Barış Doster

Eğitim, bilim ve siyaset

01 Temmuz 2020 Çarşamba

Geçen iki hafta sonunda milyonlarca öğrenci, alacağı eğitimi belirlemek için zorlu sınavlara girdi. Salgın hastalık koşullarında öğrencilerin sağlığı, sınav yerine ulaşımı, dersliklerde kaç kişinin sınava girdiği, ne tür önlemlerin alındığı daha çok konuşulsa da, eğitim ve bilim politikalarımızdaki sorunlar, bu dönemde öne çıkanlardan ibaret değil. Çok ve de çeşitli yapısal sorunlarımız var.  

Şurası kesin: Eğitim; pedagojik, akademik, teknik boyutları yanında, çok ideolojik bir kavram ve süreç. Altyapıyı doğrudan etkileyen bir üstyapı kurumu olduğundan, her iktidar, her siyasi parti için önemli, öncelikli. Siyasetin temel konularından biri. İşin içine siyaset girince de, kaçınılmaz olarak öncelikleri, kaynakların nasıl kullanılacağını, ideolojiyi, sınıfsal tercihleri konuştuğumuz için, eğitimin toplumsal, kamusal, sınıfsal, ulusal boyutu özellikle önemli. 

Örneğin; devlet üniversitelerinin gereksinim duyduğu mali kaynağı, binayı, araziyi onlardan esirgeyenler, eğer vakıf üniversitelerine oldukça bonkör davranıyorlarsa, bunun siyasal tercihlerinden kaynaklandığı unutulmamalı. Eğitimin mali yükünün, öncelikle hangi sınıflar tarafından sırtlanacağı da siyasi tercihlerle ilgili. Üniversitenin; kamusal kaynaklardan beslenen, toplumun sorunlarına çare bulmaya öncülük eden bir yapıda olması için gereken bilimsel özgürlük, idari ve mali özerklik de yine siyasal, sınıfsal tercihlerle doğrudan bağlantılı.  

Cumhuriyetin tercihi

Eğitimin; istisnasız tüm yurttaşların en doğal ve temel hakkı mı, yoksa toplumun varsıl kesimlerinin yararlandığı ticari bir faaliyet mi olduğu sorusunun yanıtı, siyasi. Eğer, eğitimi devletin tüm yurttaşlarına vermekle yükümlü olduğu eşit, ücretsiz bir kamusal hizmet; öğretmeni kamu hizmeti veren kamu görevlisi; öğrenciyi kamu hizmeti alan yurttaş olarak görüyorsanız, bu tutumunuz da siyasi. Okulu işletme, öğretmeni pazarlama elemanı, öğrenciyi müşteri olarak görüyorsanız, bu tercihiniz de siyasi. Eğitimde fırsat eşitliğini savunmak da siyasi, buna sırt çevirmek de. Türkçenin bilim dili olduğunu savunmak da, aksini öne sürmek de siyasi. 

Dahası var. Üniversitelerin fahri doktora vermesi de, siyasetle yakından ilgili. 12 Eylül darbesi sonrasında, Pakistan’ın darbeci lideri Ziya Ül Hak’a fahri doktora veren devlet üniversitesinin tavrı da dünyaca ünlü borsa spekülatörü ve renkli devrimlerin destekçisi George Soros’a kürsülerini açıp onun “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü, Türk ordusudur” sözlerini ayakta alkışlayan vakıf üniversitesinin tavrı da siyasi. Piyasayla kolay bütünleşen, mezunlarına çok para kazandıran bölümleri, fakülteleri açmak da, bilimsel değeri yüksek ama piyasayla arası iyi olmayan bölümleri “Buralara talep yok” diyerek kapatmak da, siyasi. 

Temel mesele şu: Eğitimin kamucu nitelikte olması, gelir dağılımı eşitsizliğini azaltır. Fırsat eşitliğini güçlendirir. Toplumsal hakların kullanımına, toplumsal bir canlı olarak insanın kendisini geliştirmesine, bu yolla sadece bireyin değil, toplumun da yarar sağlamasına katkı sağlar.  

Bilim toplumcudur

Üniversitenin bir ayağı bilim aşkı, gerçeğe ulaşma tutkusu ise diğer ayağı da topluma karşı sorumluluk bilincidir. Bunlardan birinin eksik olması, üniversiteyi dengesizleştirir, güçsüzleştirir. Bilginin üretilmesi süreci de, bunun bilince dönüşmesi evresi de, toplumun hizmetine sunulması aşaması da bireysel değil, kolektif bir çaba gerektirir. Üniversiteyi piyasanın emrine sokmak, acentesi yapmak isteyen herkes sık sık “üniversite - sanayi” işbirliğinden bahsetse de, sorun piyasayla yeterli işbirliğini sağlayamamak değildir. Sorun, ulusal bir kalkınma, bütüncül bir gelişme politikasının olmamasıdır. Bunların olmayışı da, eğitim ve bilim politikalarını doğrudan etkilemektedir.    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları