Deniz Yıldırım

Açılan ilk sandıklara göre

09 Şubat 2019 Cumartesi

Her seçimin bir sayısal bir de siyasal sonucu vardır. Sayısal sonuç, sandıklar açılınca ortaya çıkar. Gerçi bizde artık bu da pek sağlıklı değil. Siyasal sonuç içinse seçim gecesini beklemeye gerek yok. Yeni tabloya bakıp sonuçlar üretmek şimdiden mümkün. Bakalım.
Birincisi; Türkiye siyaseti 16 Nisan referandumunda ‘Evet’ ve ‘Hayır’ tercihlerine göre yeniden mevzilenmişti. Bu durum özellikle muhalefet cephesinde ideolojik açıdan uyumsuz ama yeni sisteme de karşı olan partileri birleştirmişti. Adım adım fiili iki partili düzene geçiş işaretleriydi bunlar. Yerel seçimler, ittifakların ve karşıtlıkların 16 Nisan’a göre sürdürülmesi bakımından bu fiili iki partili sistemi şimdiden pekiştirdi. Seçim genel, yerel fark etmiyor artık. Türkiye’nin fiili iki partili sistemi, Saray rejimine karşıtlık ya da yandaşlık üstünden doğdu. Saraycı olanların “yeni sistem halkın hayatında iyileşme sağlayacak” vaadi aşındı. Ancak muhalifler, “Hayır” karşıtlığının ötesine geçen gerçek bir değişim siyaseti henüz oluşturamadı. Sistem değişikliği tartışması/ vaadi koyamayanlar, iktidarla milliyetçilik yarışına girişti. Nitekim ikinci sonuç tam da bu boşluğun ürünü.
Özellikle MHP’nin ya da ülkücülüğün aynı anda hem iktidar koalisyonu hem de muhalefet stratejisi üstünde kazanmış olduğu olağanüstü belirleyicilikten söz ediyorum. Fiili iki partili düzende iki tarafa da aynı anda etki edebilen tek ideolojik çizgi ‘ülkücülük’ bugün. Yeni merkez de diyebiliriz buna.
Bu durum CHP çatısından yeniden Ankara adayı yapılan Mansur Yavaş’la ya da Siverek’te CHP’den aday gösterilen MHP aday adayı Mehmet Fatih Bucak’la sınırlı değil elbette. Asıl ağırlık, CHP ile ittifakın İYİ Parti ayağında. İttifak kapsamında CHP’nin aday çıkarmayıp İYİ Parti’ye bıraktığı şehirlere bakmak bile bunu anlamaya yetiyor. Birçok şehirde kısa süre öncesine kadar MHP’den belediye başkanlığına ya da vekilliğe aday olmuş ya da “ülkücüyüm” diyen isimlerin ortak aday yapıldığını görüyoruz. Gaziantep, Kocaeli, Balıkesir, Denizli, Düzce, Kayseri, Konya, Sakarya bu şehirler arasında. Aynı şekilde, ortak aday çıkarılmayan şehirlerde de İYİ Parti’nin adayları ağırlıkla MHP kökenli.

Bu aslında İYİ Parti’nin MHP ile rekabet sarmalından kurtulamadığına işaret. Kendisini AKP’den çok, MHP ile rekabet pozisyonuna sıkıştırıyor bu parti. Bunda sadece İYİ Parti’nin payı yok; CHP de bu çizgiyi paylaşıyor ve iktidarda MHP varmış gibi davranıyor. Muhalefetin “yüzde 50-yüzde 50” kemikleşmesini karşı bloktaki MHP seçmenini kendi tarafına çekerek kırma arayışında olduğunu anlıyoruz. Tam da bu stratejinin uzantısı olan aday belirleme ve kampanya diline baktığımızda, seçimin bir “milliyetçilik yarışı”na doğru çekildiğini; iki blokun da “en milliyetçi, en milli” tarafın kendileri olduğunu ülkücülük üstünden kanıtlamaya çalıştığını görüyoruz. Milliyetçiliğin ülkücü versiyonu hem iktidar hem de muhalefet bloku üzerinde ideolojik açıdan en belirleyici dönemini yaşıyor bu nedenle. İktidarın muhalefete Tunç Soyer’in babası ve ülkücülük üstünden yüklenmesi, “HDP ile ittifak yapıyorlar” vurgusuna sarılması da bunun bir ayağı.
Seçimin üçüncü siyasi/yeni sonucu; ilk kez bu denli keskin bölgecilik eğilimlerinin ortaya çıkması. HDP’nin batı illerinde aday çıkarmamasından söz etmiyorum sadece. Aynı zamanda, kayyım uygulamasına da tepkinin bir sonucu olarak, kendilerini Kürt örgütlenmesi olarak gören ve ideolojik açıdan birbirine benzemez yapıların HDP çatısı altında doğu ve güneydoğu şehirlerinde kimlik temelli geniş bir bölge ittifakı kurmasından söz ediyorum. Seçim yerel olmakla birlikte, HDP’nin bu bölgede kayyım uygulamasına karşı “Kürtlerin güvenoylaması” stratejisi aracılığıyla “şemsiye ulusal hareket” pozisyonuna doğru ilerlediğini söylemek mümkün şimdiden.
Özetle milliyetçilik ve bölgecilik eğilimlerinin/ sıkışmasının güçlendiği, Türkiye siyasetinin merkezinin sağa çektiği, solun siyasal belirleyiciliğinin belki de ilk kez bu ölçüde gerilediği, sosyalist solunsa seçime girme yeterliliği ya da özerkliği sağlayacak bir örgütlenme kapasitesi bile geliştirmekten uzaklaştığı bir sahneyle karşı karşıyayız. Buradan çıkış yolları üzerine düşünmek, Türkiye’yi birleştirecek halkçı ve gerçekten milli bağımsızlıkçı bir siyaset hattına odaklanmaksa daha da önem kazanıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları