aynasında, kendi görmek istediği gibi bir Batı imajı inşa eden, bu imajla yer yer “husumet” içine giren, bu sayede “dışarı” ile siyasal müzakerelerde el yükseltirken içerideki tabanını da “sömürgecilik karşıtı” bir siyaset izliyormuş havasıyla denetleyen; iç çelişkileri yoğun, Şarki bir Garbiyatçılık biçimi geliştirdi bizdeki iktidar. 

Fakat sonuçta, Batı’yı referans olmaktan çıkaran, dışarıda bırakan, bir ölçüm ya da karşılaştırma sahası olarak görmekten uzaklaştıran bir tutum yok burada. Aksine, ülke içinde kötüye giden işleri, maden katliamını, selleri, yangınları, kötü yönetim sergilenen örnekleri “Batı’da da var” diyerek açıklayan, bu anlamda içerideki yönetememe halini aklamak için Batı’nın kötü yanlarını hatırlamak/hatırlatmak zorunda kalan bir Garbiyatçılık bu.

Ve ilginçtir, içinde iki boyut barındırıyor. Bir defa, Batı’ya daha üstün, gelişmiş bir konum atfediyor; çünkü bu sayede verilen örtük mesaj, “Bizden daha gelişmiş yerlerde bile var, bizi eleştirmeyin” demeye yarıyor. Dikkat edilirse, “Afrika’da da yangın oluyor, Latin Amerika’da da sel oluyor” demiyorlar. Dolayısıyla burada bir coğrafi konuma değil, bir gelişmişlik düzeyine referansla, daha geri durumları aklama arayışı beliriyor. “Gelişmiş Batı”, iktidarın yönetememe pratiklerinde, propaganda için devreye sokulan bir can simidi. Yoksa demokrasi, insan hakları ya da başka iyi örneklerde değil.

GARBİYATÇI BAKIŞ

Bu tutumdaki ikinci gariplik de şu: “Batı’da da var. Almanya’da da sel oluyor, Amerika’da da yangın oluyor, 1800’lerde İngiltere’de de maden faciası olmuştu, pandemide Avrupa’da da işler kötü gidiyor” türü açıklamalarda, “biz bize benzeriz”cilik, özcülük de ortadan kalkıveriyor. İşler kötüye giderken, “bize özgü değil ki” mazereti hatırlanıyor. Demek ki bu özcülük ya da Batı karşıtlığı maskesi, aslında pragmatik, iktidarda kalmak için Makyavelci davranmak dışında bir yolu olmayan siyasal ittifakın ihtiyaçlarına göre rahatlıkla düşebiliyor.

Diğer yandan, iktidarın bu Garbiyatçı tutumunda iki talep de çok açık seziliyor. Birincisi, özellikle emperyal merkezlerde, ABD gibi ülkelerin yönetici elitleri arasında tanınma arayışı. Bizdeki iktidar, Batılı merkezlerde tanınmak, kabul görmek istiyor. Zaten New York’a gidip sokaklarda kitap tanıtımı yapmanın, bina açılışından Türk dış politikasının asırlardır görmediği zaferler çıkarmanın, orada var ve görünür olmaya, kabul görmeye, başkanlarla fotoğraf vermeye yüklenen bu olağanüstü anlamın başka açıklaması yok.

İkinci talep ise tanınma/kabul görme arzusunun yanında büyüyor. Bu da aslında “güç istenci” ile bağlantılı. Buruma ve Margalit, andığım kitaplarında, “Genelde Batı, özelde de Amerika, kıskançlığı ve küskünlüğü, imajını ve nesnelerini tüketenler arasında daha fazla kışkırtıyordu” diyor. Önemli bir saptama. Garbiyatçı zihinde Batı’ya kızgınlık, küskünlük çoğu zaman, onunla bağ kurmuşlar arasından çıkıyor ve onun gibi olma ve onun yerine geçme istencinden bağımsız ilerlemiyor. Düzen değişikliği değil, aktör değişikliği arzusu bu. Gasp eleştirisi yapmadan Garp eleştirisi yapma çelişkisi.

Böyle olunca da bizdeki Garbiyatçı bakıştan, kendini Batı aynasında sınarken bir sevinip bir küsen siyasal çizgiden, Frantz Fanon’daki ya da Albert Memmi’deki gibi bir eleştiri çizgisi çıkmıyor (Memmi’nin Sömürgecinin Portresi kitabı, Fırat Mollaer’in son derece faydalı sunuş yazısıyla birlikte Telemak Kitap’tan, Şen Süer çevirisiyle tekrar basıldı, öneririm) ya da Hamid Dabashi’nin İran: Ketlenmiş Halk kitabında tasvir ettiği türde bir “Sömürgecilik Karşıtı Modernlik” tartışması beliremiyor. Fakat bu sadece siyasal İslamın sorunu da değil. Türkiye’deki hâkim siyasetlerin birçoğunda benzer bir asimetrik bakış gözleniyor. Öyle ki siyasal İslam bu asimetrik bakıştan, “Batı neylerse güzel eyler Batıcılığı”ndan yararlanarak da yükseldi. Zamanı gelince onlara da değinirim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları