Barış Doster

Macron bu cüreti kimden alıyor?

12 Eylül 2020 Cumartesi

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye karşıtı açıklamalarını sürdürüyor. Bu çıkışlarının birkaç hedefi var: İç kamuoyuna oynuyor. Ülkesinin bölgesel ve küresel ölçekte gerileyişini durdurmaya çalışıyor. Avrupa Birliği’nde (AB) Almanya ile Fransa arasında açılan makası saklamak istiyor. Akdeniz’de elini güçlendirmeye, Afrika’da yeniden varlık göstermeye çabalıyor. Şansı var mı? Yok. Çünkü emperyalist Fransa’nın devlet kapasitesi geriliyor. Macron da bunu biliyor. O yüzden öfkeli ve endişeli...  

Gelelim bize. AB’nin Türkiye karşıtı tutumunda, ülkemizi asla üye yapmayacağını bildiğimiz halde, Gümrük Birliği’ne (GB) taraf olmamızın hiç mi etkisi yok? AB üyesi olmadan GB üyesi olan, yani kararların alındığı masada oturmadığı halde, alınan kararları uygulamak zorunda olan Türkiye’yi yönetenlerin hiç mi sorumluluğu yok? GB’nin altında imzası bulunan Tansu Çiller – Murat Karayalçın ikilisinden “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen Mesut Yılmaz’a, Bülent Ecevit’ten mevcut iktidara dek ülkemizi yönetenlerin hiç mi kusuru yok? GB sayesinde, Türkiye’nin iç pazarı, dış ticaret rejimi, gümrük rejimi üzerinde vesayet kuran AB’nin tüm politikalarını tartışmasız destekleyen ikinci cumhuriyetçilerin, liberal solcuların (ne demekse o), yetmez ama evet güruhunun hiç mi kabahati yok? Türkiye’nin, Avrupa kapılarına tek yanlı bağlanmasını alkışlayan, asla gerçekleşmeyecek AB üyeliği uğruna, KKTC’nin varlığını tartışmaya açan, milli kahraman Rauf Denktaş’ı devre dışı bırakan, Kıbrıs’ta Annan Planı’nı destekleyenlerin hiç mi hatası yok? 

Hafızamızı tazeleyelim. AB, 2004’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) üye yaparken, sadece Türkiye ile Yunanistan arasındaki antlaşmaları değil, kendi hukukunu, kendi ilkelerini de çiğnemişti. O güne değin, “komşularıyla sınır sorunları olan ülkeleri üye yapmam” diyen AB, Kıbrıs Rumlarını tam üye yapmıştı. Türkiye’ye karşı da sürekli yeni koşullar öne sürmeye başlamıştı. Türkiye’yle yürütülen müzakerelerin üyelik güvencesi içermediğini; Türkiye’nin üye yapılmasa bile AB kurumlarına sıkı sıkıya bağlanması gerektiğini; AB’de hükümetler, parlamentolar Türkiye’nin üyeliğini kabul etse de üyelerinin bu üyeliği referanduma götürebileceğini açıklamıştı. Yani, Türkiye’yi üye yapmayacağını, üyelik vaadiyle bekleme odasında oturtup, Türkiye’den her türlü ödünü koparacağını duyurmuştu. Amacına da ulaştı.  

AB destekçisi iktidar ve liberaller 

Dahası var. Yunanistan, AB üyelerine, özellikle de AB’nin patronu Almanya’ya, GKRY’nin tam üyeliği konusunda şantaj yaptığında, Türkiye hiçbir şey yapmadı. Atina, Brüksel’e, “Sen Güney Kıbrıs’ı, AB üyesi yapmazsan, ben de senin üye yapmak istediğin Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Baltık üçüzlerinin üyeliğini veto ederim” dediğinde, gerçekte yaşanan danışıklı dövüş idi. Çünkü Almanya da Yunanistan gibi Türkiye’nin üyeliğine karşıydı. İki ülke işbölümü yapılmıştı. Türkiye’ye karşı iyi polis - kötü polis oyunu oynamıştı. İktidar ve destekçisi liberaller, AB’nin bu siyasetini desteklemişti.  

Anımsayalım, AB temsilcileri, tüm diplomatik kuralları, gelenekleri, temayülleri çiğneyerek KKTC’de Annan Planı kabul edilsin diye çalışmışlardı. KKTC iç siyasetinde taraf olmuşlardı. Güneydeki Rumlar plana hayır deyince de “Rumlar Annan Planı’na evet oyu vermeyerek bizi aldattılar” demişlerdi. “Bundan böyle KKTC için elimizden geleni yapacağız” diyerek de bize yalan söylemişlerdi. Türkiye’nin AB üyesi olması için Kıbrıs’tan tamamen çekilmesini, sözde soykırım iddialarını kabul etmesini, PKK terörüyle mücadeleden vazgeçip, müzakere etmesini istemişlerdi.   

Kıbrıs’taki Rumlar Annan Planı’na hayır diyerek pazarlık çıtasını yükselttiler. Türkler evet diyerek ödün vermeye hazır olduklarını dünyaya ilan ettiler. Rumlar Güzelyurt’u istediler. Türk askerinin adadan çekilmesini şart koştular. Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün kalkmasını talep ettiler. AB, Rum kesimini öyle destekledi, KKTC’nin işlerine öyle küstahça karıştı ki dönemin AB komiseri Günter Verheugen, “KKTC’de seçimleri Mehmet Ali Talat kazanırsa, ancak o zaman bizim için geçerli sayılır” dedi. Rauf Denktaş’ı devre dışı bırakan Türk hükümeti bu sözlere tepki vermedi. Talat da cumhurbaşkanı seçilince, Türk hükümeti ve AB’den aldığı destekle, Türk askerinin adadaki varlığını eleştirdi. Rumlara ödün vermeye hazır olduğunu kanıtladı. Aynen Türkiye’deki liberal solcu dostları gibi, tarikat ve cemaat övgüsünü öyle ileri taşıdı ki İngilizlere yakınlığıyla bilinen Nakşibendi şeyhi Nazım Kıbrısi’den destek istedi.  

O dönemde dikkat çeken isimlerden biri de erkânı harbiye umum reisi idi. Türk Ordusu’nun en yurtsever, en başarılı, en Cumhuriyetçi subayları, kumpas davalarında tasfiye edilirken, “kasaptaki ete soğan doğramam”, “darbe iddiaları için var da diyemem, yok da diyemem” şeklinde konuşmaktaydı. Sonuç ortada... 

Sözün özü, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a çok haklı olarak tepki gösterirken, ona bu cüreti kimlerin verdiğini de sorgulamak gerekir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları