Barış Doster

AB Zirvesi ve Türkiye’nin açmazı

09 Aralık 2020 Çarşamba

Türkiye, yarın başlayacak olan Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nin, Türkiye’yle ilgili kararını bekliyor. AB’nin yaptırım kararı alıp almayacağı, eğer alacaksa yaptırımların sertliği ve kapsamı üzerine günlerdir yorum yapılıyor medyada. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ikilisinin, Türkiye karşıtı çağrılarına, Almanya’nın ve Fransa’nın nasıl karşılık vereceği üzerine tahminler yürütülüyor.

Peki, asıl sorun AB’nin tutumu mu? Yoksa Türkiye’nin dış baskılara karşı zayıf olan kırılgan ekonomisi mi? Üzerinde durulması, kafa yorulması, çözüm bulunması gereken en önemli mesele bu.

Türk ekonomisinin durumunu hepimiz biliyoruz. Üretimden kopmuş, sanayileşme iddiasını yitirmiş, bütüncül kalkınmayı unutmuş mevcut ekonomik yapı, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin siyaseti, dış politikası, ulusal güvenliği, savunması üzerindeki dış baskıların artmasına da zemin hazırlıyor. İktisadi bağımsızlık olmadan, siyasi, askeri, diplomatik, kültürel, akademik bağımsızlık olmuyor çünkü. O nedenle Türkiye; dış kaynak sorunu yaşayınca, yabancı yatırım çekmekte zorlanınca, dış borç faizi altında ezilince, borcu döndürmekte güçlük çekince, siyasi baskılar da önümüze geliyor. Üretime değil tüketime, ihracata değil, ithalata dayalı büyüme anlayışını benimseyen; ekonomi deyince üretim, ihracat, büyüme, istihdam, sanayileşme, vergi adaleti, kalkınma, Ar-Ge, dışsallık, verimlilik, ileri teknoloji; adil bölüşüm değil, rant, repo, faiz, borsa ve döviz konuşan Türkiye, bu yanlış tercihin ağır bedelini ödüyor. Hem ekonomik hem politik hem de toplumsal düzlemde.

Ekonomi-dış politika ilişkisi

Türkiye, üyelik vaadiyle yıllardır AB’nin bekleme odasında bekletilen, ABD’yle yapısal sorunları olan, topraklarının büyük bölümü Asya’da bulunan bir ülke. Soğuk Savaş boyunca ABD emperyalizmi, Türkiye’yi ileri karakolu olarak gördü. Sovyetler Birliği’ne karşı cephe ülkesi olarak tanımladı. Soğuk Savaş bitince de Sevr haritasını çantasından çıkarıp, koydu önümüze. O yüzden ABD ve Avrupa, Mustafa Kemal Atatürk’ü hiç sevmedi. Türkiye’nin bağımsızlıkçı, millici, antiemperyalist devrimini ve deneyimini hiç kabullenmedi. O nedenle dış politikadaki her konuda Türkiye’nin karşısında cephe aldı. Türkiye’nin iç siyasetinde en gerici, en baskıcı, emperyalizmle en uyumlu siyasetleri destekledi.

Batılılarla masada güçlü şekilde müzakere yürütecek, Türkiye’nin hakkını savunacak, gerekirse müzakere masasından kalkmayı göze alacak Türk siyasetçileri sevmedi hiç Avrupa ve ABD. Tersine, Batı’ya karşı ezik, Batı hayranı, tehdide ve şantaja açık, zayıf kişilikli, özgüven yoksunu siyasetçileri, gazetecileri, bürokratları, akademisyenleri sevdi ve destekledi. Sonuç ortada...

Bugün Türkiye’nin yapması gereken, kendisi, kendi adına, kendi emeğiyle demokrasiyi, hukuk devletini, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını, düşünce özgürlüğünü, basın hürriyetini, adil bir seçim sistemini, ehliyete ve liyakate dayalı şeffaf bir yönetimi hayata geçirmektir. Tarımı, sanayiyi, tarıma dayalı sanayiyi, hem ülkemizin ihtiyacını hem de ihracat potansiyelini gözeterek planlamaktır.

Tüm bunları da kendi nam ve hesabına, kendi aklı ve çabasıyla başarmaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları