Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ne şehit ne gazi...

01 Ekim 2019 Salı

Geçen hafta İstanbul’u vuran, ama büyüklüğü yüzünden, can kaybına yol açmayan, hasarı görece sınırlı kalan, merkezi Silivri açıkları olan 5.8 - 6.0 büyüklüğündeki sarsıntı, büyük Marmara depreminin 20. yılına rastladı. O günkü sarsıntı, hepimizin 20 yıl önceki korkuları ve paniğini yeniden depreştirirken, bana Mine Kırıkkanat’ın, 20 yıl önce piyasaya çıkan, okurken nefes kesen, nara attıran enfes eseri “Bir Gün, Gece”yi yeniden anımsattı. Şimdiye dek görmediyseniz mutlaka alıp, okuyun!
İstanbul’un iki büyük deprem ile yerle bir olmasını ve bunun Türkiye’nin bağımsızlığını bile tehdit edecek sonuçlarını irdeleyen kitapta yazılanlar ne yazık ki, aradan geçen zaman içinde her an yaşama geçebilecek kadar gerçek.
17 Ağustos 1999 depremi tarihimizin can ve mal kaybı açısından en yıkıcı sonuçlarını doğurmuş afeti.
1999 Marmara depreminde resmi açıklamalara göre, 17 bin 480, kimi kaynaklara göre de 40 bin kişi öldü. Yaralı sayısı ise 23 bin 781.
Türkiye nüfusunun yüzde 28’inin yaşadığı, toplam vergisinin yüzde 58’inin toplandığı, GSMH’nin yüzde 34’ünün yaratıldığı bir bölgede meydana gelen bu depremin ekonomik maliyeti 15-19 milyar dolar olmuştu.

***

1999 sarsıntısı, can ve mal kaybı açısından yaşadığımız en büyük deprem olmasına karşın, bilim adamlarına göre, benzeri bir depreme oranla, sonuçları açısından sınırlı kalmıştı. Eşdeğer başka bir depremle ilgili öngörülere göre 1999 sarsıntısını gölgede bırakacak, Mine Kırıkkanat’ın kurgularını aratmayacak sonuçlar doğabilirdi.
Yaşamın gerçekleri, bütün kurguları solda sıfır bırakacak öngörülere yol açmıştı.
Bu açıdan bakılınca, 17 Ağustos nispeten ucuz atlatımış, “bin nasihata evla bir müsibet” olabilirdi.
Olabilirdi bizde bin nasihattan alamadığımız dersi, bir musibetten çıkarabilecek kadar akıl olsaydı eğer.
Ama olmadığını gördük.
Ne oldu 17 Ağustos’tan sonra ?
Yabancı uzmanların da katılımıyla bilim adamlarımız Marmara tabanındaki fay hatlarını incelediler, harita çıkardılar, binaların dayanıklılığını artırmak, deprem sonrası kurtarma çalışmalarını mümkün kılacak ortamı oluşturmak için uyarılarda bulundular, vakit geçirmeden kentsel dönüşümün gerçekleştirilmesini sağlayacak öneriler getirdiler.
Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Ürettiğinden çok üreyen ve tüketen, ekonomisini yağma ve talana dayayan toplum, ilk iş olarak depremde ölenleri şehit ilan etti.
Oysa, onlar “ne şehit oldu ne gazi, pisi pisine gitti vatandaş Niyazi” misali pisi pisine gitmişlerdi ve o binlerceyi yeni binler, yüz binler hatta zaman içinde milyonlar izlemeye adaydı.
Şehit ilanının yanı sıra, zaman içinde kimsenin kulak asmayacağı yasaklar ilan edildi, kentsel dönüşüm adı altında, yine rant talan ve yağmaya dayalı rantsal dönüşüm dönemi hızlandırıldı.
Daha önce ilan edilmiş olan deprem sırasındaki toplanma alanları, AVM ve benzeri yerler haline getirilerek betona gömüldü.
Bu arada, her türlü afet sonrasında toplanması mutat olan geçici vergi, deprem vergisi etiketi altında yürürlüğe kondu ve 20 yılda, bu fasıldan toplanan 66 milyar liranın akıbeti de meçhul oldu. Kimse deprem vergisi diye toplanan paraların nereye, hangi haramzadeye gittiğini bilmiyor.
Son sarsıntı gösterdi ki, 20 yıl önceye göre, deprem afetine hazırlık açısından bir adım ilerleme yok, gerileme çok.
Bu arada iktidar ne yapıyor derseniz, devletli iktidarımız şu anda özellikle afete karşı alınacak önlemlerin görülüp, tartışılıp, karara bağlanacağı toplantılarda, İstanbul’un seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı’nı nasıl saf dışı ederiz arayışı içinde.
Uzmanlar, büyük İstanbul depreminin eşiğine geldiğimiz konusunda sürekli uyarıda bulunuyorlar.
20 yıl önce de uyarıda bulunmuşlardı, kimse kılını kıpırdatmamıştı.
Yirmi yıldır, yine sen ben kavgasını sürdürmekte dirençli devlet kafasında iyiye giden bir şey yok, kötüye giden çok. Yeni deprem kapımızda, biz ise yerde muz kabuğu gören Temel’in telaşı içindeyiz:
- Eyvah! Yine kayıp düşeceğim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları