Barış Doster

Mali egemenlik olmadan, milli egemenlik olur mu?

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Türkiye, yurtdışından kaynak bulmaya çalışıyor. Swap anlaşması (döviz - TL takası) için görüşmeler yapıldığı belirtiliyor. Katar’ın, Japonya’nın adı öne çıkıyor. Geçen ay “Dünya Ekonomisinin Görünümü: Büyük Karantina” başlıklı raporunda, dünya ekonomisinin yüzde 3, ABD’nin yüzde 5.9, Avro bölgesinin yüzde 7.5, Türkiye’nin yüzde 5 küçüleceğini açıklayan IMF, karamsar. Hazine ve Maliye Bakanı ise salgın hastalığın Türk ekonomisine etkisinin, gelişmekte olan ülkelere göre daha az olacağını öne sürüyor, iyimser. Türkiye’yi ithalat cenneti yapmaya çalışanları eleştiriyor.

Yineleyelim. Üretime ve ihracata dayalı değil, tüketime ve ithalata dayalı büyüme modelini benimseyen Türkiye’nin bu tercihi yanlıştı. Sonuçları sadece ekonomide değil, toplumsal hayattan dış politikaya dek geniş bir alanda, acı deneyimlerle, derin bunalımlarla görüldü. Devletin hazinesi halkı değil, bir avuç zengini önceliyor. Her iktidar, yurtdışında kaynak arıyor. Sonuçta Türkiye, aldığı dış borcun faizini bile ödemekte güçlük çekiyor. Borcu, borçla kapatıyor.

Oysa Cumhuriyetin mirası böyle değildi. Başta Atatürk, Cumhuriyeti kuranlar, mali disipline, denk bütçeye büyük önem verdiler. Olağanüstü bir mecburiyet olmadıkça, yurtdışından borç almadılar. Osmanlı’nın çöküşünde zayıf mali yapının etkisini, alınan dış borçların siyasi sonuçlarını iyi bilen Atatürk, ısrarla “İktisatsız istiklal olmaz” dedi. Mali egemenlik olmadan, milli egemenliğin olamayacağını belirtti.

Mali disiplin ve tam bağımsızlık  

2. Dünya Savaşı öncesi, Adolf Hitler’in zulmünden kaçıp, Atatürk Türkiyesi’ne gelen bilim insanlarından ünlü iktisatçı Fritz Neumark’ın şu sözü önemlidir: “Devletle maliye devamlı mücadele halindedir. Ya devlet maliyeyi ya da maliye devleti güdümüne alır. Doğru olan, maliyenin devletin güdümünde olmasıdır.” Bir devlet, güçlü bir mali yapıya sahip olmadan, hiçbir alanda başarılı olamaz. Dış politikada güçlü ekonomi, güçlü ordu ne kadar yaşamsalsa, maliye politikasında da bağımsızlık o derece belirleyicidir. Borca dayalı ekonomi, devlet için büyük sorundur. İktisat politikası, para ve maliye politikası sağlam, güçlü değilse, devlet dış baskılara, dayatmalara karşı zayıftır. Dışa bağımlıdır.

İktisatta “Ponzi Tipi Finansman Döngüsü” denen borcun borçla ödenmesi, kaçınılmaz olarak devleti, yabancıların denetimine sokar. Tam veya yarı sömürge durumu oluşur. Osmanlı Devleti’nin çöküşündeki iktisadi etkenler, bu durumun tipik örneğidir. Türkiye’nin ithalat cenneti haline gelmesinde önemli eşiklerden olan Gümrük Birliği Antlaşması da (1995), bu yönüyle, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan Balta Limanı Ticaret Antlaşması’nı (1838) çağrıştırır. Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olmadan, Gümrük Birliği’ni imzalayan ilk devlet olarak tarihe geçmiştir.

Unutmayalım, Turgut Özal’dan bu yana “Devleti küçülteceğiz” diyerek iktidara gelenler, devleti küçük düşürdüler, devletin borçlarını büyüttüler. Özal, sadece sağı değil, solu da etkiledi. Sosyal demokrat partiler, Özalcılarla doldu. Sonuç ortada.

Çözüm: Tarımdan sanayiye her alanda üretim ekonomisidir. Planlamadır. Katılımcı demokrasidir. Bilinçli yurttaştır. Örgütlü toplumdur. Hukuk devletidir. Şeffaf yönetimdir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları